Ala Kaddum, henüz beş yaşında dünyalar tatlısı, içi içine sığmayan, sevecen mı sevecen, meraklı bir çocuk, Filistinli bir çocuktu...
Ala o gün ikindiden sonra cami dersinden eve gelir gelmez Kur’an’ını odada masanın üstüne bırakmış, ayak üstü bir şeyler atıştırmış, kapının önünde arkadaşlarıyla oyunlar oynamak için dışarı çıkmıştı, annesi seslenmese sabaha kadar oynardı belki de çocukluk işte. Eve gelince annesinin kendisi için diktiği kırmızı elbiseyi giymiş, çok sevmiş aynanın karşısında defalarca dönmüş kim bilir babam görse ne kadar sevinecek diye defalarca söylenmişti. Sabırsızlıkla babasını beklemiş, sürekli babam ne zaman gelecek diye annesine sormuş; ama kısa zaman sonra uyuyakalmıştı. Babası geç saatlere kadar çalıştığı için eve geç geliyor, erken gidiyordu işe. Çoğu zaman Ala’yı haftada bir iki kere ancak görebiliyor, çocuklarına vakit ayıramıyor, bundan vicdanen çok rahatsız oluyor; ama hayat şartları bunu gerektiriyordu
Ala o gün de yeni elbisesini giymiş başına rengarenk kocaman örtüsünü takmış bugün uyumayacağım babamı muhakkak göreceğim yeni elbisemi babama göstereceğim diye tutturmuş, ne de olsa her kız babasının en değerlisiydi/ prensesiydi...
Ala’nın Annesi kocasını telefonla aradı Ala’nın çok heyecanlı olduğunu elbisesini
kendisine göstermek istediğini hala uyuyamadığını bugünlük de olsa erken gelme imkânı olup olmadığını sordu. Şansını deneyeceğini ama izin almasının zor olduğunu söyledi eşi. Ala’nın babası telefonu kapatırken gözünde kızının yeni elbiseleri canlandı kim bilir ne kadar yakışmıştır melek kızıma diye geçirdi içinden tatlı bir tebessüm yayıldı simasına...
Bir kâğıda resimler çizmiş, zeytin ağacı, askerler, Güneş ve Kudüs’ü çizmişti, böyle olurdu Filistinli çocukların resimleri... Oyuncak bebeğiyle konuşmuş ona evlerinde en çok konuşulan konu olan Kudüs’ün özgür olacağı günlerden bahsetmiş, kek ve çay hazırlamış, oyunlar oynamış, bebeğini uyutmuş kendisi uyumamak için çok direnmiş ama saatler ilerledikçe minik bedeni uykuya yenik düşmüş masum gözleri kapanmış, evin giriş kapısının eşiğinde halının üstünde babasının yolunu gözlerken uyuyakalmış. Üstünde yeni elbiseleri, başında kocaman örtüsü, ayağında iki parmağı ve topuğu yırtık çorabı, kucağında oyuncak bez bebeğiyle. Annesi kızını kaldırmış yatağına koymuş, kızı uyurken defalarca al yanaklarından öpmüş üstünü örtmüştü.
Ala henüz beş yaşında olmasına rağmen annesine ev işlerinde yardım ediyor, sorumluluklarını yaşının üstünde bir özveriyle yerine getiriyordu, kardeşlerinin elbiselerini katlıyor ellerini yıkamada yardımcı oluyor, onlarla oyunlar oynuyor, sofrayı toplamada
annesine yardım ediyordu.
Hayat herkese eşit davranmıyor içine doğulan ortam bazen insanı vaktinden
evvel olgunlaştırıyordu hele Filistin’de...
Hayatın en güzel günleriydi oysa çocukluk dönemi koşuşmalar, gülüşmeler
yorulup tekrar tekrar oyun oynamalar. Her şeyi oyun ve eğlenceye çevirme dönemleri. Küçük şeylerle kocaman mutlu olma dönemleri. “Çocukken...” diye başlayan cümleler o yüzden hep özlem yüklüdür.. Yaşıtları kar topu, bilgisayar oyunları, akülü arabalar en güzel oyun alanlarına sahipken Filistinli çocukların payına patlamış fişekler, patlamamış
misket bombaları, acı ve gözyaşı düşmüştü, sokaklar ayağını, elini, gözünü kaybetmiş çocuklardan geçilmiyordu
Ve acımasız bombalar düştü art arda sıcacık yuvalarına... Parçaladı bedenleri,
hayalleri, çocukları, umutları...Ala parçalanmış bedeni, annesinin yeni diktiği elbisesi, kucağında bez bebeği…Hani küçük çocukları küçük mermilerle vuruyorlardı. Ve Ala’ya kanlı kefeni giydirilmiş, alnından kanlar akar halde babasının kucağına verilmişti. Acılı baba kızına yarı baygın baktı böyle mi görecektim seni, hani güzel elbiselerini gösterecektin babana, seni
kefenler içinde mi görecektim yavrum diyerek hıçkırıklarla ağlıyordu...Zalimler, katiller!! Ne istediniz minicik kızımdan size ne yapmıştı bu masum çocuk!!
Cenaze törenlerinde normalde insanlara dönüp bu ölüye hakkınızı helal ediyor musunuz derler; oysa Filistin’de şehitlere dönüp bu ümmete hakkınızı helal ediyor musunuz diyorlar.
Bize hakları helal midir acaba, düşündük mü hiç heybemizde ne vardır bu kardeşlerimiz için. Minik Ala cenneti a’laya uçtu.
Zalimler için yaşasın Cehennem!
İSMAİL DURMAZ