Suriyede, tünelin ucundaki ışık belli belirsiz görünmeye başlayınca adımlar, kozlar, pazarlıklar ve kimi tavırlar da netleşmeye başladı. Bunun nedeni ise sadece Esed yönetiminin kontrolünü kaybettiği yerleri tekrar alamaması veya Halep şehrinden bile vazgeçmiş gibi bir görüntü vermesi değil, iki muhalif gücün siyasi ve askeri bakımdan bölgenin geleceğini etkiler bir hüviyete bürünme seyrinde oluşlarıdır.
Bahsettiğimiz iki güç PYD ve IŞİD`dir. Bu iki kanadın bir takım ortak özellikleri, küresel güçler için iştah kabartıcıdır.
Birincisi, ikisi de sadece Suriye ile sınırlı yapılar değildir. Çünkü PYD, Türkiye içinde de ciddi bir arka plana sahipken, IŞİD ise günden güne kendine biat eden El Kaide bileşenlerinin bulunduğu her ülke ve Irak`ta varlık sahibidir.
İkincisi, iki güç için de silahın, paranın ve elemanın kaynağının hiç önemi yoktur.
Üçüncüsü, iki güç de sadece Şam yönetiminin değil aynı zamanda çevredeki ülkelerin de muhalifi olmalarına rağmen ciddi para kaynaklarını kontrol etmektedirler.
Dördüncüsü, iki güç de kendi etki alanlarındaki geniş halk yığınlarını korku ve intikam kamçılarıyla istediği yöne sevk edecek kabiliyete sahiptir.
Beşincisi de iki güç de, bölgenin tarihten gelen tarihinin ve yerleşmiş kültürünün zıddına aşırılıklara sahip oldukları için bölgeyi değiştirip dönüştürme ihalesine adaydırlar.
Altıncısı da, iki gücün de kılık-kıyafet, bayrak ve isimden tutun eylem ve söylemlerdeki simge bolluğu ile beraber, ideallerine ulaşmada insani sınırlara aldırış etmemesidir. Daha da fazlası, eminim, Pentagon`da görüşülen binlerce strateji raporunda çok detaylı biçimde sıralanmıştır.
Peki bölgede daha önce oluşturulan sınırlar ilahi midir, kutsal mıdır ki, yeni harita için kaygılı olunsun denilebilir. Evet şimdiye kadar meşrulaştırılıp normallik algısı kazandırılan sınırlar da katliam, tehcir, sömürü, tehdit ve zorbalıkla çizilmiştir. Hakkın iadesi ve tesisi, ilahi adaletin ihyası ve ikamesi amacında olanlar için zaten esas olan sınırların kaldırılmasıdır. Kişinin bir inanca, fikre ve nesebe olduğu kadar elbette ki toprağa ve memlekete aidiyeti de fıtridir, doyurulması gereken bir ihtiyaçtır. Ancak fıtri ihtiyaçlar da zulümle, haksızlıkla ve işgalle karşılanamaz.
Öte yandan başından beri Türkiye ve Arap ülkelerinin müdahale beklentisini oyalama numarasıyla donduran ABD, şu anda oradaki PYD`nin milis unsurlarını kendi kara gücü gibi gördüğünü söylemektedir. Bu söz, tabi ki her ne kadar IŞİD bahaneli söylense de, muhatap Türkiye`dir. Türkiye ise başından beri destek verdiği birtakım muhalif güçlerin, oradaki menfaatleri açısından yetersiz kaldığından hareketle, bizzat resmi/askeri birimleriyle orada olmakta ısrar ederek bunun pratiği için de ABD ile pazarlık yollarını araştırmaktadır.
Bu tür durumlarda daha önce de denendiği gibi, ‘elde var bir` deyip İncirlik`le başlandığı anlaşılıyor. Genel seçimlerde çok açık biçimde HDP`yi destekleyen ABD`nin görüşme masasına, üzerinde ‘Çözüm Süreci` yazan bir dosyayı da yenilenip revize edilmiş haliyle bırakacağını kestirmek zor değil ancak görüşmeler sonunda yapılacak açıklama da bellidir: ‘Türkiye ve ABD, iki müttefik olarak IŞİD`e karşı mücadelede, istihbarat paylaşımı ve hedef birliği kararı almıştır.`
Geleceğin İslam`ın hakimiyetinde olduğunu en iyi bilen tabi ki şeytandır. Bunu engellemenin de imkansız olduğunu yine en iyi bilen şeytandır. Dolayısıyla onun için yapılacak tek şey vardır: Bu galibiyeti geciktirmek.
Bunun da iki yolu vardır. Bir cebir, iki fitne. ABD ve avanesi, bunun için İslam düşmanı tüm oluşumlara doğrudan ve dolaylı destek vermeye devam edeceği gibi, dünya halklarını İslamdan soğutacak grup ve faaliyetleri de, onlar farkında olsun ya da olmasın güçlendirecektir. Ama Sam Amca en az Şaron kadar hastadır ve Allah`ın izniyle sonu israil`den daha yakındır.
Eh, gizli ve açık dostları için de bir gün taziye çadırı kurulacaktır.
Bu, doların üstüne de yazılmıştır. “In God We Trust” yani, ‘Biz Allah`a güveniyoruz`