Dünyanın hiçbir ülkesinde kuduz mikrobu bulaştığı tespit edilen hayvan veya insan serbest bırakılmaz. Hatta sadece kendileri değil bulundukları mevki de karantina alınır. Kuduzun kimi ısıracağını hesaplayıp ona göre muamele edenler de vardır. Yani “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” diyenler. Beni ısırmadıktan sonra hele hele sevmediğim kimselere musallat olduktan sonra çok rahat yaşasın” demeye getirenler.
Yüksekova`da Şehit Ubeydullah`ın katilleri için kıllarını bile kıpırdatmayanlar, çözüm süreciyle birlikte çok çok daha rahat imkanlara kavuştular. Daha önce her adımda ölümün hesabını yapan pkk cenahı da, bu süreçle öyle rahatlığa erişti ki, kendi belediyesinin piknik adı altında düzenlediği teslim töreniyle on-oniki yaşındaki çocukları eskisinden çok daha rahat kandırabiliyor, artık gündüz ortasında da, yolu kepçe ile kazarak istediğini kaçırıyor, istediği yerde muhaliflerine kurşun yağdırıyor.
Devlet seyrediyor, neden? Çünkü devletin personeli hayatını kaybetmiyor. Mağdur olanlar ve en sonunda hayatını kaybeden de, devletin sevmediklerinden olduğuna göre süreç sorunsuz işliyor(!). Kirli geçmişiyle ilgili hiçbir zaman hesap vermemiş, özür dilememiş devlet, maalesef bu algıyı sürekli destekleyecek şekilde davranıyor.
Tüm yaptıklarına devletin tamamen seyirci kalması, pkk`ye, “her istediğini yapabilirsin, serbestsin” mesajı verdiğini çok rahat söylemek mümkün.
Öte yandan seçimin HÜDA PAR`la ilgili sonuçlarının, pkk`yi birtakım saldırılar için cesaretlendirdiğini de söyleyebiliriz.
İslam coğrafyasında bir olayı diğerinden bağımsız görmek de yanılgıdır. Mavi Marmara davasında israil aleyhine verilen kararın, pkk`nin son yaptıklarıyla alakasız olduğunu düşünmek doğru olmadığı gibi, Barzani tarafından da açıktan açığa dışlanan bu marksist yapının, Rojawa`da Esed`in taşeronluğuna üslenmesiyle ilgisiz olduğunu görmek de doğru değildir.
Yine, Kemalist rejimin alternatifi olduğunu açık açık deklere eden HÜDA PAR`ın, üslendiği misyonla laik sistemin olduğu kadar mevcut iktidarın geleceği için de risk taşıdığı ortada iken, çözüm süreci ile birlikte bu riskten de kurtulmanın hesaplandığı da ortaya çıkmış gözüküyor.
Şiddetten ve kandan beslenenler, battıkları çukura başkalarını da çekmek için ilk defa uğraşmıyorlar. Ancak, çözüm sürecinin tarafı olan pkk`nin, HÜDA PAR`a yönelik saldırıların dozajını, devlet yetkililerinden bağımsız olarak artırmış olması da düşünülemez. İçiçe geçmiş denilecek kadar sık görüşen devletin kimi kurumlarını, pkk`nin yaptığı ve yapmayı planladığı eylemlerden habersiz sanmak da saflık olacaktır.
Elhasıl şimdiye kadar çift taraflı kumpasa alınan mazlum halka, yeni bir imtihan sürecinin kapısı aralanmıştır.
Ve bize düşen yine sabır tavsiyesidir. Çünkü, Kuran-ı Kerim`de hak ve sabır tavsiyesi için, herhangi bir zaman, nitelik veya nicelik tayin edilmemiştir. Dolayısıyla musibet nereden gelirse gelsin, büyüklüğü, acısı ve türü ne olursa olsun her Müslümanın, sürekli yapacağı şey hakkı ve sabrı tavsiye etmektir.
Biraz korku, biraz açlıkla, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksilterek imtihan edeceğini bildiren Rabbimiz, bunların karşılığında, “sabredin” diye emrediyor. Sabır da, sonuçta Allah`ın vereceği bir nimet olduğuna göre o nimeti isteyenlerin ilk sözlerinin “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” olması halinde bir çok müjdelere erişeceklerini haber veriyor.
“Muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir”(Bakara 153)