Dr. Abdulkadir Turan

Doğu ve Batı Arasında İslam

02.03.2022 07:00:00 / Dr. Abdulkadir Turan

Rusya, Ukrayna üzerinden genişleme politikası izliyor, Doğu Avrupa’yı zorluyor.  Aynı Rusya Çarlık tarihinde görülmemiş bir şekilde Şam’da üsler kuruyor hatta Afrika’ya açılıyor.

Genellikle yakın çevresi dışında emperyal yönü bulunmayan Çin de gittikçe Batı’ya açılıyor, Afrika ve Güney Amerika’da yeni ortaklıklar kuruyor.

Rusya, genişlemesini İslam dünyasını ürkütmeden, belki de uyandırmadan sürdürürken Batı’yı endişelendiriyor. Zira Batı ile arasında hiçbir engel bulunmuyor.

Çin ise İslam dünyası konusunda daha da belirsiz bir görünüm içinde ve özellikle ABD’yi ürkütüyor.

Önceki yüzyıla bakıldığında dünyanın Batı’dan yana görünen dengesi Rusya ve Çin bağlamında doğudan yana değişiyor gibi.

İslam, Batılı veya Doğulu değildir. İslam’ın Batı ile mücadelesi de Doğu-Batı mücadelesi içinde ele alınamaz.

Bu nokta dikkate alındığında Batı, Moğol istilasından bu yana, kısa süreli ve aslında Batılı olan Sovyetler süreci bir kenara bırakılırsa, ilk kez Doğu’nun nefesini bu kadar ensesinde hissediyor.

Daha düne kadar dünyanın tek hükümranı konumundaki Batı, acaba nerede yanlış yapıyor? Pek çok sebebin buluşması ile ilişkili olarak Batı’nın henüz bunu soracak hâli bile yok.

21. yüzyıla girilirken “Biz, dünyayı ele geçirdik, tek rakibimiz İslam kaldı, terör (öteki/barbar) odur, onu bertaraf edersek dünya hâkimiyetimiz tamamlanır!” diye Batı’nın önüne tezler koyan akıl, nasıl bir yanlış içindeydi? Hangi fanatizm onu bu noktaya sürüklüyordu ve Batı, o konuda nasıl buluştu?

Söz konusu tez sahiplerinin dünyadaki zoraki benzeşmeyi, “uygarlık kardeşliği” olarak görmeleri birinci yanılgılarıydı. Onlar, Rusya, Çin ve Hint’in Batı uygarlığının yaşam tarzını kabulünü Batı’nın onlar üzerindeki tahakkümü olarak kabul ediyorlardı ve bundan onlar “medeniyet” deseler de bir “uygarlık kardeşliği” devşiriyorlardı. Aynı tez sahipleri, Batı’nın yaşam tarzını kabul etmeyen Müslüman dünyayı ise bu kardeşliğin dışında kalan sorunlu bölge olarak tanıtıyorlar, İslam’ı ve Müslümanları küresel ölçekte savaşılması gereken bir tehdit olarak öne sürüyorlardı.

Tezleri, yüzeysel bir değerlendirmede gayet de mantıklı görünüyordu. Hakikaten Batı’nın dünyayı dinsizleştiren uygarlık anlayışına karşı din olarak direnen sadece İslam’dır. Ondan başka “La” diyen, Hz. İbrahim’in tevhid bayrağını dalgalandıran bir yapı yok. Ahir zaman dini odur. Ancak İslam’ın yakın bir dönem için Batı’yı tehdit etme riski yoktur. Üstelik İslam bir tehdit değildir, bir istila gücü değildir. Alman, İngiliz veya Fransızların Müslümanlaşmaları onların dünya üzerindeki etkinliğini azaltmaz, aksine belki artırır. Belki onlar tam bir tükeniş yaşarken İslam sayesinde geçmişin toplumları gibi bir diriliş yaşar ve dünyada yeniden öne çıkmaya başlar.

İslam’ı en büyük tehdit olarak öne süren Batılı tezler, dünyadaki güç dengeleri ile birlikte İslam’ın bu ihya edici yönünü de göz ardı ediyorlardı. Çünkü onlar, Kudüs gerçeğine takılmış Siyonist ve Evanjelist aklının esiriydiler.

Tezlerin başında Yahudi ve Siyonist Bernard Lewis vardı. Lewis, gerek tarihin sonu, gerek medeniyetler çatışmasına yaklaşımlarını bir bütün olarak Siyonist stratejiye göre yönlendirdi. Doğu-Batı tarihini ve güç dengelerini göz ardı ederek bütün önerileri Yahudilerin Kudüs’ü tam olarak istilası etrafında şekillendirdi. Bu da İslam dünyasının kökünün kurutulmasını gerektiriyordu. Zira İslam dünyasında tek fert ayakta kalsa o, Kudüs’e sahip çıkar, orayı istila edenlerle mücadele ederdi. Bunun için İslam’ın mukaddesatı konusunda duyarlı tek kişi dahi bırakılmamalıydı.

Lewis ve ekibi, bu hedef için Batı’nın gözünü resmen kör etti. Avrupa, nefsani arzular içinde tükenmişti, siyaset üretecek kabiliyetten yoksundu. ABD ise İslam dünyasının Doğu-Batı dengesindeki yerini ciddiye almaktan uzaktı. Oralardan çıkan klasik Hıristiyan ve diğer sesler kısık kaldı.

BATI’NIN GÖRMEDİĞİ TARİH

Cengiz’in Moğol orduları, 1219’da Hârizmşah toprakları üzerinden İslam dünyasına girdiğinde İslam dünyasının çekirdeği tam 120 yıldır Haçlı belası ile uğraşıyordu. V. Haçlı Seferi çerçevesinde Papalık donanması Mısır önlerinde idi, Dimyat’ı istila etmişti.

Papalığın kehanetine göre İslam’ın ömrü 600 yıldı ve süre dolmuştu. Bunun için Haçlıların hedefi Mısır’ı aldıktan sonra Kudüs’e varmak, sonra Medine ve Mekke’yi istila etmekti.

Haçlılar, Papanın vekilinin komutasında büyük bir donanmayla gelmişlerdi; Kıbrıs ve Doğu Akdeniz Haçlılarınca da destekleniyorlardı. Onlar Selâhaddin’i hatırladıkça Papanın “legat” denen vekili, onları kehanete inandırıyor ve hırslandırıyordu.

Büyük Eyyûbî Sultanı Melikü’l-Kâmil Muhammed, tek başına onlarla baş edemezdi. Şam’daki kardeşi Melikü’l-Muazzam ve el-Cezire hükümdarı Melikü’l-Eşref’i de yardımına çağırdı. Tarihi bir zafer kazanarak bütün Batı ordularını aynı anda yendi, istila edilen Dimyat şehrini kurtardı ve Papalığın kehanetini bozdu, itibarını yerle bir etti.

Ne var ki Eyyûbîler, Batı ile uğraşırken birbiriyle didişen Bağdat Halifeliği ve Hârizmşah Sultanlığı Doğu’daki tehdidi görmediler, Doğu’daki tehditle baş edemediler. Cengiz’in orduları üç dört yıl içinde Bağdat çevresine dayandı. Bağdat’ın güdümündeki şehirleri talan etti, hatta oralara şıhne (vali) dahi atadı ama Eyyûbî ülkesine giremedi.

Hârizmşah ülkesi, Müslümanları utandıracak bir hızla çöktü. Onun bakiyesi Celâleddin, batıya yönelip İslam dünyasının Moğollarca daha az yıpratılan Doğu Irak-Batı İran-Azerbaycan hattını ele geçirdi. Ahlat’ı istila ettiyse de Yassıçemen’de yenildi; Anadolu Selçuklu-Eyyûbî hattına giremedi. Ama hem Anadolu Selçuklu ittifakına zarar verdi hem Eyyûbîlerin arasındaki sorunları derinleştirdi, bölünmeye dönüştürdü.

