Katliamları, faillerini ve durdurmaya gücü yettiği halde hiçbir şey yapmadan seyredenleri lanetlemekten yorulmuş bir vücudun azaları için de gelecek ne kadar güvenlidir bunun tespiti zor.
Şunlardı, bunlardı, şöyleydi, böyleydi diye sıralanan gerekçelere sığdırılacak ne kadar kelime varsa, hepsi o gazın cehenneminde boğuldu gitti.
Şimdi geriye küçük küçük bedenler içinde, elinde Kur`an`dan uzaklaşıp, zilletin zifiri konforunda cennet hayalleri kuran zavallı yığınların “Ya Rab bizi buradan çıkar, dünyaya bir daha gönder de..” diye devam eden müstakbel feryatları mahpus kaldı..
Halepçe, vaktinin Kûfe`lisini elma kokusu ile kodlamıştı, bugün buna gerek kalmadı, zira anında herkesin cebindeki ekrana minik bedenler ve satır satır cesetler düşürülürken kimyası bozulan her vicdan işaretlendi. Sırat köprüsünden geçerken zehirli dumandan fırtınalar esmez deme, “her gelecek yakındır” de.
Yüksek promilli alkolle nasıl nutuk çekilir, nasıl tehdit savurulur? Bundan bahsedecektim, ama âlem-i İslam olarak, içimizi doğrar gibi bize peşkeş çekilen perişanlığımıza tekrar be tekrar zincirlendikten sonra hiçbir halkçı repliğin, tadı kalmadı.
Kahkaha ile gülmemiş, ‘benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız` buyurmuş bir Peygamber`in(sav), özlediği kardeşleri miyiz, yoksa ‘onlar Sen`den sonra neler yaptılar neler` fermanını duyunca, ‘uzak olsunlar` diye Kevser havzı başında, yanına istemediği mücrimler miyiz belli değil.
Ağlanacak halimiz bir an tatile girse ve alın size Türkiye`nin ana muhalefeti dediklerinde; değil bu ülkede, herhalde, dünyada dahi o konudaki sünneti bir an unutma pahasına da olsa kahkaha ile gülmeyecek kişi yoktur.
Ama bir de sayfanın ümit tarafı var ya, hani bunca olana rağmen, kendisiyle yürüdüğümüz, yiyip içtiğimiz, hüznümüze perde çekerken, onunla uzağa bir daha baktığımız… Ve nihayet konuşurken de yazarken de onu kullandığımız, isyana asi, adalete muti` şu umudumuz..
O yüzden birkaç cümle nakşetmeye müsaade vardır umarım… Şecaat arzedince sirkatin söyleyen merd-i kipti misali, Atatürk`çü geçinen kimi zevat, ‘hayır` çok çıkarsa, milleti İzmir`de, denize dökmekten filan bahsediyorlar ya aklıma fareli köyün kavalcısı geldi. Aslında bir denemek gerek, -şaka ile- ‘hayır oyları fazla çıktı` deyip ne yapacaklarına bir bakmak lazım ama biz şu kavalcıya geçelim.
Hani şu meşhur Alman masalı. Aslında on üçüncü yüzyılda çocukları haçlılarca kaçırılan Hamelin köylülerinin uydurduğu bir masaldır bu.
Güya, köyü farelerden kurtaracağını söyleyen bir kavalcı, çaldığı kavalın sesi ile peşine düşen farelerin hepsini ırmağa döker, köylü istediği parayı vermeyince kavalı bir daha çalar ve bu defa köyün çocukları bu sesin peşine düşer, o da arkasından giden yüz otuz çocuk ile dağın arkasında kaybolur.
Şu içimizdeki Alman`lar da, bu türden masallara inandıklarının yüzde biri kadar şu halkın dinine inansalardı, çaldıkları kaval ile gerçekte kimleri denize dökmekte olduklarını anlarlardı. Tabi öte yanda çocukları kaçırıp haçlılara yem eden kavalcıların da farklı kişiler olmadığını da unutmamalı.
‘Tek adam` diyorlar, milletin aklına ulu önder, milli şef filan geliyor, ‘kurucu cumhuriyet` diyorlar, milletin aklına ezan yasağı filan geliyor, ‘ya öylesine biri bu yetkilere sahip olsa` filan diyecek oluyorlar bu sefer de milletin aklına Baykal geliyor, Kılıçdaroğlu geliyor.
Ee böyle olunca da ele kavalı alıp “dağ başını duman almış” parçasını çalmaktan başka çare kalmıyor… Dedik ya, şu acılar bir tatil olsa, CHP`li haber bültenleri tadından yenmez..
Ha bu arada fareleri toplamışken, Mevlana`nın(rh) da tespitini atlamayalım. Diyor ki, ‘binlerce fare toplanıp bir araya gelseler, bir tane kediyi bile korkutamazlar`.
Elhasıl, çözülecek çok düğüm var. Yüz yıl önce ‘okus pokus` der gibi, ‘ulus ulus` deyip üfledikleri düğümlerin de kavalların da miadı doldu ve bu düğümler çözüldüğünde inşallah İslam âlemi aldığı dersi hatmetmeye başlayacaktır.