Dr. Abdulkadir Turan

Seyyidliği Yeniden Yaşatmak

14.09.2022 05:00:10 / Dr. Abdulkadir Turan

Seyyid Bilal, Batman’ın Gercüş ilçesine bağlı Bécirman köyünde medfun bir Ehl-i Beyt mensubudur. O, kardeşleri Seyyid Hasan ve Seyyid Ahmed ile birlikte yöredeki seyyid ailelerin atasıdırlar.

826 yıldır Rumî takvimle her yıl ağustos ayının son perşembesinde; Miladi takvimle Eylül ayının ikinci perşembesinde türbesi çevresinde kalabalık katılımlarla anılıyor. Seyyid Bilal Zéw’i olarak da bilinen o günde türbe çevresinde Kur’an-ı Kerim okunuyor, Mevlidler düzenleniyor, ziyafetler veriliyor.

Seyyid Bilal’in soyundan gelen Bécirmanlılar, etkinlikler için bir vakıf da kurmuşlar. Etkinlikler artık, genel olarak Seyyid Bilal ve Bécirmanlılar Vakfı çatısı altında düzenleniyor.

Seyyid Bilal ve Bécirmanlılar Vakfı, bu yıl Batman’daki etkinliklerin yanında İstanbul’daki Batmanlılar Derneği (Bader) başta olmak üzere başka derneklerin de desteğiyle İstanbul’da ilk kez Seyyid Bilal’i anma programı düzenledi.

Etkinlik bağlamında Bağcılar’daki Şehid Savcı Mehmet Salih Kiraz Kültür Merkezi’ndeki programda konuşmacı olarak ben ve 20. Dönem Batman Milletvekili Musa Okçu Hoca bulunduk.

Kendileri de Bécirman Seyyidlerinden olan Musa Okçu’nun konuyla ilgili anlattıklarından istifade ettik. Kendilerine ve programı organize eden Seyyid Bilal ve Bécirmanlılar Vakfı’na teşekkür ediyorum.

Programda şifahi olarak ve ana hatları ile şu düşünceleri dile getirmeye çalıştım:  

SEYYİD BİLAL TARİHÇESİNİ TEKLİKTEN KURTARMAK

Öncelikle bizde dine, aynı zamanda “ol” denir. Ehl-i Beyt ise malum olduğu üzere “al” olarak ifade edilir. “Ol”, “al”siz olmaz. Biz, her namazda Hz. Nebiyi Muhterem’e salat ve selam getirirken “ve ʿala al-i Muhammed” de deriz.

Seyyidler, Ehl-i Beyt’tir ve Ehl-i Beyt’i sevmek, İslam’ın bir gereğidir. Müslümanlar olarak Ehl-i Beyt-i severiz. Yaşlılarımız, Resûlullah’a hürmeten Seyyidlerin çocuklarının dahi ellerini öperler.

Seyyidlerin Bölgemize gelişleri ile ilgili başka bir hocamız, tarihsel süreci anlatacaktı, ben de Bölgemizde Seyyitlik ve Seyyidliği Yaşatmak başlığı altında konuşacaktım. Lâkin hocamız gelemediler. Tarihsel süreci işleyen araştırmalarla ilgili düşüncelerimi, onun yokluğunda da olsa ifade edeyim.

Konu ile ilgili ne yazık ki sınırlı sayıdaki araştırma vardır. O araştırmaları incelediğimde Seyyidlerin bölgemize gelişi ile ilgili iki temel tezin bulunduğunu gördüm:

Abbâsî Halifesi Hârûnürreşîd Devri’nde, ki bu devir, Miladî 8. Asrın sonuyla 9. Asrın ilk yıllarına denk geliyor (786-809), Ehl-i Beyt mensupları ve Haşimoğullarına yönelik baskıların artmasıyla Ehl-i Beyt mensuplarının Irak’tan ayrılıp başka coğrafyalara sığınmaları.

Hülâgû’nun Bağdat’ı istilası (1259) ile Irak halkının Irak’tan uzaklaşıp başka yerlere muhacir olarak geçmesi.  

Dikkat edilirse her iki tez de Seyyidlerin bir mağduriyet neticesinde Irak’tan ayrıldıklarını ve bize bir tür muhacir ve mağdur olarak sığındıklarını ifade etmektedir. (Seyyid Bilal’in bölgeye gelişi ile ilgili üçüncü anlatımda ise 1154 ile 1212 arasındaki bir tarih ifade edilir ve konu yine Bağdat’taki sorunlara bağlanır.)

Kanaatimce araştırmaların halk arasındaki bu anonim anlatımlara takılıp kalmasında Oryantalist (Şarkiyatçı) bir yaklaşım vardır. Zira bu tezleri bilimsel kesinlikte kabul etmemiz için gerekli kanıtlar yoktur. Ama sorunları izahta Oryantalist yaklaşımdan pek çok iz vardır.