O sırada Moğollar, Cengiz’in ölümünün getirdiği süreçle istilalarını yavaşlatmışlardı. Müslümanlar için önemli bir fırsat doğmuştu ama Celâleddin’in yol açtığı sorunlar, bu fırsatın değerlendirilmesini engelledi. Moğollar, bir kez daha harekete geçtiler ve bu kez hedeflerinde daha açık bir şekilde Bağdat da vardı.

Onlarla eş zamanlı olarak Batı bir daha hareketlendi. Papalık, önce Alman İmparatoru Friedrick’i sefere zorladı. Onun harekete geçişiyle İslam dünyası bir kez daha iki ateş arasında kaldı.

Vaziyetin zorluğunu ne yazık ki sadece Melikü’l-Kâmil gördü, iyi bir saha araştırmasıyla, İslam’ın bu iki ateş arasında kalmasından kurtarılmasının yolunun Batı’yı durdurma, Moğol ile uğraşmakta buldu. Bunun için sefere çıkmakta isteksiz olan Friedrick ile Papalığın arasını bozdu. Onun seferini diplomasiyle Batı içinde tarihsel bir bölünmeye dönüştürdü. Bundan fırsat bulup Doğu ile uğraştı. Ne var ki onu Şam ve Anadolu’da anlayabilecek bir yapı yoktu.

Papalık da o süreçte Alman İmparatoru Friedrick’e karşı inisiyatif kazandı, Fransız fanatik Katolik’i Aziz Louis’i harekete geçirdi.

Louis, Katolik fanatizmi içinde resmen çıldırmıştı. Papalıkla birlikte Moğollara elçiler gönderip onlara İslam’ı birlikte yok etme teklifi yapıyordu. Onu Kâmil’in oğlu Melikü’s-Sâlih durdurdu. Sâlih’in oğlu Melikü’l-Muazzam ise onu esir aldı, böylece Moğollara yaptığı teklif kadük kaldığı gibi Papalık da yeni bir Haçlı ordusu çıkarmaktan aciz kaldı.

Bugün de bakıldığında tarihçiler, Moğolların, Eyyûbîler ve onların Memlûklerini aşmaları durumunda Batı’yı darmadağın edecekleri konusunda ittifak hâlindeler.

OSMANLI TARİHSEL SÜRECİ VE SOVYETLER

Osmanlının son devrinde Rusya Çarlığı; Amerika, Afrika ve Hindistan’a yönelen Avrupa karşısında bir istila tehdidi boyutuna varmıştı.

İngiliz ve Alman aklı, bu tehdit karşısında Osmanlının varlığını önemsiyordu. Ama Yahudilerin, İngiltere siyasetini tamamen ele geçirmeleriyle İngilizler, Osmanlı aleyhine döndüler. Almanların itirazları da netice getirmedi. Neticede Siyonistlerin tahrikiyle Osmanlı Devleti yıkıldı. Batı’nın iki yakası, Rusya’nın Batı’ya uzak noktalarla meşguliyetinden dolayı II. Dünya Savaşı’na kadar barışık kaldı. II. Dünya Savaşı’nı birlikte kazandı. Ama savaştan sonra Batı, Sovyetler tehdidiyle yüz yüze kaldı.

SOVYETLER SONRASI SÜREÇ

Kudüs’e ve “Arz-ı Mevʿud”a hakim olmak isteyen Siyonist akıl, bunca tarihsel tecrübeyi yok sayarak Sovyetlerin yıkılışından sonra tekrar Batı’nın bütün dikkatini İslam dünyasına çevirdi.

