Mirali Yıldırım

Müslüman Ülkelerde Demokrasi ve Seçimler

07.04.2023 03:30:45 / Mirali Yıldırım

Demokrasi; halkın yöneticisini seçtiği yönetim şeklidir ve Batı (Yunan) menşeli bir kavramdır. Batı’nın halihazırdaki demokrasi, sandık, halk iradesi ve parlamenter sistemi, halkı Müslüman ülkelerle kıyaslanmayacak derecede kendini temsil etmektedir.

Müslüman ülkeler, halkın iradesi alanında kayda değer bir yol elbette almışlardır ancak birçoğunda, Antik Yunan’ın bile çok gerilerinde, komplo ve dayatmalar vardır. Batılı anlamdaki demokrasi, için almamız gereken daha çok yol vardır.

Batı demokrasilerinde; yöneten ile yönetilen, devlet ve halk arasında bir rejim sorunu yoktur.

Müslüman ülkelerin ekserinde; biten her seçimin bir türlü bitiremediği, bitirmek istemediği hayli sorun vardır.

Mesela Suriye’de %8’i temsil eden Esed’in halkının ne düşündüğünü sormayacağı bir gerçek. Mısır’da, Hicaz Beyliklerinde de durum aynı…

Gerçek halkın iradesinin İslami bir yönetim olacağı bilindiği için bu irade de her defasında hakem kararlarıyla en nihayet silah zoruyla alt edilmektedir.

Tam da bu yüzden Müslüman ülkelerde hiçbir parti, siyasi yapılanma hatta iktidar… genel anlamda kendisi olarak yaşayamıyor. Dindarı da dinsizi de -itiraf etmek lazımdır- kendi gerçeklerine rağmen yaşamaktadır. Bu ikiyüzlü yaşam, gerçek kahramanların sahneye inmesine engel oluşturmaktadır.

Bu tanımsız yaşam şekli; sahneye inen nice kahramanı, dâhiyi, duayeni, yerliyi de “görülen lüzum üzere istenen tarzda yorumlanabilen, değişik çap ve markada kullanılabilen araçlarla” değiştirmekte, dönüştürmekte; direnç gösterenleri ise ötekileştirmekte hatta sahnenin dışına atabilmektedir.

Yani bizim ellerde her kes her şeyi bilir ama değme hiç kimse o bildiği şeyi gereğince ifade edememektedir. Hakk’ın ve hakikatin şikâyeti, halkın kadim feryadı da bundandır.

Ey Yeşil Sarıklı Ulu Hocalar bunu bana öğretmediniz /Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz/ …Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı/ Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim/ Bunu bana söylemediniz/ İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler/ Bunu bana öğretmediniz/ Kardeşim İbrahim bana mermer putları/ Nasıl devireceğimi öğretmişti/ Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım/ Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini nasıl sileceğimi öğretmediniz” (İsmet Özel)

Evet doğrudur. Kimseler bunları öğretmedi, öğretemedi, bu gidişle de öğretemeyecek ama öğretemeyen pek haksız da sayılmaz. Hz Peygamber (as)’ın Ammar bin Yasir’e; “…eziyette yine inkar edebilirsin” sözünün neden söylendiğini artık daha iyi anlıyoruz.

Burada asıl suç ve suçlu; halkın iradesine rağmen var olmaya çalışan zihniyetindir. Çünkü onlar da beter bir garabet içindedir. Mesela Kur’an’a; “Arap Oğlu’nun saçmaları…” diyen Mustafa Kemal’in ne mertebe bir dindar olduğunu, adeta tekkede derviş olduğunu anlata anlata bir hal oldular. Ne gerek vardı? Aslında her kesin gerçek kimliğiyle yaşatılması daha sıhhatli değil mi?

İşte halk ile rejimlerin kedi-fare oyunu oynamadığı ortamlarda; insanların ruh ve beden sağlıkları kavileşir; doğal bir vatandaş kitlesi ve kahramanlar oluşur. Zaten bunun aksine de “Zulm ile âbâd olanın, ahiri berbâd olur!”

Seçim süreçlerinde kamuoyu yoklamaları yapılıyor. Şunlar soruluyor:

Şu kişi veya parti için; “tamam devam mı?” Tamam dese bir şey değişecek mi? Hayır!

“..oy verir misiniz?” peki vermem dese bir alternatifi var mı? Yoktur!

“Asla veya kesinlikle” sorusuna; asla (istemem) dese, isteyeceği bir yasa veya rejim alternatifi var mı? Hayır!

“İyi yönetiliyoruz/ yönetilmiyoruz” sorusuna vereceği hangi cevap, mükemmele götürebilecek?

Bu soruların sorulma şekli zaten sıkıntılı. Siyasi bir partinin veya halkın ne istediğine dair bir soru veya seçenek yoktur. Halk istediğini düşünsün ama o düşüncenin pusulada bir karşılığı yoktur.

İşte bütün bunların sonucunda da ekser halkı Müslüman ülkelerde; rejim ile hak, yönetilen ile yöneten, resmiyet ile gayri resmi, konuşulan ile konuşulmayanların çatışması vardır.

Daha da kötüsü; eleştirdiğimiz bütün bu kadim enkaz ve molozları kaldırabilecek imkan ve kabiliyette, birikim ve cesarette, o ilim ve irfana sahip İslami Yapı veya yapılar var mı? İşin burasında da ciddi sorunlar var.

Koca Rusya’yı zelil eden Afgan cihadı, kendi arasında bir tevhide gidemedi. Şehit Muhammed Mursi infaz edilirken, Selefi Nur Cephesi, darbeci Sisi’nin vitrininde yer alabildi. Suriye’de; her biri Esed’i tek başına yenebilecek Cihad cepheleri, birbirini perişan etti. Bizde; sağa-sola konuşlanmış siyasal yapılanmalar, gelecekteki kriz veya çözümlerin şimdiki resimleridir.

Olsun! Yetmez ama biz böyle de güzele ulaşabiliriz demek ki! Madem ki bir yapı, diğer bütün yapıları sırtlayamıyor; madem ki hizmete talip farklı farklı yapılarımız var; madem ki her camia kendine çekiyor, bu durumda kim veya kimler kazanacak?

Bildim ve buldum: hepsinin kahrını çeken kazanacak!

Şükür ki gamsız dertsiz değiliz. Derdimiz var ve derdimizi seviyoruz wesselam.

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar