Kültürlerin zayıf yönleri ve zaafları vardır. Günümüz dünyasındaki hâkim zihniyetlerin yoğunlaştığı adeta beka meselesi haline getirdiği eğilimleri ve kadın kimliği üzerinden yürüttükleri operasyonlar vardır.
İslam’ın da içinde bulunduğu Doğu Kültürünün zayıf yönleri; sosyal hayatın hemen her sahasında tevekkülsüz cesaretin istatistiğin paralelinde kullanılmaması, duygusallık, rehavet, mahremiyet, tüketim (israf), tolerans ve yargının gücün etkisinde yürümesi gibi sıkıntılardır. Doğu kültürünün zaafları da aynı değerler etrafında şekillenmiştir. Fark diye zikredeceğimiz özellikler genel anlamda fark olmayabilir ancak kimi özellikler, bir yerde daha baskın olduğu ve olacağı için o kültürün de ayırt edici özelliği, kimliği olur.
Batı Kültürü, Doğu Kültürünün aksine bir karaktere sahiptir. Batı Kültürü yukarıdaki değerlerin neresinde? Bakalım:
Batı’nın cesareti, tevekkülünün hayli gerisinde. Buna, işi şansa bırakmama da diyebiliriz. Her şeyi dünyasından ibaret olduğu için bunu kaybetmemek için her tedbiri alır; komşusuna, yol arkadaşına hatta çıkar ilişkisinin olduğu her millete ve devlete her bedeli ödetir, her faturayı kesebilir. Osmanlıdan sonda Kürt kanı üzerinden dramlar türetmesi, bu dramların faili olan ülkelerden tavizler koparması; bu kültürün devamı için da kanayan yaralar, çözülemeyen sorunlar bırakması gibi. Parsellediği Hicaz toprağı, eğitimsiz ve asayişsiz bıraktığı Afrika gibi geniş alanlar da Batının devletlere kestiği ağır faturalardır.
Emperyalist Batı, ötekilere ödettiği bu fatura ve bedellerin istatistiğini, kabul edilebilir en az hata payıyla yapıyor. Her savaş, barış veya dramın maliyet hesabı ve makul izahı da önceden belirlenmektedir. Mesela Hiroşima’ya atom bombasının atılmasının sebebi, “insan kaybını ve savaşın uzamasını önlemek, dünyayı istikrar ve asayişe kavuşturmak..” diye açıklanmış tabi ki yersek! Ya Halepçe üzerinden mazlum Kürd halkına yaşatılan II. Hiroşima tecrübesi? Bunun izahı ise sezonluk aralıklarla Kürt’e verecekleri ihaleler sonucunda görecekleri lüzum üzere mahalli anlamda yapmışlardır, yapacaklardır.
Batı kültüründe duygusallık da olmaz. Bir menfaatin olduğu zaman ve zeminde duygulara yer yok. Birer misafir olarak vardıkları Amerika Kıta’sında, kendilerini baş tacı eden Yerlilere yaptıkları soykırım Batı realizminin, natüralizminin hatta kuru aklının net göstergesidir. Kauçuk tarlalarında çalıştırılan bir baba verimden düşünce, oğlundan daha verim almak için babanın ellerini kesen Batı; İncil ve İsa(as)’ı; rutin suç ve günahlarının dünya ve ahirette resetlenmesi için haftalık yıkama ve yağlama aracı yapmaktan da çekinmemiş, hayâ etmemiştir. Zaten özrü kabahatinden büyük olanın çekinme, hayâ etme gibi bir ihtiyacı da olamaz!
Rehavet; tedbir ve çabadan el etek çekmektir ki, her defasında daha çok kazanma hırsıyla yaşayan Batı kültürü buna müsaade etmez. Bir insan, makine gibi en verimli şekilde nasıl çalışır ve çalıştırılır; verilecek eğitimin derecesi, emeklilik yaşı; kazanacağı parasını nerde, nasıl, ne zaman harcayacağının istatistiği DPT’ler hatta sanayi ve aydınlanma cağı filozofları tarafından yüz tekrarlı teorik ve pratik uygulamalarla belirlenmiştir.
