Dr. Abdulkadir Turan

Kürt mevzusu ve Türkiye siyasetinin çıkmazı!

11.08.2022 03:29:00 / Dr. Abdulkadir Turan

Türkiye, kritik 2023 Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ne doğru yol alırken CHP’nin HDP’lileşmesi gerçeği yeteri kadar ciddiye alınmamaktadır.

Zira Türkiye’de Kürt mevzusuna zoraki olarak yabancılaştırılmış muhafazakâr kesim, HDP’lileşmeyi anlama sorunu yaşamaktadır.  

Türk muhafazakâr dünya, HDP’yi salt “Kürtçü ayrılıkçı” bir hareketin siyasal kanadı olarak düşünmekte, meselenin arka planıyla baştan beri hiç ilgilenmemektedir. Bunda hiç kuşkusuz Kürtlerin İslam’dan uzaklaştırılmasından acı duymamanın, öyle demeyeyim ama Kürtlerin İslam’dan uzaklaştırılmasına karşı “derince” sebeplerle duyarsız kalmanın da etkisi söz konusudur.

HDP gerçeğinin anlaşılmaması ve onunla birlikte Kürtlerin İslâmî kimliğinin geleceği ile ilgili duyarsızlık, Türkiye’nin önündeki siyasal sürecin eksik ve yanlış okunmasının önünü açmaktadır.

HDP, Müslüman bir toplum içinde örgütlenen uç seküler, uç sosyalist bir yapıya kısa sürede siyasal; uzun sürede sosyal ve siyasal bir taban kazandırma işleviyle siyaset yapmaktadır.

Parti, ait olduğu yapının genel karakteri üzerinde ilk günden beri dünyaya verdiği mesajlarda hâlâ despotik ulusal sol çizgidedir.

İslam dünyasında örgütlenen despotik ulusal solun genel karakteri, İslâmî her tür gelişmeyi politik abartı formu içinde Batı’ya ihbar etmek ve onu engellemeye dönük işçilik karşısında siyasal bir ücret/destek talep etmek üzerine oturmuştur.

İçeride ulusallıktan, ulusal çıkarlardan söz ederken dışarıya bağımlığı içeri aleyhine sınırsızca meşrulaştırıp sistemleştiren bu çürük karakter, Batı’nın İslam dünyasına yönelik projelerinde her zaman “eldeki sopa” işlevi görmüştür. Despotik ulusal sol, kendisini ana akım İslâmî hareketlere karşı konumlandırmış ve bu hususta Batı’dan daha katı bir yaklaşım içinde görünmeye özen göstermiştir.

Aynı ulusal sol, bununla birlikte, Mısır’da Cemal Abdünnasır deneyiminden de istifadeyle ilk günden bu yana kendilerine itaat eden ve ana akım İslâmî hareketlerden uzak duran, dindar kesimlerle barışık kalmaya hatta onlara yerel örgütlenmede bir pay ayırmaya da önem vermiştir.

Despotik solun uç seküler yüzü; bu hiçbir zaman iskelet olmayan ve olmayacak dindar yapılarla ilişkiler üzerinden “yumuşak” gibi görünür, onlara halk nezdinde meşruiyet ve taban kazandırır, aynı zamanda onların toplumu İslam’dan uzaklaştırma programlarında da kayda değer bir hasar oluşturmaz. 

HDP’nin örgütlü yapısı içinde, Batı’daki “yeşiller” düzeyinde çağdaşçı/Batılı yaşam tarzını benimseyip her tür ahlaki kriteri yok sayan bir gençlik yetiştirmesi; söz konusu günü, sosyal yapıyı ve uzak siyasetleri okumayan itaatkâr dindar yapıların dikkatini çekmez. Onların bilinç düzeyi ve çıkara dayalı yaklaşımları; böyle bir örgütsel siyasal günahkârlığı anlamaya engel teşkil eder. Dolayısıyla HDP, siyasi çizgisini kolaylıkla sürdürme imkânı vermiştir.

Bu siyasi çizgi; HDP’ye despotik solcu PKK’nin üzerine kurulu olduğu esaslardan kopmadan günlük siyasette geniş kitlelere seslenme ve nihayetinde bölge siyasetinde iktidar olma imkânı verdi.
Bu çizgi, temelleri kadim Şarkiyatçı Fransız Mason mahzenlerinde atılmış; günümüzde ise Neo-Şarkiyatçı Pentagon uzmanlarınca güncellenmiş, çok incelikli bir siyaset mühendisliği eseridir. Siyaseti kabataslak ve sadece yerelden okuyanlar, hiçbir zaman bu mühendislik ve mimariyi anlayamadılar. 

HDP, bu karakterle beraber Türk solu kökenlidir; ondan doğmadır ve ona karşı her zaman boynu büküktür; kendisini Türk solunun hizmetkârı konumunda görme kompleksinden hiçbir zaman kurtulamamıştır. Bunda hiç kuşkusuz partide Dersim-Adıyaman hattı Alevi sathının örgüte hâkim olmasının da kayda değer bir payı vardır.

