Önceki yaşamı nedeniyle hakarete uğradığını belirten hanımefendi okuyucumuz şöyle diyor:
“Önceleri çok doğru olmayan bir hayat yaşıyordum. Çok açık giyiniyordum, kimseyi umursamıyordum, aynı lisede okuduğumuz yanlış kimselerle vakit geçiriyordum. Sonra Allah razı olsun teyzemin çabası ve Allah`ın lütfuyla kapandım, biraz zor oldu ama, daha önce görüştüğüm bir çok kişiyi telefonumdan sildim, bana ulaşmaya çalıştılar ben izin vermedim. Teyzemle birlikte gittiğimiz sohbetlerden istifade ettim, kitap okudum ve hâlâ okuyorum. Namaza başladım, öğrendiklerimi çevremdekilere aktarmaya çalışıyorum.
Yeni halimle evlenmeyeceğim dedim. Sonra çevremdekiler çok ısrar ettiler ve eskiden beri aynı mahallede oturduğumuz komşumuzun oğluyla evlendim. Aslında evleneceğim kişinin benim daha önceki halimi bilmeyen birisi olmasını isterdim ama alın yazısı böyleymiş. Komşumuzun oğlu sessiz sakin biriydi. Daha doğrusu hiç tanımıyordum, dışardan öyle görünüyordu. İki yıldır evliyiz, çok da göründüğü gibi olmadığını fark ettim.
Tamam namazını kılıyor, zararlı bir alışkanlığı yok, arkadaş çevresi de iyi ama, her dediğime öfkeyle karşılık veriyor, ben de sesimi yükseltiyorum, o da beni geçmişimle suçluyor. Altı yedi ay önce tartışmıştık, “sen doğru düzgün bir kadın olsaydın geçmişte terbiyeli olurdun” dedi. Bu laf çok ağırıma gitti. Annemin evine gittim. Bir ay kaldım. Sonra zor bela barıştık. Geçen hafta yine kavga ettik, yine öfkesinden senin ne olduğun belli filan dedi ve ben evden çıkmak istedim, kapıyı kapattı, özür diledi, sonra Allah yardım etti ben de sakinleştim ama iki haftadır doğru dürüst konuşmuyoruz. Bu böyle devam ederse nasıl sabrederim bilmiyorum.”
Öyle gözüküyor ki, okuyucumuz, geçmiş yaşantısını unutma çabasını hassas bir kristal gibi sürekli avucunda tutuyor, haliyle bir öfke fırtınasında yere düşüp kırılınca kendi kontrolünü kaybettiğini düşünüp kaygıya kapılıyor. Halbuki düşüp kırılanın kendisi değil de elindeki o incecik kristal olduğunu bilse belki de bu kadar yıkılmayacaktı.
Okuyucumuz yeni hayatının değerinin farkında ve en yakınındaki kişiden de böyle bir farkındalık talebi var. Anlatılana bakılırsa aslında kocası da eşini bu açıdan değerli buluyor. Ancak, adına ister hamlık denilsin, ister hafiflik yahut cehalet, “beni aşırı sinirlendirdi, ona vurmamak için öyle ağır laflar ettim” türünden gerekçelerin burada mazeret kabul edilemeyeceğini de bilmesi gerekirdi.
Yersiz, zamansız, gereksiz ve yanlış kişiye yönelen aşırı öfke durumunun bir çeşit delilik olduğu hakikattir. Ancak, deliliği tescil edilmiş olanların bile durdukları bir sınırları vardır. Mesela ‘delidir ne yapsa yeridir` denilen insanlar, başkasının canını yakmazlar, ayıpları orta yere serip dökmezler.
Okuyucumuzun, kocasına o sözüne verdiği karşılığın aşırılığını da savunmak doğru olmayacaktır. Her kadın, kocasının öfkeliyken sarf ettiği yanlış laflarına tepki olarak evini terk edip annesine filan gitse, bu defa sorunun adresi kendisi olacaktır. Zira basit bir ilaçla iyileşecek hastaya çok etkili bir ilacın verilmesi demek, hastanın bağışıklık sisteminin çökertilmesi anlamına gelir ki, bir sonra ki aynı mesele artık hep ağır ilaçlarla çözülecektir.
Bugün bir cep telefonu operatörüne abone olduğunuz zaman, size her yöne şu kadar dakika, şu kadar sms, şu kadar internet diye bir paket veriliyor ve bu verilenleri siz uygun şekilde kullanıyorsunuz. Okuyucumuzun girmiş olduğu istikamet ile, zaten sabır, şükür, tevekkül, muhabbet, kadir kıymet bilme, vefa, adalet gibi bir çok hediye, sürekli paket olarak ona verilmiş olmaktadır. Allah-ü Teala`nın bu ikramlarını, affı ve müsamahayı da uygun şekilde kullanmak size düşüyor.
Burada, kocasının sözünden incinirken, anne babasının evine gitmekle de aile yuvalarını incittiğini bilmelidir. Kırıldığını ifade etme, belki kısa süreli konuşmama gibi, kocasına o tür sözleri söyletmeyecek başka yollar illa ki vardır.
Dolayısıyla bu yöntemi makul, ma`ruf ve meşru bir cezalandırma metodu görüp tekrar denemeye kalkması, ailenin geleceği için o ağır hakaret içeren laflardan daha zararlı sonuçları olacaktır.
Dua bekleriz.