Dünya tarihinin vahşette yarışan iki istilası vardır: Moğol istilası ve Batı (saklı Yahudi) istilası. Moğol istilasında dünya nüfusunun dörtte birinin, devam eden Batı istilasında ise onda birinin katledildiği düşünülmektedir.
Moğol istilası, Moğolistan’dan Anadolu’ya katliam katliam yol alırken bazı istisna noktalar dışında kayda değer bir direniş ile karşılaşmadı.
İslam aleminin merkezine ulaştığında onlarla uzlaşı, rasyonel politika olarak kabul edilmekteydi. Meyyâfârikîn’in (Silvan’ın) genç emiri Kâmil Muhammed el-Eyyûbî, bunun çıkar yol olmadığını, Müslümanların Moğolların vahşeti karşısında mazeretlerinin bulunmadığını anlamış, pırıl pırıl bir hükümdardı.
Kâmil, Moğollara itaatin yol açacağı felaketi ve bunun Allah katında yol açacağı mesuliyeti çevredeki Müslüman emirlere anlattı ama kimseyi inandıramadı. Buna rağmen bugünkü Gazze misali direnme kararı aldı.
Moğollar, 1258’de Bağdat’ın istilasından sonra şehrin önüne geldiklerinde Melikü’l-Kâmil, Rabbine tevekkül edip şehirde akıllara durgunluk veren önlemler almıştı. Moğol elçilerine “Sizin tatlı dilinize kanmayacağım. Moğol askerinden korkmuyorum. Hayatta kaldığım sürece kılıcımla savaşacağım.” diye seslendi.
Sonuna kadar da sözüne sadık kaldı. Bir yıl boyunca Moğolların daha önce görmediği bir direnişle karşı koydu. Moğollar, onun savunmasını kıramayınca Musul’un işbirlikçi hükümdarının Müslüman mancınıkçılarını getirdiler. Kâmil, hainlerin attığı taşları havada yakalayıp parçalayan bir mancınık sistemi dahi geliştirmişti.
Kâmil, bizzat savaşıyordu. Silahı kalmayınca bir dama çıktı ve Moğolları taşa tuttu, o hâl üzere direnirken yakalandı, çarmıha gerildi ve bedeninden her gün bir parça koparılıp ağzına konmak suretiyle görülmemiş bir işkenceye tabi tutuldu. Can verince mübarek başı Şam’a götürülüp Hz. Hüseyin Efendimizin başının daha önce asıldığı yere asıldı.
Moğollar, Kâmil’in son kahraman ve attığı taşların kendilerine atılmış son taşlar, olduğunu düşünüyorlardı. Oysa Kâmil’in destanı Müslümanlar arasında yayıldıkça Müslümanlar gayrete geldi ve Moğol istilası Aynicâlut ve Humus savaşlarının ardından tarihe karıştı.
Ve işte o vakadan yedi asır sonra Gazze kahramanı Yahya Sinvar… Çoğunluğun, rasyonel politika dediği hilelere kanmadı, direnmeye yemin etti, silahını kuşanıp siyonistlerin karşısına dikildi, kurşunu tükenince siyonistlerin teknolojilerine sopa ile vurdu.
Biz, o sopayı Biden’in kafasına, Beyazsaray’a, BM Güvenlik Konseyi’ne, içimizdeki siyonistlere ya da bizzat bizim hantallığı tavsiye eden nefsimize atılmış kabul edebiliriz.
Siyonistler ise belki onu vahşi Yahudi uygarlığına atılmış son sopa sanıyorlardır. Oysa bu, Yahudi uygarlığının bizzat kalbine vurulmuş belki ilk sopa hükmündedir.
Sinvar’ın şehadeti, bugüne kadar yaşanan şehadetlerin oluşturduğu etkiye bambaşka bir boyut kazandıracak.
Sinvar, Yahudi uygarlığı ile mücadeleyi bambaşka bir boyuta taşıdı ve şehadetindeki destanla sadece siyonizmin ruhunu değil, içimizdeki pek çok şeytanı da hem teşhir etti hem yaraladı.
Sinvar, şehid oldu, lâkin siyonizmin ölüm sürecini de fiilen başlattı.
Şeyh Ahmet Yasin’in kerameti, belki de Sinvar’ın şehadetidir. O keramet, üç yıl sonra mı otuz yıl sonra mı zuhur eder, bilmiyorum. Ama siyonizmin sadece ağzının tadının kaçmadığı, aynı zamanda şah damarının zarar gördüğü muhakkaktır.
Yahudi uygarlığı artık Sinvar’ın destanıyla yaralıdır, Sinvar’ın varislerine kalan bu vahşi uygarlığın canını almaktır.