Neredeyse operasyonsuz, hilesiz, darbesiz, münakaşasız bir gün geçmiyor. Başbakanın, son haşhaşi benzetmesi ve internete düşen Pensilvanya telefonundaki ilginç notlar, olaya farklı bir boyut kazandırdı. Gelecekte ne gibi sonuçlarla karşılaşacağız, sorusuna cevap bulabilmek için özellikle son bir aydır yaşananlardan çıkarılabilecek bazı dersleri gelin madde madde özetleyelim.
Birincisi: Rüşvete ve yolsuzluğa karşı olmak ve bunu önlemek için adım atmak islami bir erdemdir. Ancak bunu doğrudan veya dolaylı olarak İslam adına değil de -İslamı kullanarak- İslam düşmanları adına ve onların yararına yaparsanız veya farkında olmadan böyle bir daire içerisinde size emredilen her şeyi yapma azminde olursanız, bu defa haklı olarak fazilet değil ihanet suçlamasıyla karşı karşıya kalırsınız.
İkincisi: Günah addedilen ve herkesin karşı olduğu rüşvet ve yolsuzluk gibi yanlışları düzeltme adına çok sert bir tutum sergiliyorsanız samimi ve inandırıcı olmak zorundasınız. Çünkü mesela reklam geliri mazeretiyle, medyanızda dizboyu ahlaki rezillikleri izlettirip milyonlarca kişinin günah işlemesine neden olduktan sonra, kalkıp rüşvetin haramlığına vurgu yaparak iyilik savaşçısı kesilirseniz, herkes sizin samimiyetinizden şüphe edecektir. Tıpkı, İslam düşmanları aleyhine tek kelime etmeyenlerin müslümanların aleyhine kükredikten sonra kardeşlikten bahsetmelerinin “alay etme” olarak anlaşılacağı gibi.
Üçüncüsü: Size sonuna kadar güvenip işe alan patronun, size açtığı sınırsız krediye rağmen, onu perişan etmek için, “büyük patron duymasın” diyerek gizli bir takım hesaplar içine girerseniz, belli bir noktadan sonra kendinizi bir takım ahlaki sahiplenmelerle kurtaramazsınız. Üstadın İslam hukukundan, kelam-ı kibar olarak naklettiği şu kaidede olduğu gibi: “Zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez”
Dördüncüsü: Tüm dünya halklarının zamanın en büyük zalim ve şeytani güçleri olarak kabul edip şerlerinden sakınmaya çalıştığı ABD ve israil gibi ülkelerin, açıktan müslümanlara saldırdığı, darbeler yaptırdığı, fitneleri körüklediği bir zamanda söz ve tavırlarınız onların amaçlarıyla paralellik arzediyorsa, mesela; tüm müslümanlar israile beddua edip lanet okurken siz israile otorite demekle de kalmayıp mazlum Gazzenin imdadına koşmak için bir de o zalim otoriteden izin almaktan bahsediyorsanız, onlar bir devlet bankasını hedefe koyduklarında, o banka üzerine giden siz oluyorsanız, bir yardım kuruluşunu çökertmek istediklerinde bu plan sizin elinizle yürütülüyorsa, sizin artık; “biz sadece rüşvet ve yolsuzluk yapan kim olursa olsun bunun hesabını versin diye çabalıyoruz, başka bir derdimiz yoktur” şeklindeki savunma klişelerinize geniş kitlelerin inanmasını beklemeniz hayal olacaktır.
Beşincisi: Bugün maalesef insanlar hangi kaynaktan haber izliyor, dinliyor veya okuyorsa, kanaatleri o yönde şekillenmektedir. Çünkü bugün haber yapanlar, kitlelerin hangi yöntemlerle kendilerine inanacağı konusunda ciddi tecrübe ve yeteneklere sahiptirler. Dolayısıyla ‘hem şunlardan haber alayım hem de bunlardan` şeklinde masum ve akılcı gözüken bir tutum, sizi çok da masum olmayan bir takım yanlışlara sürükleyebilir. Bir de habercilerden daha iyi yetiştirilen organize unsurlar var ki, bunlar, insanları izleyip suç unsuru bulduktan sonra, bu suçu koruyup saklama, delil üretme, delil bırakma, psikolojik algı oluşturma gibi bir çok operasyonel konuda tam ustadırlar. Tüm dünyada ve Türkiye`de özellikle islami gruplar üzerinde sıkça icra edilen bu yöntemlerin ‘made in israil` olduğunu bilmeyenler de bu son bir ayda yaşananlara bakarak öğrenmiş oldular.
Buraya sığmayacak daha nice neticeler son bir ayın semeresi gibi duruyor. Ancak şunu da söylemeden geçmeyelim. Her kavga, her çekişme insanlara iki şey öğretir. Bir; korku, iki; tedbir.
Tedbir gibi akıl yoktur, yalnız, korkunun da ecele faydası yoktur.