İslam dünyası, henüz dünya güçleri karşısında oldukça zayıftı. Ama sanki Batı’nın kurduğu dünyayı Müslümanlar birkaç yılda yıkacaklarmış gibi bir hava estirildi. 11 Eylül 2001 vakası, bu düşüncenin pekişmesi için kullanıldı. Bush Teorisi ile “terör” etiketiyle İslam’a karşı küresel bir savaş ilan edildi. Öyle ki Rusya ve Çin dahi Müslüman topluluklara yönelik saldırılarını o küresel savaş çerçevesinde izah ettiler.

Bu küresel mücadele, İslam dünyasının ihyasına ağır bir darbe vurdu; ayağa kalkmak için nefesini zorlayan İslam dünyasının eline ayaklarına peş peşe darbeler indirildi.

Siyonist akıl tam da Hicri 7/13. Yüzyıllardaki Papalık misali “İslam dünyası bitti” şöleni düzenlerken, Myanmar’da, Hint’te dahi düşük topluluklar Müslümanların ırzına kast ettirilmişken, Batı’nın karşısına Rusya ve Çin gerçeği çıktı.

Ve Batı, şimdi hakikaten şaşkın… En büyük tehdit İslam diyenlerin aksine “Rusya enerjimi keser mi; Çin ticaretimi bitirir mi?” diye kâbus görüyor.

Batı, kendisiyle Doğu arasındaki İslam bariyerini fütursuzca darmadağın etmeye çalışırken kendisi darmadağın olmak üzere. Batı’nın başında yönlendirilmeye açık, yarı sefih ve sarhoş tipler var. Batı aklı ölmüş, ABD aklı ise hiçbir zaman olgunlaşmadı. Batı, İslam’ı zavallılaştırırken kendisi zavallı duruma düşmek üzere…

İSLAM DÜNYASININ KONUMU

Batı ile Doğu’nun ittifakı İslam için felakettir. Batı ile Doğu’nun çekişmesi nimettir. Ama Batı ile Doğu’nun savaşması da bu süreçte İslam dünyası için felaket olabilir.

Buna karşı İslam dünyasının her tür ırk bariyerini aşarak kendi büyük bloğunu oluşturmaktan başka, köklü bir çözüm yoktur.

Müslümanlar, Batı’ya Siyonist aklın onları götürdüğü yeri kavratmak durumundalar. Batı, İslam’ın aleyhinde bulunmaktan vazgeçerek kendini toparlamalı. Batı’nın Doğu karşısında toparlanmasının yegâne yolu ise İslam’ı seçmesi ve İslam’la ihya olmasıdır.

Rusya, İslam’la savaş sürecinden çok dersler aldı. İslam dünyasını iyi tanıyor. Lâkin Rusya, İslam’ı seçmeden İslam dünyası ondan emin olamaz.

Çin’e gelince Çin, insanlığın yeni Moğol’u olmaya aday görünüyor. Küresel bir dünyada elbette yakınlık ve uzaklık anlamsızlaştı. Ama Çin’in emperyal bir güce dönüşmesi İslam dünyasının da Batı’nın da lehine değildir.

Batı, yeni güç dengeleri karşısında bir dönem kapıldığı Katolik fanatizmin başına getirdiklerinden ders almalı ve Siyonist fanatizmin onu nasıl körleştirdiğini artık anlamalıdır. Batı’nın aklı, çok yönlü programlarla köreltilmiş, Batı’yı uyandırmak öncelikle İslam dünyasına düşer.

Müslümanlar, Batı’yı istila değil ama ihya edebilirlerse dünyanın dengelerini lehlerine değiştirebilirler. Bunun yakın alternatifi Rusya’nın ihyasıdır. Ama iki ihyadan birinin diğerine vesile olacağından kuşku yoktur.

Ve Allah’ın izniyle bu bir “ütopya” değildir.

Analizin başlığı İzzetbegoviç’in “Doğu ve Batı Arasında İslam” adındaki eserine telmihtir. Allah, kendisine rahmet eylesin…

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar