İnsanlık tarihinde insanın bilgiye bu kadar çabuk ulaşmasına rağmen bu kadar çözümsüz kaldığı ve bu kadar sancılı bir çağ yaşadığı başka bir zaman yok. Bu patolojik vakanın en büyük nedeni ise referans kaynağı olarak vahyin değil, beşeri bilginin esas alınması. Beşeriyetin ilahlaştırılması söz konusu. İlahi bir hüviyete bürünen bu beşer, toplumun her sahasında kendi meşruiyetini kendi aklına dayandırıyor. Bu beşer kendi aklı dışında var olan hiçbir aklı kabul etmiyor. Meşruiyetini ancak ve ancak kendi aklından alıyor.
İnsan aklı cüzi iradeye sahiptir. Bu cüzi iradenin külli bir mükemmellik ve mutluluk getirmesi nasıl söz konusu olabilir? İnsanın bu dünyada mutlu ve huzurlu bir yaşamı idame ettirmesi en büyük gayelerinden biri. Beşeri ideolojilerin gayesi insanı mutluluğa ulaştırma çabası. Bugün hangi ideoloji ‘mutluluğu en iyi ben sağlarım’ diyorsa ve bunu kurumsal hale getirebiliyorsa, insan fıtratına en uygun ideolojinin bu olduğu söyleniyor. Bu ideolojilerin hepsi ‘idea’dan yani insan aklı olarak ortaya çıkıyor “logos” ile bilimsel bir dogma haline getiriliyor. 20.yy tüm bu ideolojilerin kan, gözyaşı ve huzursuzluk dışında başka bir şey getirmediğine şahit olunca, ideolojiler çöpe atılıyor. Kutsallaştırılan insan aklı bir kez daha hezeyana uğruyor.
İnsanın salt aklı esas alması ve ona tanrısal bir elbise giydirmesi kendisinin yok oluşunun bir sebebidir. Sadece kendi akılsal varlığı ile harekete eden ontolojik dayanağını akla dayandıran bu insan bencilleşiyor, ferdiyetçileşiyor ve narsistleşiyor, rasyonalite insanı adım adım manevi ölüme mahkum ediyor.
Kilise’nin Tanrı adına dünyanın askerliğine soyunması fakat arka planda tamamen ilahi bakıştan kopmuş, bozuk ve sahte bir din metodolojisi topluma zerk ediliyor. Hakikatten kopmuş sığ ve kof olan bu bozuk din insanlığa huzur getirmiyor. Bundan sadece insanlar değil, doğa ve hayvanlarda nasibini alıyor. Uğursuzluk getirdiği iddiasıyla Avrupa’daki tüm kara kediler öldürülüyor ve çoğalan fareler ile veba salgını başlıyor. Rönesans ile birlikte tanrı insanlık tarafından öldürülüyor ve insan aklı ise ölümsüzleştiriliyor.
Akıl, kendinden başka kimsenin aklını da kabul etmiyor, Bu kişi doğru ve yanlış kıstasının sadece kendi aklı olduğunu dile getiriyor. Bugün Kur’an’ın hakikatleri ve sorumlulukları karşısında nefsine yenilen bazı Müslümanlar “aklım almıyor” retoriğinin arkasına sığınıyor, bu şekilde kendisine nefsinin çizdiği dairede meşru bir dayanak buluyor.
Hakikat hiçbir şeye feda edilemeyeceği halde bugün akla feda ediliyor. Eğer insanın salt aklı bu hayatının en iyi ve mutlu bir şekilde yaşanması noktasında yeterli olsaydı din olgusu konuşulmaz, Peygamberler gönderilmiş olmazdı. Peygamberler hakikati ilahi vahyin ışığında aydınlatıyor. Hakikat insana yol oluyor…
Akılcılık batı ile beraber kamusal ve özel alanda resmi bir kimlik kazanıyor. Akıl, politik meselelerde çıkarların gözetilmesi adına turnusol kağıdı fonksiyonu görüyor.
Akılcılığın emrettiği; mezhepsel çıkarlar, milli çıkarlar ve politik çıkarlar… Her telakkinin/devletin sadece kendi faydasını/çıkarını maksimize etme kaygısı yaşanan krizin derinleşmesine neden olmakta.
İbrahim olmanın bir gereği olarak Akılcılık putunu yıkalım, vahyin aydınlığında ve sünnetin yol göstericiliğinde yeniden Adalet Medeniyetini tesis edelim!
HAYRULLAH SEÇEN