Öte yandan yüksek lisansta araştırma konum olan göç, tek bir etkenle izah edilemeyecek kadar karmaşıktır. Biz, bu karmaşıklığı neden Seyyidlerin mağduriyeti ve bize sığınmaları ihtimali üzerinden basitleştirelim? Başka ihtimalleri neden göz önünde bulundurmayalım?

Seyyidler, büyük ihtimalle Nusaybin veya Cizre hattı üzerinden, Bécirman’ın da bulunduğu Tûr  (Tûr Abidin) bölgesine geçtiler. Elimizdeki tarih kaynakları çok erken dönemlerde Nusaybin’de bir Nekibü’l-Eşraf’ın bulunduğunu ifade etmektedir.

Nekibü’l-Eşraf, Seyyidleri kayıt alan ve onların haklarını devlet nezdinde koruyan bir makamdır. Nusaybin’de erken dönemlerde kayda değer bir seyyid topluluğu olacak ki orada böyle bir makam var olmuştur.

Coğrafyaların fethi ile o coğrafyalardaki halkın Müslüman olması başka vakalardır. Coğrafyaları, ordular fetheder. Mekân fetihleri ordu gerektirir. Halkın İslam’la şereflenmesi ise dini anlatacak rical-i din (din adamları) gerektirir.

Coğrafyamız, oldukça erken dönemde Hicri 15’ten hemen sonra fethedildi. Kısa bir sürede fetih ordularımız Diyarbakır’dan Cudi Dağına kadar uzanmış, yöremiz tamamen fethedilmiştir. Seyyidlerimiz, neden fetihlerden sonra bize İslam’ı anlatmak üzere gelen rical-i dinden olmasınlar?

Irak’ta Ehl-i Beyt kıyamları olmuş ve Ehl-i Beyt, takibata uğramıştır. Ama hiçbir zaman Seyyidlerin Irak’tan toplu göçüne yol açacak bir vaka yaşanmamıştır.

Seyyidler bize muhtaç olmaktan öte, biz Seyyidlere muhtacız? Neden biz, Seyyidleri bölgemize davet etmiş olmayalım?

Bilindiği üzere Kürtler ve genel olarak bölge insanı olarak sert bir karaktere sahipler. Yöremizde dubendi (iki taraflılık) hiç eksik olmamış, sık sık birbirimizle uğraşmışız. Biz, neden Seyyidleri o dubendiye karşı aramızı bulacak şahsiyetler olarak coğrafyamıza getirmiş olmayalım?

Ayrıca bilindiği üzere pek çok seyyidimiz, aynı zamanda Tıbbı-ı Nebevî kapsamında veya dışında hekim olma sıfatına sahiptir. Bugün akıl hastaları şifa bulsunlar diye Seyyid Bilal’in türbesine götürülüyor. İslam âleminde akıl hastaları tedavisi çok erken dönemde başlamıştır. Seyyid Bilal, yöreye ilk gelişinde neden akıl hastalıklarını tedavi eden bir hekim olmasın?

Anonim anlatımda, Seyyid Bilal Hazretlerinin yörede bir av töreni sırasında Dargeçit’in (Kerburan) Arbaye köyünde yerleşik Kürt Miri tarafından görüldüğü ve Bécirman’ın ona verildiği biliniyor. Mir, Seyyid’den “cirm/vergi” almadığı için de köyün adı Bécirman (yani vergisiz) konuyor.  

Bu anonim anlatımı, tevatür noktasında olmasıyla önemseyelim. Ama meselenin arkasındaki farklı etkenleri de dikkate alalım. Bunun için vakfınız yüksek lisans ve doktora öğrencileri için burslar ihdas ederek konuyu vuzuha kavuşturabilir.

HASENÎ AHLAK VE HÜSEYNÎ CESARET

Tarihçe ile ilgili bu düşüncelerimden sonra size Seyyidlerin bölgemizdeki konumlarından söz etmek istiyorum.

Abbâsî ve Fâtımî dönemlerinde Hz. Hasan Efendimizin soyundan gelenlere “Şerif”, Hz. Hüseyin Efendimizin soyundan gelenlere “Seyyid” denmiştir. Kürtler, her ikisine birlikte sadece “Seyyid” demişlerdir.  

Malumdur, Hz. Hasan Efendimiz, Müslümanları bütünleştirmesiyle bilinir ve onun bu bütünleştirici yönü Hasenî Ahlak olarak şöhret bulmuştur. Hz. Hüseyin Efendimiz ise haksızlığa karşı duran cesaretiyle bilinir. Biz, seyyidliğin bu iki yönünü kaynaştırmışız.

