Muhtar seçilince sandalyenin üstüne çıkıp şöyle hafif üstten bakarak çevresindekileri süzerken, “Allah’ın şu işine bak, az önce ben de sizin gibi biriydim” diyen kişinin fıkralık tavrına gülerken bu yaşanmış mı diye sormaya gerek yok. Bunun değişik versiyonları sürekli sahnede zaten.
Normalde bir (v) kadar değeri olmayan bazı gençler vardır. Askerde “şimdi sen çavuşsun” denilip de koluna iki pırpır takılınca bir anda cihan orduları başkumandanı edasına bürünürler ya hayli komik halleri görülmeye değerdir.
Makamın vakarı ile hatarını (tehlikesini) birbirinden ayıramayanlar için koltuklar, yetkiler ve ünvanlar rics’den başka bir şey değildir; rezil rüsvalık aracı.
Değil arşı alanın sahibi celle ve ala için, Allah’ın kendisine katından bir ilim verdiği kimseler için bile, taht denilen şey bir göz açıp kapamaya bakar. Bir bakmışsınız, Süleyman(as)’ın önündedir.
Hz. Ebubekir(ra) halife olduğunda, yüz kelimelik bir konuşma yapar. Orada mesela “Ben Allah’a ve Peygambere itaat ettikçe, siz de bana itaat ediniz. Ben Allah’a ve Peygambere isyan edersem bana itaatiniz lâzım gelmez” sözü kulaklara küpe, parmaklara yüzük, boğazlara kolye, omuzlara yük kabilindendir.
Müslümanın nazarında Allah’a itaati olmayan çobanın makam değeri koyundan daha düşüktür.
Sonra kader-i ilahi bir müspet misal daha verir, Ömer’i(ra) önce manevi rütbe olan hidayete, ardından bir makam odası ve müştemilatı olmayan “Emirü’l Müminin” payesine getirir.
Sadece bir sahnesine tekrar göz atalım: Denilir ki, Carud el-Abdî'nin de bulunduğu bir grupla yürürken bir kadın Hz. Ömer’i durdurarak şöyle der:
“Yavaş ol ey Ömer, birkaç kelime söyleyeyim de dinle. Günler ne çabuk geçiyor ya Ömer! Bir vakitler sana "Ömercik" diye seslenilirdi. O zamanlar Ukaz Panayırı'nda koyun otlatıyordun. Sonra ne ara büyüdün ki sana "Ömer" diye hitap edilmeye başlandı. Aradan yıllar geçti, şimdi sana "Müminlerin Emiri" deniyor. Halkın idaresi hususunda Allah'tan kork! Dikkat et, kim sakındırılan kötülüklerden uzak durursa uzaklar ona yakın kılınır. Ölümden korkan, iyilikleri kaçırmaktan da korkar.”
Bunun üzerine Cârud el-Abdî araya girip: “Müminlerin Emiri'ne karşı sözü uzattın ey kadın” deyip engel olmak isteyince, Hz. Ömer(ra); “Onu bırak! Bilmez misin o Havle binti Sa'lebe'dir. O, Allah'ın yedi kat göklerin ötesinden şikâyetini dinlediği kişidir. Âlemlerin Rabbi'nin dinlediği kişinin sözlerini Ömer dinlemesin mi? Vallahi Ömer, daha fazla dinlemeli. Vallahi, eğer o geceye kadar beni bırakmasa namaz vakitleri hariç, onun işini halledinceye kadar yanından ayrılmazdım.”
-Herkes üzerine alarak söylesin- öyle ya, sen daha dün elinden tutulan şu Alicik, Velicik değil miydin?
Sen bir damla su, bir çiğnem et parçası, bir kucakta ağlayan biçare.. Ahlakının güftesi ihlas kıvamında değilse, üç kıtalık hükmünün bestesi uşşak makamında olsa ne olur?
“Onlar ki şayet kendilerini arzda makamı iktidara getirirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler, ma'ruf ile emir ve münkerden nehiy ederler bütün işlerin akıbeti de sırf Allah’a aittir.” (Hac 41)
Peki, kendilerine makam verildiğinde namazla zıtlaşanların akıbeti? Zekatla tersleşenlerin sonu? Münkeri emredip maruftan nehyedenlerin hesabı?
Cambaz ipten düşmez, hüneri bu güya. İp düşse de yeniden çekilir. Ama bre gafil! el düşer, ayak düşer, takat düşer sonra silinip gider nam düşer.
Bakın yine Elmalı Merhum’un mealiyle aktaralım: “İş başına geçti mi yeryüzünde içine kadar fesad vermek ve hars-ü nesli helâk etmek için sa'yeder Allah da fesadı sevmez.” (Bakara 205)
Bir makamlık temerrüd, bir koltukluk kibir, bir yetkilik şımarıklıktan sonra ebediyen Allah(cc)’ın sevmediği bir pespayeye inmek yani.
El iyazü billah.