Dr. Abdulkadir Turan

Sanatı kuşanmak!

29.01.2025 01:00:00 / Dr. Abdulkadir Turan

Takıldığımız yeri izah için genellikle “Konuşuyoruz ama yaşamıyoruz” diyoruz. Fazlasıyla eksik bir tespit. "Konuşuyoruz ama anlatamıyoruz” dememiz gerek. 

Bugünün Müslüman dünyasında anlatamamak, sadece yaşayıp konuşmayanların sorunu değil, yaşayıp konuşanların da sorunudur.

“Konuşmak” mevzusunda bir eksikliğimiz yok. Konuşanlarımız, konuşmayanlarımızın da yerine konuşuyor.

Konuşup yaşamamak da bazılarımızın sorunu. Ortak sorun ise anlatamamaktır.

Anlatmak, davayı ifade edebilmektir ve biz, ifade edemiyoruz. Anlatma konusunda tam anlamıyla kekemeyiz: Dillerimiz var ama söyleyemiyoruz. Hâlimiz geçmişin dünyasında kılıçsız mızraksız bir Allah erini ya da bir şövalyeyi, bugünün dünyasında tanksız uçaksız bir orduyu andırıyor. Çünkü sanatımız, “yumuşak güç” operasyonuyla gasp edildi.

Acılarımız da kahramanlıklarımız da artık sadece bir haber konusu. Haber ise günceldir, bir anlık etki bırakır ve gider. Salt habere kalışımız, kanımızı da cesaretimizi de heba ediyor.

Konuşmamak bilgi eksikliğinden değil, düşünce özgürlüğünden değil, anlatmayı konuşmaktan ibaret bilmekten kaynaklanır. Biz anlatmayı unuttuk, konuşmaya yöneldik. 20. Yüzyılda zihnimiz ve kalbimiz ayrı yerlerdeydi, aynı vücutta bir türlü buluşmuyordu. 21. Yüzyılda kalbimiz ve dilimiz de ayrı düştü. Dilimiz gözlerimizin gördüklerini, kulağımızın işittiğini, zihnimizin düşündüklerini konuşmaktan kalbimizin hissettiklerini anlatmıyor.

Acıları kalp hisseder ve kalbin hissini yine ancak başka kalpler anlar. Oysa kalplere seslenen bir dilimiz yok.

Bu ülkede akıl almaz bir başörtüsü trajedisi yaşandı. O trajedide nice hayat karardı. Psikolojik bunalım yaşandı. Nice hayat parçalandı.

Bugün herhâlde o trajediyi anlatan doğru dürüst bir hikâye, roman bir yana bir ozan deyişi bile yok.

Şimdi önümüzde Gazze kahramanlık ve acıları… Konuşuyor muyuz? Evet. Anlatıyor muyuz? Hayır. Konuşmamız anlatmamıza yetmiyor. Görseller ise bir haber akışında geçip gidiyor.

SANATIN YERİNİ BİLMEK

Yazmanın bir aracı vardır, zamana göre değişir, anlamanın da bir aracı vardır ki mahiyeti değişse de varlığının zorunlu oluşu değişmez. O da sanattır. 

Kur-an’ı Kerim, salt akla seslenmez, aynı zamanda ruha seslenir. Resûl-i Ekrem salallahü aleyhi vesellem’in hitabı da aklın yanında kalbe de dokunur. Bir de Onun yanında hep şairler vardı. Mücahidler kılıçları ile savaşırken dilleri ile savaşan mücahidler…

Ashab Devri’nde Müslümanlar, Müseylemetü’l-Kezzâb’a sadece kılıçla karşı koymadılar. Kezzâb’ın büyük silahı diliydi, Yemame’nin Bedevî ve Hadarilerini diliyle kandırmıştı. Müslümanlar onunla sadece kılıçla savaşmadılar, onun dilini etkisizleştiren şiirle, hitabetle de mücadele ettiler; kılıcı kuşanırken sanatı da kuşandılar.

İslam din ve medeniyettir. Nûreddin ve Selâhaddin’in hareketi, tam bir medenî hareketti. Medenî hareket, bütüncüldür. Nûreddin ve Selâhaddin, hayatın her alanına el atıp bütün alanlar arasında güçlü bir organizasyon oluşturarak zafere erdiler. Onlar, kültür dünyasının bir ozanı değil, çok sesli bir koroda şeftiler.

Nûreddin ve Selâhaddin’in yanında, özellikle ifade ediyorum, her meşrepten her mezhepten şairler vardı. Onların yetenekleri Müslümanların stratejisine bir katma değer sağlarken aynı zamanda bu stratejinin toplumun bütün kesimlerine ulaşmasını sağlıyordu.

Müslümanlar, Moğol istilasında yaşadıkları travmayı sanattan destek alarak aştılar. O korkunç krizin aşılmasında Sadî-i Şîrâzî’nin, Mevlânâ’nın, Yunus Emre’lerin yeri göz ardı edilemez. Onların hiçbiri doğrudan Moğollarla ya da onların bakiyeleriyle savaşmadı. Ama onlar, Moğolların açtıkları yaraları iyileştirmek için bütün yetenekleriyle çalıştılar. Anadolu’da büyük Osmanlı’nın büyümesinde sanat ehli dervişlerin tarihî bir konumu vardır.

Modern Batı Dönemi krizimizde de yardımımıza sanat ehli edebiyatçılar ulaştı. Mehmed Akif, Türkiye’de başlı başına bir ordu gibi yaşadı. Necip Fazıl, alim ve vaizlerin dokunmadığı ruhlara dokundu. Sezai Karakoç, uyuşmuş beyinleri uyandırdı.

Doğuda Muhammed İkbal, sadece Müslümanlara değil, bütün insanlığa seslendi. Mısır’dan İslam aleminin dört bir yanına seslenen Seyyid Kutub, büyük bir edipti. Gençleri uyandıran, onların ruhlara işleyen diliydi.

Sadece Çağrı Filmi’nin başardığını herhâlde bir milyon davetçi başaramadı.

SANATA EMPERYALİST DARBE

İslam aleminde kendisini “mutlak doğru” addedip sanatı reddeden kadim bir görüş vardır. Nitekim Moğollara karşı mücadelede Aynicâlût ve Humus zaferleri sayesinde Filistin, Hicaz, Yemen ve Kuzey Afrika istilaya uğramadı. Ama Şam ve Mısır’da yayılan sanat karşıtı bu akım, ulema ile halk arasında Nûreddin ve Selâhaddin devrinde kurulan bağı kopardı. Onların devrinden sonra hitabet bir süre yaşadı ama Bedevi çığırtkanlar karşısında hutbeler, şehirlerin eşrafı arasında kaldı.

Postmodern emperyalizm, İslam aleminin sadece bugününü değil, dününü de analiz etti. Harıl harıl çalışan neo-oryantalizm, zafiyetlerimiz gibi güç kaynaklarımızı da tespit etti ve ona karşı operasyon için tasarılar oluşturdu.

İslâmî uyanış bir medeniyet uyanışıdır. Medeniyet, bütüncüldür, hep ittihada yönelir. Onun zıddı ise bölünmedir.

Postmodern emperyalizm, son kırk yılda birliğimizi dağıtacak darbeler vurdu bize. Bu darbelerle, genç Müslüman şairler, bohemliğe yönelip sosyal meselelere, dolayısıyla İslâmî mücadeleye sırt çevirdiler. İslâmî uyanış da sanata sırt çevirdi. Şairlerimiz, sosyal meselelerden uzaklaşmayı, sanatın gereği gördüler ve medeniyet sanatın uzaklaşıp uygarlığın sanatına kul oldular. İslâmî uyanış ise sanata ve sanatçılara yabancılaşıp dilsiz kaldı. Neticede şairlerimiz, yüz yıl öncesinin şairlerine benzerken İslâmî hareketlerimiz, Moğol istilası sonrasında Şam ve Mısır’da sanata yüz çevirip halktan uzaklaşan bir meşrep ehline benzediler. O meşrep ehlinin her birinin kitaplık dolduracak eseri vardı oysa halk üzerindeki etkileri neredeyse sıfırdı.

