Batılı filozoflar; esas itibarıyla Gazali’den, Sina ve Bîrunî’den hatta Hallac-ı Mansur’dan pek farklı bir şey dememişlerdir de denebilir.
Gördüğüm kadarıyla mesele şu:
Kadd-i yâri kimi halkın serv okur kimi elif
Cümlenin maksûdu bir ammâ rivâyet muhtelif
Ortada bir sevgili ve bunun aşığı var. Âşık, dünyanın seyyahı insandır. O’nu arıyor. Sevgili, Kâinatın sahibidir. Kabul edenin de etmeyenin de demek istediği işte bu güçtür. Biz O’na Allah diyoruz.
Hegel, buna tez olarak Geis diyor. Kant, bunu sentetik akıl ve fıtrattan gelen bilgi ile açıklar; bir diğeri de terazisi çekemediği için idrak ve sözünün bittiği yere gelir, tükenir; inkâr eder. Çözümü Hiçlik’te bulur. Kardeşlerim kaşlarını çatabilir ama “hiç” diyenleri de anlıyorum.
“Zenginler, fakirlere tanrıdan başka bir şey bırakmadılar” diyen Niçe, “Tanrı öldü..” derken, aslında celladına gülümseyen Hallac-ı Mansur’un dediğinden başka bir şey demiyordu.
Muhyiddin Arabi de “ilahınız ayaklarımın altındadır..” derken aynı şeyi diyordu.
Elmalılı Ahmet Hamdi de “Allah vardır; kâfirin küfründe, zalimin zulmünde, âlimin ilminde…” derken bunu kastetmiş.
Bunların hepsi de Yaratıcı’nın varlığının delilleri değil mi zaten? Her sahanın serdengeçtisi vardır; silahşör, kalemşör, zebanşör.. gibi. Kulluk ve isyan arasında geçen hayata bir mücadele olarak bakarsak, ben-i âdemin mücadelesi de budur.
Batı filozoflarının vahye karşı red/inkârının haksız da olsa bir sebebi vardır.
Bir kere Batı insanının Hristiyanlıkla buluşmasında talihsizlikler vardır. Hristiyanlık; zor geçitleri, sarp dağları, despot liderleri, haramdan nemalanmış otoriteleri aşarak Batıya ulaştı.
Pers ateşgedelerinin kıyısından geçerek Anadolu’yla buluşan Nasranilik, beter cellatlarla, Bizans Oyunları’yla karşılaştı.
Bizans ve Roma’da ilkesel olarak üçlü ilah ve sayısız iyilik ve kötülük tanrıları; kendini tanrı olarak dayatan hatta kabul ettiren insanlar vardı.
Bu insan tanrılar; Âdem’den kalma atalar dini kırıntıları üzerine keyfince dinler inşa etmişlerdi. Lut ve Semud, Ad… kavimlerinin Frengistan’daki varisleriydi bunlar…
Drakula, tiranların, Sezarların.. tanrı olduğu, kadının şeytan olarak bilindiği bir köleci toplumdu.
Tevhidi toplumların kınayıp lanetlediği bir yaşam benimsenmişti. Despot kralların kanunları, günümüz laik zihniyetlerin sahiplendiği LGBT-İ yaşamı yaşıyor, dayatıyordu.
İşte bu yönetimlerin uyguladığı cahili yasaların diyarından Balkanlara, oradan Avrupa içlerine varan Hristiyanlık; daha Anadolu’dayken Teslis ile tanıştı. Kralların imal ettiği Olimpus’taki büyük tanrı Zeus, insana yaranmaya çalışan Promete’yi zincire vurmuştu. Bunun gibi nice iyilik ve kötülük tanrıları vardı.
Bu zorlu yollardan geçen İncil ve İsa (as)’ın maneviyatı, despot Sezarlarla barıştırıldı. İptidai sekülerizm, eli kanlı, yol yorgunu bir müflisti. Hakk’a teslim olacağı yerde, Hakikat ile pençeleşti.
Büyük Konstantin, İznik Konsülleriyle, yeni dinin hamisi kesildi. Tevhidi savunan birlerce muvahhit papaz, keşiş katledildi, toplu kıyımlar yapıldı. Binlerden dörde indirilen İncillerle -sözüm ona- Hristiyanlığa inayet(!) edildi. Böylece zorlanmadan Hristiyanlığı değiştirdi, dönüştürdü.
Sezarların hizmetine sunulan İsa ve İncillerin başına, profesyonel tezgâhlarda örülen çoraplar örüldü, vahyin defteri dürüldü, işi görüldü.
Artık sıra din tüccarlığına ve dinin sırtından geçinmeye gelmişti. Post modern ilahlar olan krallar daha da tartışılmaz oldu. Kiliseler ve ruhban sınıfı nimete, halk ise sefalete boğuldu.
Haçlı seferleriyle telef olan, açlık ve salgın hastalıkların pençesine düşen milyonlar; Güney’den ve Doğu’dan kapılarına dayanan İslami akınlarla uyandı. Endülüs ve Osmanlı’ya karşı bir şey üretemeyen Avrupa; bu yeni güçle tanıştıkça umutlandı, kendine geldi; “dünya geniş, nimetler bolmuş..” demeyi öğrendi.
Kim ne derse desin, Batı’daki Reform ve Rönesans’ı hazırlayan işte bu sebeplerdi.
Soru, bilimin; hicret de zenginliğin anahtarıdır. Avrupa, soru üzerine sorular sordu; dünyanın dört bir yanına yöneldi. Sordukça öğrendi; dünyayı keşfettikçe de zenginlikleri çaldı, katliamlar yaptı, Yerlilerin mülküne kondu.
Bu ani ve beklenmedik zenginlik, Avrupa’nın başını döndürdü. Başı dönen Batı’nın Beyaz Adamı; evvela yoluna set çeken, geleceğini karartan kendi değerlerine saldırdı.
Batı; direndiği statükoya karşı haklı ama Yaratana karşı ağır suçluydu.
İşte Batı’nın aydınlanmasını sağlayan Filozoflar; böyle bir ortamın, din tüccarlarının tükettiği bir toplumun nesilleri olarak büyümüşlerdi. Güç sahiplerinin tüm despotluklarını, ruhban sınıfının tüm yobazlıklarının sebeplerini, Garib Din’e bağladılar. Sefaletlerinin, cehalet ve boğuşmalarının müsebbibi olan yobaza, zorbalara hesap sormada isabet etseler de “din ve değerleri sorgulamada” yanıldılar, adil olamadılar!
Frenk filozofların akla yönelmelerinde bir bahis yoktur amma vahyi, hayatın dışına atmaları, infaz etmeleri hatta imha etmeleri; isabet olmamış, yakışmamıştır. Filozoflar; töhmet altında kalmış, her şeyi çözemeyen, zaten sınırlı olan aklı ilahlaştırmışlardır. Böylece post modern bir şirkin kapısını açmış; genelde tüm insanlığı, özelde de Batı insanını din gibi bir muazzam kaleden mahrum bırakarak yetim ve mutsuz bırakmışlardır.
Bugün tüm zenginlik ve ihtişamına rağmen Batının sanayisi elemlidir, bilimi kördür, medeniyeti canavardır, insanı mutsuzdur..
Bacon’un deyimiyle; “Köpek, sahibine, insan da yaratıcısına yöneldikçe değer kazanır!”
Kainatın sırrı, sonsuzluğun cevabı, nefsi dizginlemenin, dünyayı paylaşabilmenin, özgürlük ve insanın ne demek olduğunu anlamanın yolu; “Lailahe illallah..” demektedir wesselam!
HİSSE:
1-Teravih namazları camilerde!
Sağolsun DİB başkanı Mele Mehmed, bu kararıyla isabet etmiştir.
“Seherde kalkın insanlar/ Hatim edin Kur’an’lar/ Eyvah desin şeytanlar/ Ramazan geldi Ramazan/ Ramazan geldi Ramazan”
2-Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Başkanı diyor ki:
“İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik siyasi tavır; kaynağını ortaçağdan alan, tarikat ve cemaatlerin başını çektiği kadın ve cumhuriyet düşmanı, laiklik karşıtı, gerici bir tavırdır –hemi de-erkeğin gücünü pekiştirmekte.”
Boş konuşmuş.. Manda Yoğurdundan ne anlar.. bunlar; 284 Sayılı kanun savunucuları lo! Ya yulaf, pardon arpa ezmesi….(!?)?
3-İngiltere, Rusya ve Amerika sırasıyla Afganistan Kayası’na tosladılar.
Her kes dersini aldı ama Rusya İkinci kere Ukrayna’da da saplandı.
Ker, ker e; lê carek dikeve çolê!