Sacid kardeşimizin şehadetinden iki hafta kadar önce iş yerimin eksiklerini tamamlamak için Adana’ya alışverişe gittim. Adana’nın sıcağını yaşamayan, sıcaklardan dert yanmasın. Elektrikli su ısıtıcısı içindeki suyu nasıl kaynatıyorsa, Adana sıcakları da insan beynini fokur fokur kaynatıyor. İnsan mucizevi bir şekilde, yaratılışına uygun olarak bulunduğu ortama çabuk uyum sağlıyor. Adana'nın yabancısı olduğumuzdan arabamızdan iner inmez önce bir sendeledik. Yanımdaki arkadaşım yalpalaya yalpalaya Kocavezir Camisi’nin duvarına tutunup oracıkta çömeliverdi.
İki sokaktan oluşan ve yaklaşık bir futbol sahası büyüklüğünde olan toptan zücaciyeciler sokağı hem Akdeniz'in hem de Güneydoğu’nun tüm zücaciye ihtiyacını tedarik ediyor. Limandan ve İstanbul'dan yanaşan TIR’lar yüklerini boşaltırken, küçük araçlarla da ülke içine sevkiyat yapılıyor. Ağır kolilerin altında iki büklüm olan Suriyeli hamallar, alınlarından boşalan tere aldırış etmeden ekmek paralarını çıkarmanın derdine düşmüşlerdi.
Elindeki tasları birbirine vuran, sırtlarına attığı termoslarla, “buz gibi, meyaaannnn şerbetttt!” diye bağıran pala bıyıklı şerbetçi dayıya sesleniyorum. Tasta verdiği meyan kökünden yapılmış şerbeti arkadaşımla bir nefeste içiyoruz. Caminin bit pazarına bakan çıkış kapısının yanı başında duran alüminyum sacdan yapılmış bir el arabası dikkatimi çekiyor. Günlük içtiğimiz gazozun anında imal edilip ikram edildiği, koca koca gazoz imalat fabrikalarının küçültülüp el arabasına özenle yerleştirilip tasarım verilmiş, çok otantik bir el arabası. Şu arka tarafta olan pazarcılar caddesinde 10-12 yaşlarımda içmiştim bu gazozu.
El arabasında bundan kırk sene önce, modern tabelacılığın olmadığı zamandan kalma, el fırçasıyla yağlı boyayla yazılmış bir tabela ilgimi çekti: 'EFSANE ADANA GAZOZCUSU'. Çocukluğuma götürdü bu tabela beni. İlkokul çağlarındayken, iş yerimize yakın, sembol kuyusunun yanında 'tabelacı Kurtuluş' vardı. Koca koca tabelaları el fırçasıyla yazardı. Yanına alacağı çırakların el yazısını kontrol etmeden, çırak almazdı. Yazısı kötü olandan tabelacı, sesi kötü olandan şarkıcı olmaz derdi. Zaman seni haksız çıkardı Kurtuluş abi. Teknoloji her şeyi alt üst etti. Karga gibi sesin olsa dahi; bir programla bülbül gibi şakırdarsın, iki programla ebru hat yazısı dahi yazarsan. Yapay zeka denilen bir icat çıktı Kurtuluş abi, ne meret şeyse Celal Şengör'e ilahi bile söylettiler. Sanatkarlık da çöpe atıldı.
Karşımızda duran kocaman termometreye gözüm ilişti: Sıcaklık 49 derece. Birkaç işyerine uğrayıp, alışverişimizi yaptık. Aracımızın yüklenmesi için sıramızı bekledik. Esnaf yoğun ve oldukça da sabırlı. ‘Bu kadar ticaretin ve kazancın bol olduğu yere bizi katsalar biz de güler yüzlü ve sabırlı oluruz’ dediğinizi duyar gibiyim, haklısınız. Dışarıdaki sıcaklıktan eser yok. Klimalar durmadan çalışıyor. Dışarıdaki 50 derece sıcaklıktan bunalıp güneşe pompalı ile ateş eden, sıcaklıktan buz gibi havaya kaçıp, klimayı icat eden Carrier'in ruhuna helva dağıtan Adanalıların ruh halini daha iyi anlıyorum.
Suriyeli bir çalışan abi; “Sizin mallar tamam, aracınız hazır” deyince, içeriden istemeye istemeye çıkarak aracımıza bindik. Birkaç metre ilerledik, sokak tıkandı. İlerleme ihtimalimiz sıfırdan daha düşük. Arkadaşımın yönlendirmesiyle sağa döndüm. Gördüklerimden irkildim, nereye düştük böyle deyip içeriden araç kapılarını kilitledim. Harabe evler, çürümüş çinkolar, paslı kapılar, virane olmuş hayatlar… Briketler paslanır mı? Evet evet yanlış söylemedim! İşlenen günahlardan olsa gerek briketler pas rengine dönmüş. Duvarlar üzgün, kapılar yasta, viranelerin kalbi kırık. Gördüğümüz her şey azapta.
Sağa sola dağılmış gençler, şahin bakışlarıyla önce etrafı kolaçan edip hızlıca bir şeyler satıyorlar. Kenarda oturan kirli sakallı bir ihtiyar, pis bir şişeyi kafaya çekiyor. Orta yaşlı bir kaç kişi sıcak çakıllar üzerinde çember kurup, 'cığara' sarıyorlar. Gençler acayip bir yüze sahipler. Madde bağımlılığı 20-25 yaşlarındaki gençlere 80'lik ihtiyarlar görüntüsü vermiş.
Kenarda ellerini koca koca açıp hızlı adımlarla yürüyen, çektikleri tespihle çakma külhanbeyi yolunda yürüyen gençlere yaklaşıp, sokak çıkışının nerede olduğunu sordum. Gençler bize döndü, jilet izlerinden Yugoslavya haritasına dönmüş olan kollarıyla yol tarifi yaptılar. Yaptıkları tarife uyarak, Nas ve Felak surelerini okuyup sokak çıkışına doğru şüpheyle yöneldik. Ana caddeyi görünce Rabbimize şükrettik.
Şehid Sacid kardeşimizin mücadelesi, çilesi, koşuşturması, bu sokağın bataklığına düşmüş sakinlerini aydınlığa çıkarmaktı. İkindi vaktinde, Asr suresinde ikindi vaktine yemin eden Rabbine yaptığı secde anında, bu sokağın bir failleri tarafından şehadete ulaşması da kaderin bir cilvesi olsa gerek.
Ebubekir Atasoy