Seyyidler, bölgemizde elbette âlim ve arif olarak bulunmuşlar. Bize, saf İslam’ı tarif etmişler ve o yönde örnek olmuşlardır. Bunun yanında aramızda ikiliğe karşı sulhta bulunarak bizi bütünleştirmişlerdir. Yöremizdeki pek çok kavga, onların araya girmesiyle son bulmuştur. Bir seyyid başındaki sarığı (tacı) çıkarıp Seyyidlerin bahtı aranızdadır deyince, kavgalar kesilmiştir. Kavgalarımızı Hasenî ahlakla bitirmişlerdir.

Bununla beraber Seyyidler, bir haksızlık gördüklerinde ona karşı Hüseynî bir cesaretle de karşı çıkmışlar, birbirimize haksızlık etmemizin veya başkalarının bize haksızlık etmesinin önüne geçmişlerdir.

Şeyh Halid-i Zülcenaheyn (el-Bağdadî, el-Kürdî) günlerine kadar Seyyidler, bu işlevlerini hakkıyla yerine getirmişlerdir.

1827’de vefat eden Şeyh Halid devrinde devlet, Batı’dan etkilenmelerle merkezileşmeye başlamış ve başta Baban Mirliği olmak üzere Kürt mirlikleri ile ilgili tasfiye süreci başlamıştır. Mesele, Kürtleri başsız bırakmaya doğru yol almışken Şeyh Halid, Nehrîler gibi pek çok halifesini Seyyidlerden seçmiş ve onun bu seçimiyle Seyyidlerin bizdeki konumları da yükseliş yönünde bambaşka bir safhaya geçmiştir.

Şeyh Halid’e kadar Seyyidler, bizim sosyal düzenimizin bir unsurudurlar. Şeyh Halid’den sonra ise Seyyidler aynı zamanda bizim siyasal nizamımızın bir unsuru hatta bizzat başıdırlar.

Şeyh Halid’le birlikte önce, Seyyidlik, âlimlik ve mürşitlik buluşmuş; ardından Seyyidler, Seyyid Ubeydullah-ı Nehrî gibi bizim siyasi önderlerimiz konumuna çıkmışlar ve yaşadığımız sorunlara karşı Hz. Hüseyin gibi karşı koymuşlardır.

Gerçi Kürtlerin Seyyidler tarafından temsil edilmeleri (ki bu, siyasal açıdan seyyidliğin bizde altın çağıdır) sadece Şeyh Halid’in Nakşibendî halifeleri ile sınırlı değildir.  Örneğin, Berzenci Seyyidlerinden Şeyh Mahmud Berzenci Kadiri olmakla birlikte adına para basılacak bir konuma çıkacak kadar Kürtlere önderlik yapmıştır. Yine Dersimli Seyyid Rıza da Alevi olmakla birlikte aynı zamanda siyasal bir konumda bulunmuştur. Ama genel olarak Seyyidleri Kürtlerin siyasal önderi konumuna çıkaran Şeyh Halid’dir ve bu yöremizdeki Seyyid tarihi açısından son derece önemli bir noktadır.

SEYYİDLİĞİ YAŞATMAK

Seyyidlik, İslam’la var olmuştur. İslam toplumsal ve siyasal yaşamda diri oldukça Seyidlik de öne çıkmıştır. İslam sosyal ve siyasal yaşamdan çekildikçe Seyyidlik de zayıflamıştır. İslam’ın zayıf olduğu bir ortamda Seyyidliğin kendisini koruması mümkün değildir. Sekülerleşme ile beraber Seyyidliğin rolü de azalmaya başlamış; seyyidlik kaybolmaya başlamıştır.

Bölgemizin İslam’dan uzaklaştırılması, uluslar arası bir projedir. Elbette Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin evlatlarının o hâl üzere bırakılması istenmemiştir. Batı, bu kadar güçlü iken bunu istememiştir. Bunda Stalin’in büyük rolü vardır. Avrupa’nın rolü vardır. Solun rolü vardır, sağın rolü vardır. Yerelin rolü vardır. Dışarının rolü vardır.

Seyyidlerin Seyyidlikten uzaklaştırılması ile Bölgemizin İslâmî kimliğinin silikleştirilmesi arasında da bir ilgi vardır. Şunu düşünmüşlerdir: Bu Seyyidler, Seyyid olarak kaldıkları sürece biz, bu bölgeyi dinden uzaklaştıramayız. O hâlde şu bölgenin dinden uzaklaşması için Seyyidlerin Seyyidlikten uzaklaşmaları gerekiyor.

Sekülerleşme, Seyyidliğin aleyhine işlemiş; Seyyidliğin gerek sosyal gerek siyasal tarihsel rolünü tamamen ortadan kaldırmıştır. Sekülerleşmeyle birlikte Seyyidlik anlamsızlaşmaya başlamış; Seyyid ben Seyyidim deyince ancak büyükler hürmet etmişlerdir.