Hâlbuki onlardan önceki neslin yani Nûreddin ve Selâhaddin Devri’nin alimlerinin hem kitaplıkları dolduran ilmî eserleri vardı hem de Bedevî’yi badiyesinden alıp cihad meydanına çeken etkileyici şiir ve hitapları.

Nûreddin ve Selâhaddin Devri’nin uleması bizi ihya edip istilaya karşı da zafere ulaştırırken onlar, istilaya karşı hassasiyetleriyle birlikte zaman içinde halktan uzaklaşmamıza yol açtılar. Bu yüzden Şam ve Mısır, ilmin merkezi olmakla beraber yüzyıllar boyu bir ihya hareketi oluşturamadı, ulema arasındaki tartışmalarla zaman kaybetti.

Postmodern emperyalizm, bu tabloyu fazlasıyla gördü ve bize karşı korkunç bir parçalama operasyonu yaptı. Bizi parçaladı.

Bedenin uzuvları ne kadar güzel olursa olsun, bir arada olmadıktan sonra ortaya insan şekli çıkmaz. Parçalı bir Müslüman dünyada olduğu yerde ne kadar derinleşirse derinleşsin bir İslâmî vücut hasıl etmez.

Biz, bugüne kadar hep coğrafyalarımızın parçalı olması üzerinde durduk. Coğrafyalarımızın fazlasıyla parçalı olduğu doğrudur. Lâkin bütün İslam coğrafyalarının bütünleşmesi de sadece bir ütopyadır. Bütünleşme önce bütüncüllüğe yönelmek, dolayısıyla Medenîleşmekle mümkündür. Küçük bir coğrafyada dahi Medenî bir İslâmî yaşam kurulursa o büyük bir dönüşümün çekirdeği olur. Postomdern emperyalizm, bunun farkında, bunun için iki yakamızın bir araya gelmemesi için durmadan parçalama operasyonları düzenliyor.

RİM VE DEDESİNİ ANLATMASAK…

Tufanü’l-Aksâ sonrası Gazze mücadelesinin bir yanı yalın ayak tankların üzerine çıkan mücahidlerin destanıdır, diğer yanı Heniyye ailesinin neredeyse kırk şehid vermesidir. Bir yanı Rim’in şehadetidir. Diğer yanı onun dedesi Halid Dede’nin ondan sonraki direnişidir.

Gazze’de acı ve kahramanlık iç içe yaşandı. Biz, Rim’in şehadeti kadar dedesinin direnişi ve nihayetinde şehadetini hakkıyla anlatmazsak onlar, bugünün haberlerinde kalır. Ki bu, onlara ihanet olur. Şehid şahidlik ister. Biz, onları anlatmazsak şahitliğimizi yapmamış oluruz.

Öyleyse Medenî bir tutum içinde anlatım imkânlarımızı yeniden oluşturmalıyız. Ruhlara seslenen, kalplerin derinliklerine işleyen, ilme yabancı kalan akılları uyandıran sanatımızı bütün türleriyle ihya etmeliyiz.
Belki gazel yazmayacağız, demeyeceğim. Gazel de yazmalı, bugünün en postmodern türlerine başvurmalı ve yeni türler de üretmeliyiz.

Artık insanlığı maddi gelişim açısından yakalamaya çalışan bir Ümmet olmaktan, insanlığa her alanda önderlik yapan bir Ümmet safhasına geçmenin zamanı geldi ve geçti.

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar