İmam Rabbani hazretleri, meşru olmak kaydıyla, müslüman valinin bir belgeyi imzalaması veya mühürlemesinin, sıradan bir müslümanın altmış yıllık nafile ibadetinden daha üstün ve daha sevap olduğunu söyler. İslamın siyasete bakış açısı ancak bu pencereden bakıldığında doğru anlaşılabilir. Düşünün, müslüman bir devlet başkanının belki çok fazla ameli yoktur ama toplumun ıslahı ve menfaati için emir verdiğinde, düzenleme yaptığında, bir karar veya anlaşma imzaladığında, bu, silsile halinde birçok hayra sebep olacağı için sevabı çok çok fazladır.
Buradan hareketle, bir müslümanın, toplumun yönetimine talip olmuş bir parti için attığı her adımın, başkasının yıllarca işlediği amellerden daha fazla kendisine ecir kazandıracağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü neticesinde çok büyük sevaplar olan bir işin vesilesi, vasıtası, öncesi ve hazırlığı da aynı fazileti hatta zorluğu nedeniyle daha fazlasını getirecektir.
“Allah yolunda bir gün ribat, dünya ve üzerindekilerinden daha hayırlıdır.” (Buhari, Müslim)
Kadı İyad ve şeyh Muhibbuddin et-Taberi gibi alimler, bu hadis-i şerifi; “Kişinin Allah yolunda kritik bir mevkide, görevde veya önemli bir noktada durması, dünya ve üzerindekilerine malik olup hepsini Allah`a itatte harcamasından yani tamamını infak etmesinden bile daha hayırlıdır” şeklinde açıklamışlardır.
Dolayısıyla İslamın ve müslümanların faydası için kurulmuş bir partinin -içi, dışı, altı, üstü hiç farketmez- bir yerinde, bir süre, şu veya bu görev için durmak bile kişiye böyle muazzam bir hayır sağlıyorsa, nelerle karşılacağını çok da umursamadan kapı kapı dolaşarak parti temsiliyetiyle İslami davaya davet etmenin, varın sevabını siz düşünün. Yok, ben evimde oturup filan nafile ibadetimi yapacağım, o daha önemlidir diyorsanız tercih sizin. Yani en az altmış kat kar getirecek bir ticareti bırakıp çok az ve şüpheli kazanca razı olmak çok da akıl karı olmasa gerek.
Hem, parti çalışmalarının yoğunluğu kişiyi başkasını konuşmaktan, kulaktan duyma birtakım bilgilerle yorumlamaktan, gıybet, iftira, suzian gibi günahlara bulaşmaktan da müthiş biçimde koruyacaktır.
Şehadet ayında, şehidlerin de kulağımıza fısıldadığı hakikat aslında tam da bu değil midir? Siz hiç fikriyle, attığı adımlarıyla, çalışmasıyla eseriyle birilerini rahatsız etmemiş, toplumun ıslahı için derdi ve endişesi olmamış bir kimsenin durduk yere şehid olduğunu duydunuz mu? Sıddıklardan, Salihlerden, Velilerden sayıldığını duydunuz mu?
Bakın, Sahih-i Buharide rivayet edilen şu Hadis-i şerif, ne kadar ibret vericidir. Ümmü Harise bin Süraka, Allah Rasülüne gelir ve der ki: “Ya Rasulallah, oğlum Harise, yaşı küçük olduğu için Bedir`e alınmadı ancak çok gerilerde, İslam ordusu için gözcülük yapıyormuş. Yakınındaki bir su kuyusundan su içerken, serseri bir ok boğazına saplanmış. Oğlum şehit midir? Eğer şehitse sevineceğim, yoksa sabredeceğim”. Allah Rasülü(sav): “Oğlun şu anda cennet bahçelerinde ve Firdevs-i Aladadır” buyurdu. Evet savaşın çok gerisinde gözcülük için bekleyen bir çocuk ve işte ulaştığı derece. Bugün Allah için atılan adımlarda da inanın böyle bir ruh vardır. Bedir`in onbeş asır uzağında İslamın, Kuranın, Resulullah`ın(sav) ve müslümanların gözcülüğünü yapmak da inşaallah Firdevs demektir, Cennet bahçeleri demektir.
Varsın birileri, dinlesin bizi. Hem birileri, memleketi çöplük, kendilerini de o çöplüğün horozu saysın. Mısır`ın yiğitlerine şiirde denildiği gibi: “Kardeşim sen hürsün”. Ve annesinin Meryemi adarken:“Yarab ! bu karnımdakini, hür olarak sana adadım” dediği gibi sen Hür olarak adanmışsın.
Ve seni, hiçbir zincir, adandığın davadan, dün, camilere giderken alıkoymadığı gibi, bugün kapı kapı dolaşırken de alıkoyamaz. Hiçbir güç,hiçbir tehdit, hiçbir yoksunluk veya sıkıntı seni esir alamaz. Çünkü sen “İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetin” yolundasın.