CHP’yi bir noktada HDP’den ayıran, CHP’nin İslam dünyasındaki ulusal sol yapılardan baştan beri farklı olarak halka karşı dindar görünme zorunluluğu hissetmemesi, o yönde hiçbir zaman bir çaba içinde bulunmamasıdır.

CHP, henüz Halk Fırkası kimliğinde iken halka dindarımsı mesajlar vermenin parti örgütlerinde ve devlet işleyişinde dine ve dindarlara karşı ödünlerin kapısını açacağını düşünmüş ve bütün ortamlarda ödünsüz bir din karşıtlığı söyleminde ısrar etmiştir.

28 Şubat’ın başbakanı Bülent Ecevit dahi, CHP’nin ana yapısında “ortanın solu” olarak din konusunda ödün veren konumunda görülmüştür.

CHP’nin Türkiye siyasetinde diğer özgün bir yanı ise 1990’lı yıllardan itibaren Kürtlerden aldığı desteğin sıfıra inmesine aldırış etmeden örgütlenmelerinde ödünsüz bir şekilde Kürt mevzusuna karşı duyarsız kalmasıdır.  

Erdal İnönü’nün önderliğindeki SHP, HDP çizgisinin ilk örneği HEP’i Meclis’e taşımış; bunun aldığı sert tepkiden sonra CHP yeniden vücut bulmuş, nihayetinde SHP siyaset arenasından silinmiş ve yeni CHP, Deniz Baykal günleri boyunca HDP’nin siyasi çizgisine karşı ödünsüz bir karşıtlık ve duyarsızlık noktasında durmakta ısrar etmiştir.

CHP’NİN DEĞİŞİMİ!

1990’lı yıllarda Refah Partisi, Türkiye siyasetinde seküler sağ ve solun bölünmüşlüğü içinde yükselip iktidar adayı olduğunda ABD’nin Yahudi kökenli Türkiye masası şefleri derin bir kaygıya sürüklendiler.

Süreci tamamen “Kürt Sorunu” üzerinden okuyan masa şefleri Graham Fuller ve Henry Barkey, “Türkiye’nin Kürt Sorunu” adlı raporlarında Refah Partisi’nin yükselişini tamamen “Kürt Sorunu” üzerinden okumayı tercih ettiler. Başka bir ifadeyle Kürt mevzusunu Türkiye siyasetinde “anahtar mevzu” olarak ele alan ikili, bütün Türkiye siyasetini söz konusu mevzuya el atarak değiştirebileceklerine inanmışlardı. Çok manidar bir şekilde bu iki CIA çalışanının raporuna ön sözü Yahudi ABD eski elçisi Morton Abramowitz mukaddime yazmış, raporu yine Yahudi Fransız büyükelçisi Eric Rouleau tanıtmıştır. Dolayısıyla rapor ekibi, tamamen Yahudi’dir.

Fuller ve Barkey, Refah Partisi’nin yükselişini tabii bir yükseliş veya İslâmî kesimin bir zaferi olarak değil, “devletin kurucu aklının partisi” olarak konumunu ifade ettikleri CHP’nin kuruluş günleri siyasetindeki ısrarının bir neticesi olarak görüyorlar; Türkiye’de “siyasal İslam’ın” yükselişinin temel sorumlusu olarak bu tutumu tespit ediyorlar ve Kürt mevzusunu merkeze alarak CHP’yi bu ısrardan vazgeçmeye davet ediyorlardı.

Merhum Necmettin Erbakan, Kürt mevzusu ile ilgili söylemi ile Türkiye’de muhafazakâr yapılara giydirilen gömleği yırtma teşebbüsünde bulunmuş, bunun bereketi görülmüş ve bu, dışarıyı panikletmişti.

Bölgenin kendi köklerine dayalı ve geçmişten beri Türkiye’nin genel İslâmî yapısıyla barışık olmayı önemseyen İslâmî yapısının yükselişi de Barkey ve Fuller’in beyan ettikleri endişe kaynakları arasındaydı. Onların bu endişeleri süreç içinde Emre Uslu tarafından doktora tezi olarak Utah Üniversitesi’ne sunuldu.

Doktorasını üniversitenin bursuyla yapan Uslu, tezinin sonuç bölümünde açık bir dille Türkiye’nin kuruluş aşamasındaki rolünde kalması için Kürt dindarlığının kontrol altına alınmasını öneriyordu.

Uslu, bunun için PKK’nin siyasal kanadının bir sosyal dönüştürücü olarak özgür bırakılmasını; buna karşı kendi ifadesiyle bölgenin dindar sosyal yapısının değişmesinin önündeki en önemli engeli teşkil eden Peygamber Sevdalıları camiasına yönelik örgütsel bir adlandırma yaparak Nazilere uygulanan sert yöntemlerin kullanılmasını öneriyordu. Ona göre, Türkiye’nin laik yapısının korunması için bu yapıya karşı demokratik hakların yok sayılması elzemdir ve bunun meşruiyet misali Avrupa’nın Nazilere yönelik uygulamalarıdır.

