Bana bir masal anlat baba
içinde evimiz olsun
yağmur kar olmasın, sadece güneşle ay…
Anlatırken tut elimi
göçük altında kalıp ölsem bile
bırakıp gitme sakın beni...
Mesut Hançer, Kahramanmaraş’ta fırında çalışan, alnının teriyle ekmeğini kazanan biri, o bir baba. O gün yine işten yorgun argın gelmiş, bitap düşmüştü. “Evime” varayım duş alıp dinleneyim düşüncesindeydi. Fırıncılar eve herkesten geç gelir ve gecenin karanlığında işe giderlerdi. Aileleriyle, çocuklarıyla fazla vakit geçirme fırsatları olmazdı. Kapıyı çalmasıyla Irmak'ın kapıyı açması bir olurdu. Yine öyle oldu. Irmak henüz on dört yaşlarında evin en küçük çocuğu. Hoş geldin baba demişti Irmak, babasının gözlerinin ta içine sevimli sevimli bakarak… Küçük kız babasının ellerini öpmüş, boynuna sarılmıştı. Baba bu manzarayı çok seviyor, yorgunluktan eser kalmıyordu, her seferinde heyecanlanıyor kızına sıkı sıkıya sarılıyor bir daha bir daha öpüyordu alnından kızını. Aile sıcaklığı tüm iş yorgunluğunu alıp götürüyordu. Zaten evi ev yapan dört duvar bir tavan değil işte bu sıcaklıktı.
Ellerini boynuna dolamıştı babasının, küçük ellerinden öptü babası ne de olsa her kız prensesiydi babasının. Baba bakmaya kıyamıyordu en küçük nazenin çiçeğine. Babalar kızlarını ne çok severdi çok sezdirmeseler de. Keşke hep belli mi etseler acaba…
-Hem birinci dönem takdir de aldım artık bir ödül hak ettim dimi baba?
-Babalar için en büyük ödül, en büyük şans kızlarıdır yavrum bilmiyor musun?
-Hem söz ver bu baharda uçurtma da yapacaksın bana, birlikte uçurtma uçuracağız değil mi baba?
-Tabi ki söz, havalar az açsın şu kara kışı bir atlatabilsek sen gör neler neler yaparız!
-Baba söz ver hiç bırakmayacaksın değil mi ellerimi?
-Bırakır mıyım hiç canım kızım sözleri döküldü babanın dilinden/yüreğinden.. Bir daha öptü alnına götürdü kızının sıcacık ellerini. “Kız çocukları Allah’ın ne güzel lütuflarıdır” diye içinden geçirdi.
Uzaklardan bakınca bir adam dikkatini çekti fotoğrafçının, bir şey tutuyordu molozlar, koca koca yığılmış duvarlar arasından. Seslendi duymadı adam, iyice yaklaşıp adama bakınca yıkılanların sadece duvarlar olmadığını anladı. Hayallerdi yıkılanlar, umutlardı geleceğe dair ne varsa.. Acının, hüznün, tükenmişliğin fotoğrafıydı tam karşısında duran… Garip adamın küçücük bir eli tuttuğunu fark etti sonra. Yıkık duvarlar arasında küçücük bir el... Uzaklara çok uzaklara dalmıştı gözleri, yüzünde ifadesiz bir hal, üzülmeye bile mecali olmayan.. Atom atılsa duymayacak durumdaydı, saçı sakalı ağarmıştı bir gecede. Hissiyatını, duygularını, kendini, her şeyini kaybetmişti hem sözü vardı kızına asla bırakmayacaktı kızının minik ellerini, elleri gittikçe soğusa da..
Mustafa Durmaz