Cumhuriyetin ilk yüz yılının son milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini de geride bıraktık…
Bir yüz yıl yetmezmiş gibi, Cumhuriyetin ikinci yüzyılına da darbecilerin yaptığı köhne anayasa ile girmiş olmamız, geçen yüzyılın bütün iktidar ve muhalefet partilerinin utancıdır! Belki tek tesellimiz, sivil bir anayasa sözü veren Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanmış olmasıdır.
Ancak ikinci yüzyıla taşıdığımız iki büyük sorun daha var: Müslüman toplumdan laik bir toplum oluşturmak isteyen Mustafa Kemal’in dini aidiyetleri üzerinden Müslümanları ve etnik aidiyetleri üzerinden Kürtleri ötekileştirmek suretiyle ihdas ettiği ve “iç düşmanlar” olarak tanımladığı “irtica” ve “bölücülük”.
Gerçi Ak Parti hükümetleri, bu iki sorunu da kısmen çözdü. Ama her iki kesim de temel hak ve özgürlükler bakımından eşit vatandaşlar değiller.
Bu sorunların kaynağı rejim olsa da, bugüne kadar çözülememiş olmasında bu her iki kesimin siyasilerinin, aydınlarının ve kısaca sorumluluk makamında olanlarının payı da büyüktür.
Fakat biz burada konuyu Kürtlerin sorunlarıyla sınırlayacak ve taze seçilen vekillerin yükümlülüklerini irdeleyeceğiz. Fakat bu demek değildir ki, diğer vekilleri ilgilendirmez. Aksine, konu eğer insanların temel hak ve özgürlükleri ise, istisnasız bütün vekiller aynı derecede yükümlüdür ve dolayısıyla ilgilenmek zorundadırlar.
Önümüzde yapılacak sivil bir anayasa da olduğuna göre, özlemini duyduğumuz toplumsal barışın sağlanması yönünde Çözüm Sürecinden de çok daha büyük bir fırsatın olduğunu söyleyebiliriz.
Tabii ki, toplumun arzusu, herkesin hakkıyla yaşayabileceği ve dolayısıyla herkesin hakkının güvence altına alındığı bir anayasadır. Bu da milletin TBMM’ne gönderdiği vekillerin işidir.
Bu anayasanın yapılış süreci, aynı zamanda iktidarından muhalefetine kadar hangi partinin temel hak ve özgürlükler konusunda ne ölçüde samimi olduklarını gösterecek bir sınavdır.
Hatırlayalım, Sayın Erdoğan, inkâr politikalarına son verdiklerini ve özlemini duyduğumuz toplumsal barışın sağlanması için başlattığı Çözüm süreci, diğer adı ile Milli Birlik ve Kardeşlik Süreci, bu sorunlardan beslenenler tarafından akamete uğratıldı. Hele hele Kürtlerin sorunlarını çözmek iddiasında olanlar, Erdoğan’ın bu sorunları çözme yönündeki her adımını desteklemeleri ve kendisine yeni adımlar attırmaları gerekirken, o zamanki MHP ve CHP’den de daha şiddetli bir şekilde karşı koymakla, Kürtlere sadece büyük bir hayal kırıklığı yaşatmadılar, aynı zamanda ihanet de ettiler. Oysa ölümüne bir risk alarak bu sorunu çözme iradesini gösteren Erdoğan’ı bu konuda desteklemeleri gerekiyordu. Ölümüne diyoruz, çünkü bu sorunu çözmek isteyenler bir bakıma kendi ölüm fermanını da yazmış olurlar. Çünkü sistemi öyle kurmuşlar. Daha önce Özal ve Erbakan’ın başına getirilenler ve sonrasında Erdoğan’a yönelik darbeler ve saldırılar da bu iddialarımızın ispatıdır.
Dediğimiz gibi, şimdi önümüzde yapılacak bir sivil anayasa var ve milletin beklediği, herkesin haklarını güvence altına alan bir anayasa.
Kürtlerin de vekillerinden bekledikleri, geçmiş hatalardan ders almış bir şekilde görevlerini hakkıyla ve layıkıyla yerine getirmeleridir.
Ama herkesin gözleri özellikle HDP-YSP’nin üzerinde olacağı için, anayasa süreci, bu yapı için bir sınavdır da. Yani HDP-YSP, gerçekten de iddia ettiği gibi Kürtlerin sorunlarının çözümünden mi yanadır, yoksa varlığını bu sorunlara mı borçlu ve bu sorunlardan mı beslenmektedir, göreceğiz. Temennimiz, bu defa da, “sana anayasa yaptırmayacağız” demek yerine, kendilerinin de dillerinden düşürmedikleri adaleti, barışı, eşitliği içeren bir anayasa için katkılarını esirgememeleridir.
Örneğin, bütün Kürt vekiller en azından anadilin kaderi konusunda söz ve eylem birliği yapabilirler. Bize göre hakçası, Kürtçenin de artık Türkçenin yanında ikinci bir resmi dil olarak yerini alması olsa da, Türkiye’mizin hem altyapı olarak ve hem de zihin olarak buna hazır olmadığı da bir gerçektir. Fakat anadilde eğitim mümkündür!
Biz de inanıyoruz ki, eğer Kürt vekiller yükümlülüklerini yerine getirirlerse, anadilde eğitim konusunu hem anayasaya koydurabilirler ve hem de hayata geçirilmesini sağlayabilirler.
Sözün burasında Kürt vekillerini bekleyen bir tehlikeye de dikkat çekmeden geçmeyeceğiz.
Bu da vekillerin, işlerini bırakıp birbirileriyle uğraşmaları ve temsil ettikleri inançlar üzerinden birbirilerine saldırmalarıdır…
Bugün yeryüzünde bir millet gösteremezsiniz ki, bütün fertleri aynı inançta olsunlar. Öyleyse yapmamız gereken, yekdiğerinin inancına saygı duymak ve en azından “senin dinin sana, benim dinim bana” diyebiliriz. Demeliyiz de… Aksi halde bir adım ötesi şiddettir ki, Kürtlerin de artık buna rıza gösterecekleri yoktur! Dolayısıyla herkes, yani hepimiz haklarımızı bildiğimiz kadar haddimizi de bilmeliyiz.
Türkiye olarak geçen yüzyılımız acı tecrübelerle doludur. Ne yazık ki, şiddete yüz binlerce insanımızı ve trilyonlarca paramızı kurban verdik. Oysa yedi düvel de gelse, üstesinden gelemeyeceğimiz bir sorunumuz yoktur. Yeter ki, aklıselimimizi muhafaza edelim.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılını veya Türkiye Yüzyılını her türlü şiddetten uzak yaşamak istiyorsak, yapacaklarımız belli: Şerri ve şiddeti bırakacağız, sınırlarla oynamayacağız ve hep birlikte adil bir Türkiye’nin inşasına yoğunlaşacağız.