Yani yüzlerce tekrarla uygulanan deneyimlerle sistemini, devlet kültürünü oluşturmuş bir Batı vardır. Sanayi devrimini tamamlamış kapitalist sair devletler de Batı’ya dâhildir.
Verdiği eğitimin yetiştirdiği insan tipi; ruhsuz bir makine gibi işliyor; hırsızlık, oyalama, ihanet, bilmediği meslekte diretme, liyakatsizi yükseltme, tembellik gibi bizde gelenek olmuş hiçbir şeyi istemiyor, yapamıyor. Kazan kazan kültürü... Sigortalı köleler gibi çalışan vatandaş, kazancıyla yetiniyor; işverenin, devletin ve asayişin işini de kolaylaştırıyor. Firavunların istediği kullar..
Kadın; Batı’daki kapitalist sermayenin birçok yönden nemalandığı insan gücü olduğu için kadim değerlerin dışına; aile hatta annelik müessesinin üstüne çıkardığı zarif ama kontrolsüz, korumasız bir güç belki de bir sermayedir. Kapitalist Sermaye, “kadına şiddet” üzerinden, duygu ve değerlerin hala toplumu kontrol ettiği Doğu milletlerinin özellikle de İslam Milletlerinin haremlerine girmiştir. Kadın, “sanal özgürlük ve eşitlik” üzerinden “aile, annelik, normal bir insan gibi çalışıp yaşadığı ortamından” koparmıştır. Anne şefkatinden mahrum bir toplum Emperyalizme hizmet edecektir.
Korumasız ama kendisi için gözünü kırpmadan feda olacak, onu başının tacı yapacak, masum aşkına her bedeli ödeyecek bir erkeğin korumasından mahrum olmuş bir kadın da kapitalizmin gönüllü kölesi olacaktır. Bu gün devlet ve yasaların desteğiyle yayılmak istenen kadın merkezli zina, suç ve günahlardan milyar dolar kazanan nice nice işletme, kurum ve kuruluşlar vardır.
Değerler; kadın üzerinden, küresel sermayenin işlettiği üst akılların ürünü olan oyunların kıskacında. Bu oyunlarla başa çıkmak, yerel kurum, kuruluş, STK ve cemaatlerin imkan ve kabiliyetini aşmaktadır. YOU TOUBE, TİK TOK, Face book, Twitter… gibi genel anlamda emperyal-kapitalizmin, küresel Suç ve Günah Şebekelerinin Şövalyesi olmuş hesaplarla hangi İslami cemaat, hangi STK başa çıkabilir?
Kadın ve erkeğe ait mahremiyetlerin ticari amaçla mezata çıkarıldığı Dünya, helak olan muzır kavimlerin post modern cahiliyesini yaşıyor! Balçıkla sıvanamayacak olan Hakikatse mahzun ve metruk.
İsraf ve tolerans kavramlarına, yazıyı uzatmamak adına girmeyeceğim ama bunlar da Doğu kültüründe Kur’an ve kadim değerlere rağmen can çekişmektedir. Yargı ise halka ve Hakk’a rağmen gücün elinde en güçsüz dönemlerini yaşıyor.
Bu savrulma ve can çekişmeye rağmen; küresel emperyalizm, Siyonist Sermaye ve uluslararası suç ve günah şebekelerini, -yeri ve zamanı gelince- Küresel Mübareze Meydanlarında yenebilecek yegâne güç ve zihniyet İslam’dır. Biz bilmesek de Küresel Cahiliye, sermaye ve terörizm bu korkulu rakibini pek biliyor ve acımıyor.
İslam ise yerdeki sancağını alabilecek iman, ilim, cesaret ve feraset sahibi Azınlığını beklemektedir. Çünkü “Nice az topluluk, çok olanlara galip gelmiştir” gelecektir!
“Allah’ın yardımı ve fetih..” Muzaffer Azınlığını beklerken haydi… Vesselam!