Eksem b. Sayfi. İsmini Arap Edebiyatıyla ilgilenenlerin dışında herhalde kimsenin duymadığı tarihi bir şahsiyet. Kendisi Temîm kabilesinin Üseyyid kolundan ve 612 yılında ölmüş. Çokça hikmetli sözleri, şiirleri, meselleri, mektupları ve tavsiyeleri olan ilginç bir kişilik. Peygamber Efendimiz(sav)’le ilgili haberleri duyduğunda çok yaşlı olduğu için oğlunu Mekke’ye gönderiyor.
Resulullah(sav)’in söylediklerini çok değerli buluyor ve yanındaki yüz kişiyle varıp iman etmek üzere çıktığı yolda ölüyor. “Kim Allah ve resulü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse onun mükâfatı Allah’a aittir” (Nisâ 100) ayetinin onun hakkında nazil olduğu da nakledilmiş.
İşte kavmini Hz. Muhammed(sav)’e varıp O’na iman etmeye çağırdığı uzun hutbesinin bir bölümünde şöyle diyor: “Yaşım ilerledi ve artık gayet zayıf düştüm. Benden bir güzellik gördüğünüz zaman onu kabul edin, bunun dışında bir şey görünce de karşıma dikilin. Şüphesiz oğlum bu adamla konuşmuştur. Bana O’nun haberi ve iyiliği emredip kötülükten nehyettiği, ayrıca güzel ahlâktan bahsettiği mektubu geldi. Muhammed’e işinde yardım etme hususunda en çabuk davranması gerekenler sizlersiniz. Eğer çağırdığı şeyler hak ise, o diğer insanların değil sizin lehinizedir. Eğer batıl olursa, ondan vazgeçmek ve onu örtmek, insanlardan en çok sizin hakkınızdır. Zorla gelmeden önce isteyerek gelin.”
Sözlerini bitirince dinleyenler arasından Malik b. Nüveyre isminde birisi çıkıyor ve şöyle diyor: “Muhakkak ki şeyhinizin aklı bozulmuş, bunamış.”
Bunu duyan Eksem b. Sayfi ise şu cevabı veriyor: “Veylün lişeciyyi minel haliyyi” Yani “Dertsiz yüzünden dertliye yazıklar olsun”
Ve bu söz meşhur bir atasözü haline geliyor. Şeciy halkı için üzülen, endişelenen manasında, haliy ise gamsız, umursamaz demek.
Aslında Malik b. Nüveyre’nin de bir motivasyonu var. Ancak onu tepki vermeye iten güdü, onun heva ve hevesi, endişesi, başkasına devredilir diye korktuğu statüko, onun kaçındığı şey değişim ve onun kaygısı hak, adalet, doğruluk değil, ne olursa olsun yerleşik düzene yönelik riskler.
Memleket yerine kendi meselesi için öfkelenen avam kalabalıklara elbette ki Malik b. Nüveyre etiketi vurulmaz. Ancak “Allah’ım dünyayı en büyük düşüncemiz ve gayemiz, ilmimizin sonu kılma.” (Tirmizî, Daavât 80) diye dua eden bir Peygambere(sav) ümmet olma iddiasındaki her müslüman birey için, bu konuda mazeret alanı hayli dardır.
“Filistin’de her gün birkaç Müslüman genci katletmeye devam ediyorlar. Lanetli topluluk, necis ayaklarıyla Mescid-i Aksa’ya giriyor.” Haber böyle ama artık ilgilenen kalmamış gibi.
“Daha üç gün önce İdlib’te yine kadınlar, çocuklar bombalarla katledildi. Oradaki ABD beslemesi yapı, şu kadar kişiyi kaçırmış.” Bilgi bu ancak gören, görmek isteyen yokmuş gibi.
“Afganistan korkunç bir işgalden yıkımdan, talandan çıkmış, yardım bekliyor. Kardeş diye seslenip gelin buraya yatırım yapın diyorlar.” Açıklama malum fakat duyan, kulak veren bitmiş gibi.
“Mısır’da darbe rejimi her gün yeni idam kararları alıyor, hapistekilerin durumu vahim.” Lakin kimse oralı değilmiş gibi.
“Doğu Türkistan’da Uygur Müslümanları kamplarda toplu kıyımlardan geçiriliyor, sağda solda muhacir olan birkaç kişi avazı çıktığı kadar bağırıyor” Ama herkesin üzerine ağır bir sağırlık çökmüş gibi.
“Yemen’de artık tamamen unutulup giden açlar, Arakan’da yuvalarından sökülüp atılan mazlumlar..” diye devam eden cümlelerse şimdilerde hiçbir haber merkezini cezbetmiyor gibi.
Ve bu ülkenin üzerine üzerine gidilen düşleri ve o düşlere üşüşen kara gölgeler de telaffuzdan vareste.
Yarınlarımızın, “bize bıraktığınız miras bu muydu” diye yorulduklarını da hayal etmekten korkuyoruz gibi.
Yazık oluyor Şeciyy’e, gam yüküne, endişeliye..