Fransa`da cumhurbaşkanlığı seçimleri olduğu gün, Cezayir`de 1945 yılında 45 bin Müslümanı vahşice öldürdükleri Setif ve Guelma Katliamı`nın da yıldönümü idi.
Kendileri bu durumu kabul etmekte isteksiz olsalar da 132 yıl süren işgalde Fransa`nın bir buçuk milyondan fazla Müslümanı katlettiği herkesin malumudur.
Ancak 1945`deki durum biraz farklı. Çünkü Fransa, 1830`larda girdiği Cezayir`de sömürü ve asimileye devam ederken, bağımsızlık talepleri için 2. Dünya savaşını fırsat olarak kullanmıştır.
Şöyle ki, ordudaki Cezayir`li askerlerin de katkısı ile Almanya`ya karşı savaş kazanılırsa, Cezayir`e bağımsızlık verileceği vadedilir.
Tabi Almanya mağlup olur ve buna en çok Cezayir halkı memnun olur, sanki kendi zaferleriymiş gibi Cezayir sokaklarında sevinç gösterileri ile kutlarlar.
Fransa, gerçek yüzünü göstermede gecikmez. Daha ordusundaki Cezayir`li askerler memleketlerine bile dönmemişken, katliamlarına başlar.
Fransa`nın zaferi için sevinen Cezayir`lilerin şaşkınlığı şu gök kubbe altında elden ele hep diyar diyar dolaşmıştır ama va esefa şimdi ruhlarda yitirilen kimlikler, nefsaniliğin alafranga köşkünde ne kadar da iğreti durmaktadır..
Fransa`da bugünün seçimini konuşurken dünün zulmünü niye unutalım.
Yine Emir Abdülkadir`ler gittikten sonra, Fransızlığın büyülü ışıltısı altında öfkelerin çok mat ve renksiz kaldığını niye göz ardı edelim.
Le Pen kaybetmiş, iyi o zaman, Müslümanlar ve göçmenler rahat bir nefes alacak demek, -yukarda bahsettiğimiz gibi, Fransız`ın güvenilirliği bir yana- 11 ve 18 Haziran`daki milletvekili seçimlerinin sonuçlarını görmeden de çok erken olacaktır.
Zira, Macron, Yürüyüş hareketinin lideri olarak seçime girdi ve partisi olmadığı için milletvekili adayı da olamayacak bu da yine aşırı sağ ve diğer partilerin yönetimde aktif olacağı anlamına geliyor.
Fransız halkının, Avrupa Birliği`ne, Euro`suna ve dolayısıyla sükunetine vekillerini seçerken de sahip çıkacağı belli, ancak ne kendi kıtası ne de dünya, Le Pen`in yüzde 34,9`luk oyuna Fransız kalmayacaktır.
Macron velev ki, milletvekillerine uyum sağlasa bile çok şey mi değişecektir. Mesela mültecilere kapatılan kapılar mı açılacaktır, camilere yönelik gayri insani saldırılara dur mu denecektir, İslamafobideki tırmanış mı önlenecektir, ya da Afrika`daki katliamlar için net biçimde özür dilenip tazminat mı ödenecektir. Tabi ki hayır.
Öte yandan karısının kendisinden 24 yaş büyük olmasını atlarsak Macron, biraz Çipras`ı andırmaktadır. O balon gibi yarın Macron`un da mikrona dönüşmesi uzak değildir.
Evet, Le Pen`in bir şekilde durdurulmuş olması AB`nin çıkarları açısından önemlidir de bundan böyle İslamafobic bir neo post modernizmin ilerleyişini hiçbir seçim durduramayacaktır ancak haçlılığın geri gelmesi hayaldir, çünkü ortada birleştiren bir Hristiyanlık, tapınakçılık filan da kalmamıştır. Ulusçu, ırkçı, vatancı, devletçi adı her neyse yükselen uç sağ ideolojiler için gerekli genç-dinamik bir kitle de yoktur.
Bu nedenle, kendilerinin yüz elli yıl önce Osmanlı için söyledikleri ‘Hasta Adam` tabiri şimdi Avrupa`ya daha iyi yakışmaktadır. Üstad, ‘hamile` tabirini kullanmıştı, o halde ‘Hasta Kadın` demek daha doğru olacaktır.
Elhasıl, dünya çok hızlı dönüyor. Kabul edelim ki, kendi çevresindeki bir günlük dönüşü olan saatteki 1670 km hızı ile ecelimize, güneşin çevresindeki bir yıllık dönüşü olan saatteki 108 bin km hızı ile de kıyamete doğru gidiyoruz.
Bu, aynı zamanda güneşin batıdan doğacağı vakte gidiş hızımızdır. Veya Fransa`nın ya da muadili olan batı aleminin ilahi nura teslim olacağı vakte varış hızı. Bu kâinatı böyle tanzim eden ilahi kudret, öyle diyor, yapacak bir şey yoktur..