“Bu ülke şeyhler, dervişler.. ülkesi olamaz” sözünden sonra yüzyıl geçti. Anadolu Halkı, türlü sebep ve sancılarla “ya kardeşim bu olmaz” dese de bir hedef seçilmişti. Binlerce yaya ve atlı o gün çocuklar gibi şendik ezgileriyle yürüdü! Tabi ki; Batılı anlamda, laik, demokratik, sosyal, hukuk, devlet ve cumhuriyeti için; gösterilen hedefe, yol verilen amaca hiç durmadan yürüyeceğine namus ve şerefi üzerine and içerek-içirilerek yürüdü. Olsundu…
Halk, asırlarca hilafetin yollarında yürümüş; Hicaza, Afrikalara, Kafkasya hatta Viyanalara kadar ezan sesleriyle yeminlerle, biatlerle hem de bir efendi olarak yürümüştü. Bin yıla varan bir yürüyüştü bu, ara ara da dinlenerek yürümüştü!
And içirilerek yürütülen halk, daha yüzyıl dolmadan yoruldu, takati kesilircesine yoruldu. Verileni yedi, içirileni içti içmesine de bu kez de ne yapacağını, nerede duracağını şaşırdı. Nasıl yorulmasın, nasıl şaşırmasın ki? Az zamanda çok ve kocaman işlere şahit oldu.
Tam da bu yüzden endişeliydi… bu yüzden sordu, soruşturdu: “Hedef dünyanın nimetlerini yiyen, halkının refah güvenini sağlamış olan Avrupa devletlerinin hâkim kıldığı halk iradesi, yakaladığı yaşam kalitesi ve istikrar ise nerede, ne zaman varacağız” diye!
“Artık söz milletin” olmalıydı. “Şu tepeyi de aştık mı Yeşil Vadi..” vaatleri, daha ilk başta vurgulanmıştı ama şikur bi doho ne bi îro (Bu gündense düne şükür).
Hedeflenen Avrupa’da sistemin oturtulması gibi bir sorun daha en başta yok gibiydi. Halk ile rejimlerin çatışmasına da şahit olamadık. Seçen ve seçmenler arasında izahı zor sürprizler yaşanmadı. Hangi zihniyet veya parti seçilirse seçilsin halkın dil, tarih, inanç ve ekonomik anlamda yaşayacağı bir gerilim, kriz veya kaos ortamı olmadı. Halk iradesini ve kurumları devre dışı bırakan Tek Adam karakterleri yaşanmadı. Hemen her düşünce veya azınlıkların -genel anlamda- temsil sorunu yaşanmadı, yaşanmıyor. Oralarda; muktedir çevrelerin, iktidarların zaman ve zemine göre dizayn ettikleri seçim, seçme ve seçilme yasaları olmaz. Partilerin uzun süren iktidarları olsa da “Tek Parti veya Tek Adam iktidarları” oluşmaz. Esasen TEK… TEK.. kelime ve zihniyetlerinin yaşama şansı olmaz!
Yüzyıldır bize anlatılan ama bir türlü hakikatine varamadığımız Batı Demokrasilerinde şu ifadeler de yoktur: “Ya ben ya hiç… Ben gidersen din iman batar, ekonomi çöker! Vatan dağılır… ülke işgale uğrar… Vatanı onlara teslim etmeyiz! … yedirmeyiz! Sen kim oluyorsun! terörle iş birliği… Susmasını bileceksin! Neyiniz eksik… daha ne verelim.. Otur oturduğun yerde! Doğru ve haklı olabilirsin ama gerçek çok farklı. Açıklarsam devlet zarar görür! Devlet rutinin dışına çıkabilir! Bir sağdan, bir soldan astık!
Şunlar da o diyarlarda olmaz hatta çirkef trajikomiklerden sayılır: Yasama, yürütme ve yargının tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan kolluk kuvvetlerinin, darbelerin veya vazgeçilmezlerin karabasan gölgeleri yok.
Eğri oturup doğru konuşalım. Müslüman hatır ve gönül işini aşamıyorsa gidip bir gavura(!) soralım Muhammed- İsa aşkına; biz bu işin neresindeyiz? Bütün bir Ümmet-i Muhammed olarak yukarıda saydıklarımızın neresindeyiz?
Türkiye Cumhuriyeti, ilk kurulduğu günden bugüne kadar hayli yol katetti ama varamadığı, varmaya da pek niyetli görünmediği ama mutlaka varması gereken yollar da çok önemli.
Yukarıda bahsettiğimiz trajikomik söz, sahne ve uygulamalar; halkı Müslüman tüm ülkelerde ve bizde de baskın olan gerçeklerdir.
Seçime bir alternatif, bir umut ve makus demokratik tarih ve talihimize ait ezberleri bozacak kadrolarla, söylemlerle girecek bir parti lazımdır. İlhamını “Hakk’ın gücü anlamına gelen Halk ’tan’ almalıdır ama
Ben o kudrette parti görmüyorum, sen göster! (Akif)
Bizde yüzüncü yılına varan cumhuriyet ve demokratik sistem kültürü için bir karar vermek zor. Karaya oturdu desek işin en başı buna mani. Rayına oturdu desem; raylar arasında sudan bahanelerle değiştirdiği makaslar buna mani.
Bir kere sık sık ensesinde hissettiği şu; “parçalanma, işgal, askeri darbe, terör, kriz, kaos ve iç çatışma..” gibi her defasında görülen lüzum üzere dayatılan korkuların artık kamuoyunun gündeminden çıkması lazım.
Birilerinin, bir partinin; normale dönmüş, korkularıyla yüzleşen, yüzleşebilecek hatta yüzleşebilmiş bir Türkiye’yi konuşması, vadetmesi daha da önemlisi “Ben bunu yaparım” demesi lazım! Türkiye ve nice destanlar yazmış Aziz Anadolu halkı bunu pekâlâ hakediyor!
Seçim var. 14 Mayıs 2023’te kaçınılmaz gözüküyor. Bu, merhum Adnan Menderes’in Tek Partinin Tek Adamını bitirdiği 1950 seçimlerinin de tarihi olması hasebiyle önemli.
Bu seçimde işin garip tarafı muhalefet de iktidar da Menderes’in Demokrat Partisinin rolünü oynuyor ama hakikatte o taraf kim işin orasını da her kesim farklı yorumluyor.
Menderes; Milli Şeflerin TEK’çi zihniyetine karşı halk iradesini haklı olarak konuşan, Sakarya ve Fırat’ı daha doğrusu Anadolu’yu temsil edebilen ve sadece kendisi olan bir parti olarak çıktı. Halkı inandırdı ve ezici oyla da seçildi.
Aynı çıkış; mütevazi olsa da Hakk adına, halka nice tespit, kardeşlik ve kurtuluş reçeteleri ve projeler sunma hakkı ve yüzü olan ama haklı olarak sabrı zorlanan bedel ödemiş yapı ve partiler(!) için zihnar hayati önem taşıyan bir beka meselesidir.
Sonuç olarak; siyasette zaman kısadır. Sen sabret, nasıl olsa zaman sabretmesini bilmez! Önemli olan kendisi olarak var olmak ve kendine güvenmektir. Bir de ayran gibi malın (Projelerin) olsun; sineği Bağdat’tan gelir! Kim seçilirse seçilsin, hangi iktidar gelirse gelsin; insanlık, değerler, cüzdan ve vicdan yorgunu olan halk artık şunu dememelidir:
“Eşkiya bindi bire indi - Hepsinin hakkından gelen Hepsinden daha zalim şimdi..”(Nef’i) Wesselam.