Seyyidler, bölgemizi sekülerleştirmeye, laikleştirmeye yönelik çabalara bir de bu yönden bakmalılar. Bölgeyi sekülerleştirmeye çalışanların Seyyidliği de istemediğinin farkında olmalılar. Bölge insanını İslam’dan uzaklaştırmaya çalışanları bir de bu yönden değerlendirmeliler.

Seyyidliğin rolünü mutlaka devam ettirmeliyiz. Ama sekülerleşmenin, laikleşmenin olduğu bir ortamda bu mümkün değildir. Dolayısıyla Seyyidler bunu düşünmek durumundadır: Neden bizi sekülerleşmenin bir unsuru hâline getiriyorlar? Neden kimi zaman bizi Bölgedeki dinden uzaklaşmanın çekirdeğine oturtuyorlar? Bu soruları Seyyidler lütfen kendilerine sorsunlar.

Seyyidliğin yaşamasının birinci koşulu nedir, derseniz Seyyidlik Bölgeye hangi şartlarda gelmişse o şartlarda yaşar. Bir kere Seyyidlik nasıl yaşanır? Seyyidlerin saf İslam’ı yaşaması ile… Emevi zulmüne, Abbasî devri kargaşasına rağmen İslam’ı Hasenî ve Hüseynî olarak yaşarsanız Hasenî ahlakla bizi buluşturursanız, Hüsyenî cesaretle haksızlığa karşı dursanız Seyyidliği yaşatırsınız.

Eskiden derlerdi ki biz İslam’ı iyi yaşayan birini aradı mıydık, bir Seyyidi arardık. Siz, İslam’ı en iyi şekilde yaşarsanız Seyyidliğin birinci şartı yerine gelmiş olur, Seyyidlik Bölgede de yaşar, İstanbul’da da yaşar, bizler gelip elinizi öperiz.

Hiçbir Sekülerleşme maneviyata duyulan ihtiyacı ortadan kaldırmaz. Siz, İslam’ı yaşarsanız hepimiz size muhtaç oluruz.

Seyyidlik değerini İslam’dan alır ve Seyyidler ancak saf bir İslamî yaşamı tercih ederlerse değer görürler, toplumsal konumlarını yeniden elde ederler.

Seyyidler, İslam’ı yeniden yaşarlarsa, bu konuda topluma örnek olurlarsa bu karmaşık çağda büyük bir boşluğu doldururlar. Onlar bizi bir araya getirecek, bir arada tutacak toplumsal bir harçtırlar ve hâlâ hepimizin onlara ihtiyacı vardır.

Seyyidliğin yaşamasının bir diğer şartı, Seyyid cemiyetlerinin oluşması, aktifleşmesi ve gençliğe intikal etmesi ile mümkündür. Gönül isterdi ki şimdi burası gençlerle dolsun.

Seyyidliğin yaşamasının bir şartı da Seyyidliğin önce Seyyid cemiyetinin ihtiyaçlarını karşılaması, sonra topluma yönelik hayır hizmetlerinde önderlik makamına çıkmasıdır. Bahsettiğim, bir ütopya değildir, bir hayal değildir. Biz bunu yapabilecek evlatlar yetiştirebiliriz. Bunun için daha çok çaba göstermek gerekir.

Alevilerin kısmen ateistleşmelerine rağmen metropollerde Alevi pirleri etrafında buluşmalarını takdir ediyorum. Onlar ateist iken pirliği yaşatıyorlar, neden biz dindar iken Seyyidliği yaşatmıyoruz. Sizi engelleyen ne?

Hakikaten biz size muhtacız. Sizi, bize muhtaç gösteren tezleri unutun! Manen muhtacız, toplumsal bütünlük açısından muhtacız. Biz, Hasenî ahlak açısından muhtacız, Hüseyni cesaret açısından muhtacız.

Bunu yaşatmak için Bismillah deyip yola çıkmak gerekiyor. Bunun illa alimlerimizden, şeyhlerimizden beklemek gerekmiyor. Her biriniz bir ocaksınız, öyle değil mi? Biz, sizin adınızla yemin ettik, onca yıl. Şimdi biz Seyyidliği niye yaşatmayalım? Zéw elbette fena değil. Bu arada Zéw de sekülerleşmişti. Bizim, Seyyidliği yaşatmak için başka şeyler yapmamız gerekir. Sizler buna muktedirsiniz. Siz bunu yapabilirsiniz. Hasen’in evlatları bunu yapmazsa, Hüseyin’in evlatları yapmazsa kim yapabilir ki?

 

 

 

 

 

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar