Anlamları sık sık birbirine karıştırılan iki kelimedir. Taktik ve Strateji.” Özellikle gelişigüzel kullanılınca birçok kelime ve kavram gibi değer yitimine de uğramışlardır. Oysa uluslararası ilişkiler ve siyaset biliminde bu iki kelimenin istisna yeri vardır. İnsanoğlunun sürdürdüğü tüm siyasi diplomatik, ekonomik ve politik ilişkilerin aslında ‘Savaşın` birer çeşidi olduğu göz önüne alındığında bu kelimelerin yerli yerince kullanılmalarının önemi de artacaktır.
“Taktik: Muharebenin sevk ve idaresi
Strateji: muharebenin savaşın amaçları doğrultusunda kullanılması.
Genel / Ulusal Strateji: Gücün tüm unsurlarının siyasi amaçlar doğrultusunda kullanılmasıdır.” (clausewitz)
Günümüzde birçok ülke ulusal çıkarları gereği başka ülke(lerle) ‘Stratejik Ortaklık` anlaşmalarına imza atmaktadır. Anlaşmanın sınırlarına göre taraflar birbirine karşı ağır yükümlülükler altına girerler.
Örneğin Türkiye-ABD arasındaki stratejik ortaklığın çoğu zaman güçlü olan lehine tek taraflı fayda esasıyla işlediği görülür. Oysa ortaklığın temelinde “Win win kazan kazan” felsefesi yatmaktadır.
Ülkeler arası ilişkilerde ‘Değer ve ilke esaslı olmayan her birlikteliğin çıkar temelli olduğu ve bunun da win-lost yani kazan kaybet” şeklinde formüle edileceği açıktır. ABD-Türkiye ilişkileri dönem dönem inişli çıkışlı seyirler izlese de rayından çıkmıştır. Son çeyrek yüzyılda; önce Kuzey Irak şimdi de Kuzey Suriye`de vücut bulan Kürt oluşumlarının asıl müsebbibi olarak ABD`nin işaret edilmesi, dahası; darbe girişiminin CIA`nın parmak izini taşıması ilişkilerde malum gerginliklere yol açmıştır. Tüm bu isnatlara rağmen Sayın Erdoğan`ın G-20 zirvesinde Obama`ya teşekkür ve iltifatlarda bulunması diplomasi oyununun gerekliliğinden idi.
Türkiye, Kuzey Suriye`de adım adım vücut bulan “Kürt Koridoru- Terör Koridoru- PYD/PKK” gibi isimlerle adlandırılan realiteyle ilgili tezlerinde haklı mı? Bu koridor Türkiye`nin ulusal güvenliğine bir tehdit ise, bunun başında bulunan stratejik ortağıyla ilişkileri nereye gider?
ABD açısından bakıldığında ise: ABD`nin Türkiye ile ilgili rahatsızlığı nedir? ABD`nin PYD oluşumu ile ilgili hesapları DAEŞ ile mi sınırlı yoksa uzun vadeli planların bir parçası mı?
ABD`nin PYD (ve PKK) yaklaşımı stratejik mi, taktiksel mi? Ya da şöyle sorulabilir: Irak ve Suriye`nin fiilen üçe bölünmüş hallerinin resmileşmesinde ABD`nin ulusal çıkarları için ne gibi faydalar vardır.
Hatırlanacağı gibi kısa süre önce CIA Başkanı John Bren, “Irak ve Suriye`de toprak bütünlüğünden kuşkuluyum!” diyerek gelinen noktayı ve de gizili ajandalarına işaret etmişti.
Bununla birlikte ABD`li üst düzey birçok politikacı, bürokrat ve askerin; Türkiye`nin ortaklığı ve incirlik üssünün önemi konusunda art arda açıklamalarda bulunmaları kafa karışıklığına sebep olsa da; tüm bu ikili oyunun “ABD`deki hakim güç odaklarının çeşitliliği” şeklinde yorumlanması düşündürücüdür.
Bazı akademisyenlerin ve gazetecilerin ısrarla “ABD`de çok başlı bir yönetim olduğu, CIA-Pentagon-Beyaz Saray-Dışişlerinin ayrı tellerden çaldıkları” şeklindeki açıklamaları gerçeklikten uzaktır. ABD`nin güçlü kurumsal devlet yapısıyla uyuşmayan bu tespitlerin sebebi ya bilgisizlik yada saflık görüntüsü altında ABD`yi gücendirmek çabasıyla açıklanabilir.
ABD her devlet gibi hatalar yapsa da dış politikası onun total gücünü yansıttığı için koordine ile tek merkezden yönetilmektedir.
Bu durumda ABD`nin PYD ile ilgili planlamalarının bir devlet politikası olduğu söylenebilir. PYD`ye verilen askeri ve politik destek (birçok ülkede büro açmasına izin verilmesi) sadece DAEŞ ile olan mücadelesiyle izah edilemeyecek kadar derindir.
Nitekim Ortadoğu`da baş gösteren hassas ayarlı parçalanma sürecinin ilk işaretleri; önce 1982`de yayınlanan “Sion Protokolünde görülmüştü! Türkiye, Irak, Suriye, Suudi A., Sudan, Afganistan, Ürdün, Fas, Cezayir ve Tunus, İsrail Devletinin varlığı önünde tehdittir. İç dinamiklerine göre bunların zayıflatılması, bölünmesi, dağıtılması, silahsızlandırılması gerekir. Bu amaçla ırk-mezhep-din vs. gibi mevcut ihtilaflardan faydalanılmalıdır…”
90`lı yıllarda basına sızdırılan yeni O. Doğu haritalarında içinde Türkiye`nin de bulunduğu bir kısım ülkenin sınırları değiştirilmişti.
Bilahare C. Rice baklayı ağzından çıkarmış ve “22 ülkenin haritasının değişeceğinden” bahsetmişti.
En son olarak ta PYD`nin Kanton ilanları üzerine Haaretz gazetesi “Akdeniz`de yeni komşumuz Kürtler” başlığıyla çıkmıştı.
Bu ve benzeri doneler ışığında PYD/PKK ekseninde yaşanan gelişmelerin; “Muharebe alanında taktiksel işbirliği olarak görünse de bunlara yapılan yaptırımların büyük oyun kurucu üst akıl için Stratejik bir hesap içerdiği söylenebilir.
21. yy şartlarında, ‘4. Sanayi Devriminin yaşandığı ve 3.0 gençliğinin sahne aldığı bir dönemde Ortadoğu`daki gelişmeleri hala sığ milliyetçi duygularla-ulusçu anlayışla “Kürt karşıtlığı” temelinde analiz eden bir Türkiye İran-Irak ve Suriye ne yazık ki; hem Kürt milliyetçiliğini besleyecek hem Kürt nüfusunun aidiyetini kaybedecek hem de korktuğu senaryoya dolaylı destek verecek gerçekleşmesine yardım edecektir.
Özetle; Batı Dünyası, İslam Coğrafyasına tarihten aşina olduğumuz “Tavaifü-l Mülük” dönemini bir daha yaşatmak istemektedir. Atomize edilecek coğrafyamızda güçsüz ve birbirleriyle kanlı bıçaklı şehir-kent devletleri inşa etmeye çalışmaktadır.
Bunun panzehiri ulusçuluk bayrağına yapışmak değildir. Bu taarruza karşı karşı koyabilecek yegane reçete islam ve ümmet anlayışı etrafında birlikte hareket etmektir.