Hâlâ Müslümanların önemli bir kesimi, zalimi ve mazlumu ayırt etme gücüne ulaşamadılar. Hâlbuki Rabbimiz zalimin kimliğini deşifre etmişti: “İnne şirke le zulmun azim”(Muhakkak şirk en büyük zulümdür.) Aynı cinsten iki vahşi hayvanın küçük olanını büyük olanına karşı korumayı mazlumdan yana olmak gibi algılama gafletine düştüler.
Bu yavru sırtlanın da büyük sırtlanın cinsinden olduğunu, büyüdüğünde aynı şenaatleri yapacağını göremeyecek kadar basiretsizlik gösterdiler.
Küçük sırtlan büyük sırtlanın saldırısından kurtulur kurtulmaz ilk saldırıyı çevresinde kendisine yardım eden insanlara yapacağını bilemediler. Birileri, biz onu sırtlan değil kuzu sanıyorduk diyebilir mi? Bunların zaman zaman aynı cinsten olduklarına dair itiraflarını hiç mi duymadılar.
Şimdi bu sırtlanlara karşı nasıl bir acz içine düştüklerini itiraf edecekler mi? Sırtlanın kontrol edilemeyeceğini, evcilleşemeyeceğini sadece kuvvetle yola gelebileceğini, kendisinden daha büyük bir güce boyun eğeceğini hiç mi düşünemediler. Sırtlanı, koyunları kurttan koruyor sanmak, koyunların hamisi sanmak ne büyük gaflettir! Bunlar sırtlanın nasıl kuzu parçaladığını neden hiç görmediler?
Bir kısım Müslümanlar Firavun döneminin Firavunluk olduğunu ve süreklilik arz ettiğini hiç mi düşünmediler? İşte bakın “ben sizin en büyük rabbinizim benden izinsiz Musa`ya (AS) mı inanıyorsunuz” demekle “benden izinsiz Muhammedi anamazsınız” demek arasında ne fark vardır. Bir fark vardı ki Firavun, kendisine itaat etmeyenlerin ellerini ve ayaklarını çaprazlama kesiyor, şimdikiler ise kendilerine itaat etmeyenlere bomba ve bıçaklarla saldırıyorlar.
Bir kısım Müslümanlar hâlâ Allah`ın gücünün azametinin farkında değilmiş gibi Firavun`un gücünü abartarak şimdi bizi Firavun`un elinden kim kurtaracak endişesini taşırken Musa (AS) kendinden gayet emin bir şekilde ALLAH (cc) diyebiliyordu. Firavunlar karakterleri gereği kendisine itaat ve ibadet etmeyenleri affetmez cezalandırır. Ama Rabbimizin de sadece kendisine ibadet etmeyenlere acıklı bir azabı müjdelediğini unutmayalım. Firavundan korkanlar ile Allah`tan korkanların akıbetlerini izaha gerek yok sanırım.
Bir kısım Müslümanlar Küçük Yusuf`u çekemedikleri için kuyuya atan kardeşleri gibi davranmakla ne büyük gaflete düştüklerini, ancak Yusuf`un (AS) makamında anladılar. Onlar Yusuf`u (AS) kuyuya attıklarında Mısır`a sultan olacağını nereden bilebilirlerdi ki. Hâlbuki Rabbimiz Kitab-ı Kerim`inde onlara hâşâ masal anlatmıyordu. Her zaman Yusuf`ların yanında olduğunu, istediği zaman istediği Yusuflara nasıl zindan kapılarını açacağını göstermişti. Ancak bu hadiseler bile basireti bağlı olanların gözlerini açmalarına yetmemişti.
Evet, Yusufi süreç işliyor. Zindan kapılarının açılması veya gittikçe aralanması süreci, tamamlanmak üzeredir. Sıra, saraya sultan olmaya gelmektedir. Yusuf`un (AS) kardeşleri hâlâ Yusuf`u (AS) kuyuda sanmaya devam etsinler. Eğer biz olmazsak kimse onun hangi kuyuda olduğuna dahi bilemez sansınlar. Ancak biz onu kurtarabiliriz, sansınlar. Ya da çoktan ölmüştür sansınlar. Rabbimiz; kuyuların, zindanların Yusuf`unu (AS) saraylarda onlara gösterecektir.
Birileri bunu kuru bir temenni sanabilir. Ancak biz bunun yazılmış olduğuna inananlardanız. Yoksa Rabbimiz neden olmuş bitmiş bir hadiseyi bize nakletsin ki? Bu yol ateşin ve denizin üzerine yürüyen İbrahimilerin ve Yusufilerin yoludur. Kolay olmadığını gayet iyi biliyoruz. Birileri hâlâ ateşin üzerine yürümeyi sefihlerin işi olarak görebilir. Asıl sefihlerin kimliğinin ortaya çıkmasına az kaldı.
Peygamberlerin izlerini kaybetmemiş ve onların yollarında yürümekte ısrarlı olan, PEGAMBER SEVDALILARINA SELAM OLSUN.