Anlaşıldığı kadarıyla Türk solu ve Türk sosyal demokrat çevrelerle sıkı bir ilişkiye sahip Barkey ile 15 Temmuz darbecileri ile sıkı bir dostluğu bulunan Fuller, HDP’yi ve Amerika’ya itaat eden 15 Temmuz darbecilerini ikna etmişlerdi. Geriye sadece CHP’nin iknası kalmıştı. Rapor da bu iknanın mümkün ama güçlükleri üzerine kurulmuştu. İkili; aslında CHP’den çok şey beklemiyordu, despotik seküler çekirdek yapısını ve örgütlenmesini korusa da güncel siyasette bir açılım gerçekleştirmeli ve buna da Kürt mevzusuna yönelik bariyerini kaldırmakla başlamalıydı.

İkiliye göre CHP’nin ısrarından vazgeçmesi durumunda “siyasal İslam” engellenir, Türkiye’nin Batı yanlısı siyasetine iktidar yolu açılırdı. Böylece devletin kökleri ile güncel siyaset yeniden buluşur ve Türkiye’de Batı için oluşmuş sorun izale olurdu. 

CHP, Deniz Baykal’ın tasfiyesi ve mevcut genel başkanın seçilmesiyle bu değişimin işaretlerini verdi ve süreç içinde HDP ile aynı siyasi çizgiye geçti. Vakanın “ilginç” yanı ise genel olarak Dersim-Elazığ-Maraş-Adıyaman Alevileri tarafından yönetilen bir HDP ve üst yapısı ile yine Dersimli bir genel başkan önderliğindeki CHP’nin buluşmasıydı. Dolayısıyla mühendislik; Bernard Lewis’in İslam alemini “yeni azınlıklar” üzerinden okuma Neo-Şarkiyatçılığı ile de birebir örtüşüyordu.

Bu bağlamda, 

  1. CHP, 2015’ten beri bizzat kendi resmi kanalında başlattığı bir kampanya ile kadınları siyaset uğruna ilkesizce soyunmaya çağırmaktadır. Bu kampanyanın ne kadar etkili olduğunu ayrıcalıklı CHP seçmenlerinin çoğunlukta olduğu bir sosyal ortama girdiğinizde fark ediyorsunuz.
  2. CHP, İstanbul Sözleşmesi’ne açıkça sahip çıkıyor.
  3. CHP, alkolizm ve eşcinsel grupları sahiplenme konusunda siyasal günahkârlığın en uç türünün yanında duruyor.
  4. CHP, hükümetin İmam Hatip, Kur’an Kursu çoğaltma çalışmalarına karşı durmakla yetinmiyor; vaizlerin dahi susturulması yönünde her tür girişime arka çıkıyor hatta sözcülük yapıyor.
  5. CHP, genel başkan yardımcıları üzerinden uç sosyalist örgütleri yakınında tutacak titizlikte bir sol siyasi dil kullanıyor.

Bu beş yön, CHP’nin kuruluş dönemi köklerine sadakatini ortaya koymakla birlikte Batı nezdindeki varlığına da anlam kazandırıyor.

Aynı CHP; HDP’nin siyasi çizgisini taklit edercesine, ki gerçekte bu bir taklit değil, bir programda buluşturma ve buluşma neticesidir, şu siyaseti de icra ediyor:

  1. Küskün, hırslı ve itaatkâr dindar yapılara kapıları açıyor.
  2. Başörtülülerle resimler çekip onları yer yer parti teşkilatlarına alıyor.
  3. İtaatkâr dindarlığa karşı olmadığını her fırsatta beyan ediyor.

Bu iki yön, bir arada değerlendirildiğinde özü/çekirdeği aynı, günlük politik söylemi değişmiş gibi görünen bir CHP portresi ortaya çıkıyor.

 CHP, bu iki yönün birlikteliğinin nihayetinde kendisinin kuruluş felsefesine hizmet eden bir iktidar getireceğine ikna olmuş durumdadır. Ona İYİ Partili ülkücüler ve küskün ya da eskiden beri itaatkâr dindarların verdiği destek ile HDP’nin her şartta hazır desteği, iktidar umudunu gerçekleştirme imkânı veriyor. Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durum da bu imkânı artırıyor.

Buna karşı AK Parti’nin küskün sekülerler ve kadim milliyetçilerden aldığı destek; aynı kesimlerin bariyerlerinin getirdiği tutukluğu izale etmiyor.

Türkiye siyaseti, bu çerçeve içinde tam bir çıkmaza girmekle yüz yüzedir.

 

 

 

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar