Üftâde Hazretleri bir gün tüm öğrencilerini etrafında toplar ve onlara bir görev verir. “Evlatlarım, bugün size mühim bir görev vereceğim. Alın bu kuşları en kısa sürede kimsenin göremeyeceği bir yerde keserek bana geri getirin.”
Öğrencilerinden biri hariç, diğer tüm öğrenciler, hocalarının vermiş olduğu görevi yerine getirmenin mutluluğu içinde hocalarının yanına gelirler. Fakat öğrencilerden biri, kendisine verilen kuşu kesmeden geri getirir. Kendisine niye kuşu kesmediği sorulduğunda:
“Efendim, siz kimsenin göremeyeceği bir yerde kesmemizi söylemiştiniz. Ben de kesmek isterdim, çok aradım ama Allah’ın görmediği yer var mıdır ki?” der.
Bugün aldandığımız, kendimizi aldattığımız en büyük noktalardan biridir Allah tarafından gözetleniyor olmak hususu. Belki de Allah’ı yeterince veya doğru tanımıyor oluşumuzdandır bu yanılgımız. Allah’ı güç ve kudretinin, El-Basîr isminin mahiyetini idrak edemediğimiz içindir belki de.
Ama ortada bir hakikat vardır ki, Allah zifiri karanlıkta yürüyen siyah bir karıncayı görecek, ayak sesini işitebilecek kudrettedir. Kaldı ki O’nun (c.c.) görmesi ve işitmesi bizim görme ve işitmemizden çok daha kapsamlıdır.
Ama gelin görün ki biz insanoğlu, çoğu kez Allah’ın bizi gördüğünü unutup, O’nun (c.c.) bizi görüyor olmasına rağmen, sınırlarını aşabiliyoruz. O’na (c.c.) rağmen, O’nun (c.c.) verdiği imkânlar ile O’na (c.c.) asi davranıp, helal ve haram sınırını tanımadan yaşayabiliyoruz.
Hatta işlediğimiz birçok günahı birilerinin bizi görmeyeceği mekânlarda, tanıdık kimsenin olmayacağı kulvarlarda işlemeye dikkat ederken, o hassasiyeti(!) gösterirken; El-Basir olan Allah’ı hesaba katmıyoruz. Ya gaflet içindeyiz ya da biliyor olduğumuz halde aynı hataya devam ederek ihanet içindeyiz.
Biz ki sokakta, çarşı, pazarda yürürken dahi birilerinin bizi gözetliyor olma ihtimalini düşünerek yolda alımlı çalımlı, adımlarımıza dikkat ede ede yürürken; imtihan yolunda yürürken asıl gözetleyiciyi unutabiliyoruz veya yokmuş gibi davranabiliyoruz.
İşte mademki gözetleniyor olmak hayatımıza, giyimimize, yürüyüşümüze dikkat etmemizi gerektiriyorsa; Allah’a (c.c.) inanıyor olmak da bizim hayatımızda böyle bir etkiye sebep olmalıdır.
Unutmayalım ki zifiri karanlıkta, kapalı kapıların ardında, kalın yorganların altında, denizin altında veya göğün üzerinde yani her nerede olursak olalım, Allah tarafından gözetleniyoruz. Hata ve günahlarımızı insanlardan saklayabiliriz ama Allah’tan asla…
Günaha bulaşırken bu günahımızı anne-babamızdan, yakın çevremizden, dernekteki hocamızdan, ağabey dediğimiz insanlardan, yakın akraba ve çevremizden saklamaya çalışabiliriz. Hatta bu saydığımız gruptaki insanların hiç uğramayacağı mekânları da tercih edebiliriz günahlarımız için. Ama insan içine dönüp şu soruyu sormalı: “Ben Allah’ın (c.c.) gözetiminden nasıl kaçabilirim, O’nun (c.c.) görmediği bir yer var mıdır ki?”
“Bir tanıdık beni bu günahı işlerken görürse veya duyarsa rezil olurum.” cümlesini Allah (c.c.) için de kullanabiliyor muyuz? Hiç “Allah (c.c.) beni görüyor, ben yarın O’na nasıl hesap veririm, O’nun yüzüne nasıl bakıp ben Senin kulunum, Sen de benim Rabbimsin diyeceğim.” diye soruyor muyuz kendimize.
O halde Müslüman hayatının her anında bu bilinç ile yaşamalıdır ki, bir otokontrol mekanizması üretebilsin, şahsiyet sahibi olabilsin. Çünkü her an Âlemlerin Rabbi tarafından gözetleniyor olmak bilinci kişiyi muhafaza ettiği gibi, kişiye bir şahsiyet de kazandırır.
Her nerede olunursa olunsun, bir gözetleyicinin gözetiminde olma şuuru Müslümana yalnız olmadığını fark ettirirken, kendisini güvende hissetmesine de vesile olur. Nasıl ki çocuğumuzu dışarı gönderirken, başlarına bir şey gelmesin diye gözetliyorsak, Allah da kullarını yanlışa düşmesinler diye her an onları gözetliyor. Şu yüce merhamete bakar mısınız?..
Ömer Arslan (Konuk yazar)