Hiçbir ölçüleri yok.
Kalpsizlikte işgalci çeteden farkları yok.
Oksijenleri menfi milliyet.
Peki neden Kayseri ve neden şimdi?
Bu sorunun cevabı çok açık yalnız resme biraz yakından bakmakta fayda var.
Birincisi; İşgal rejimi, batıdaki diğer bileşenlerinin sınırsız desteğiyle on aydır yaptığı soykırıma rağmen Gazze’de bir türlü istediğini alamayınca kuzeydeki Lübnan’da bir başarı arayışına yönelmiş vaziyette.
Oldukça zayıflamış bir moral motivasyon ve kırık dökük bir yönetim ile böyle bir maceraya atılmanın da risklerini henüz hesap edememiş gözüküyorlar. Bunun için Filistin duyarlılığını da unutturacak biçimde birtakım yanardağları aktif hale getirmeye çabalıyorlar.
İkincisi; Türkiye’de son yerel seçimlerde ana muhalefet ve eklentileri elde ettikleri zaferin sarhoşluğuyla erken seçim hayaline uygun bir zemin arayışındalar ve bunun tek yolunun da sokakları hareketlendirmekten geçtiğini düşünüyorlar.
Üçüncüsü; Hayli yıpranan bazı naylon partiler acilen taraftar kitlelere ihtiyaç duyuyorlar ve bu kitlelerin de lokomotifi olacak hormonlu bir heyecanla “Suriye’li göçmen” karşıtlığı gibi kullanışlı ve ucuz araçları elden bırakmıyorlar.
Dördüncüsü; Türkiye, ABD tarafından YPG’ye altın tepside hediye edilen devletleşme süreci karşısında Esed rejimiyle normalleşme de dahil hızlandırdığı bir takım radikal planlarda ısrar ediyor ve bu durum; Rusya, Amerika ve İran gibi sahada kartları bulunan güçlerin ağlarına takılıyor.
Beşincisi; Batılı oyun kurucular, muhafazakarlıkla dindarlığın yoğun sentezlendiği Sivas, Kayseri, Konya gibi haritanın ortasını iyi gözlüyorlar. Ve gelenekten kalma bir “tutuculuk” ile sekülerlik karşısında eriyen varlığını korumak için mevcut iktidarı desteklemekten başka çare bulamayan bu iç kesimlerin direncini elverişli provokasyonlarla kendi lehlerine çevirmeye çalışıyorlar.
2 Temmuz 1993 Sivas olaylarını da bu vesileyle hatırlayalım. Geçmişte, sağ, sol, alevi, sünni, sonra İslamcı, seküler ve ardından Suriye’li diye devam eden fay hatları her zaman algı mühendislerinin iştahını çektiği içindir ki, mesela Hillary Clinton’ın dışişleri bakanı iken Türkiye ziyaretinde uçaktan iner inmez kendisini karşılayan büyükelçiye; “Nakşilerle Nurcuların durumu nasıl” diye sorduğu soru, dudak okuma yöntemiyle ifşa olmuştu.
Son derece yorgun ve kırılgan ekonomisi yanında her alanda artan yozlaşmayla gözlerin, toplum dokusuna çevrildiği bir ülkede dış tehditlerin, sınırın bu tarafında daha etkin olduğu ortada.
Kendinden kopuş bu beldenin alın yazısı olmamalı ama maalesef öyle bir kitlenmişlik var.
Irkçılık bu diyarın etiketi olmamalı ama maalesef öyle bir aldanmışlık var.
Şeriat gibi dini sabitelere kimse laf edememeli ama maalesef öyle bir salıvermişlik var.
Siyaset, Hakkın rızası ve toplumun menfaati dışında şahıs ve grup çıkarlarına alet edilmemeli ama maalesef öyle bir kirlenmişlik var.
Çok hızlı bir şekilde bu halkın geleceğini umursayan ehl-i insafı buluşturmaktan başka çare yok.
Çok seri bir şekilde bu ülkeye musallat edilen fitne urlarını ayıklamaktan başka çare yok.
Çok kararlı bir şekilde bu memleketin ruhu olan adalet ve hakkaniyet köklerine dönmekten başka çare yok.
Yoksa çok geç olacak.
Yoksa daha yazık olacak.