Filistin yine kan ağlıyor, Gazze yine bombalar altında. Yıllarca Şehit Şeyh Ahmet Yasin’in söylediği gibi, ‘akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler’ yetmiyor bütün bir dünyanın ve dahi ümmetin suskunluğunu bozmaya!
Sadece acıyanlar, görmezden gelenler, konuşmaktan öte hiçbir şey yapmayanlar bir tarafa, bu zulmet kalksın ve mazlum coğrafyanın mustazafları kurtulsun diye çabalayanlar bir tarafa, ortada bir hakikat var ki; yıllardır değişmeyen tek şey, hâlâ yuvalar yıkılıyor, çocuklar ölüyor, analar ağlıyor, babaların çaresizliği yürek yakmaya devam ediyor.
Tüm bunlar yaşanırken, dezenformasyon ve manipülasyon içeren paylaşımlar yapanlar tahammül edilecek gibi değil..
Neymiş?
Aksa Tufanı Operasyonuyla Filistinli direnişçiler kendi elleriyle kendilerini, Gazze’yi ve tüm Filistin’i daha çok tehlikeye atıyorlarmış!
Bu iddiaya pek çok cevap verilir ancak, biz susalım Ebu Eyyub el-Ensârî (r.a) cevap versin...
“Emevîler zamanında Allah Rasûlü’nün (s.a.v) fetih müjdesine nâil olmak isteyen İslâm ordusu, İstanbul önlerine kadar ilerlemişti. İşte o ordunun içinde, Ebû Eyyûb el-Ensârî ‘de bulunuyordu .Rum ordusu şehrin surlarına sırtlarını vermiş daha rahat savaşırlarken, Ensar’dan bir adam, atını alarak Bizanslıların içine kadar sürdü.. Buna o ana şahit olan bir başka İslâm askeri;
“Allah yolunda harcamada bulunun ve kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. ..”(Bakara,195) ayeti üzerinden bir fikir beyan ederek şunları söyledi:
Lâ ilâhe illâllah! Şuna bakın! Kendini göz göre göre tehlikeye atıyor! Yanlış yapıyor!
Buna mukabil, Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) bu âyet-i kerimenin yanlış anlaşıldığını hissederek rahatsız oldu ve şöyle dedi:
“Ey mü’minler! (Yanlış anlaşılmasın!) Bu âyet, biz Ensar hakkında nâzil oldu. Allah, Peygamberine yardım edip dinini galip kıldığında biz;
Allah dini galip geldi, muzaffer olduk. Birçok insan İslâm’a girdi. Biz artık hurma bahçelerimize dönelim) mallarımızın başında durup onların ıslahı ve artmasıyla meşgul olalım. (Bu hizmetleri de bizden sonrakiler devralsın!) demiştik. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.”
Yine benzer bir rivayette, Ebu Eyyub el-Ensari (r.a.)`nin şöyle söylediğini rivayet edilmiştir: “Bu ayeti kerime biz Ensar topluluğu hakkında inmiştir. Allah İslâm`ı kuvvetlendirince ve destekçileri de çoğalınca biz kendi aramızda gizlice: “Mallarımız zayi oldu. Yüce Allah da zaten İslâm`a güç kazandırdı. Artık mallarımızın başında durup da onlardan zayi olanları düzeltsek” dedik. Bunun üzerine Yüce Allah bize cevap olarak bu ayeti kerimeyi indirdi. (Ebu Davud)
Buradan yola çıkarak soruyoruz!?
Kime göre tehlike, neye göre tehlike??
Siz dünya ölçeklerinizle ölçün durun..
Rabbimiz tehlikenin ne olduğunu yüce vahyinde açıklıyor, anlamak, önlem almak ve gereğini yapmak isteyenler için...
Yani Allah’a ve ahiret gününe iman edenler için...
Kulaklarını tıkayanlar ve vicdanı körelenler otursun dursun!
Allah korkusunu sinesinde dipdiri hisseden iman eden kadınlara ve erkeklere büyük bir vazife düşüyor bu konuda...
Ey Müslüman kadınlar! Ellerinizden bilezikleri, yüzükleri, yastık altındaki altınları, birikimlerinizi bugün değilse ne zaman çıkaracaksınız!?
Ey Müslüman erkekler! Bankalardaki, kasalardaki, borsalardaki paralarınızı bugün değilse ne zaman çıkaraksınız!?
Şayet bir şeyiniz yoksa bile, bir yarayı saracak, yara bandı kadar dahi olsa verecek bir malınız muhakkak vardır..
Madem canımızla bulunamıyoruz mazlumların yanında, bari malımızla bulunalım, mazeretsiz...
Safımız belli olsun! Maddi de olsa bir gayretimiz olsun!
Eğer bugün suskun, pasif, umarsız kalırsak ve elimizden geleni yapmazsak; Vallahi de , Billahi de kendi ellerimizle kendimizi tehlikeye atmış oluruz..
Unutmayalım! Rabbimizin hesabı pek çetin ve incedir...
Bize verdiği nimetleri, O’nun rızası için infak etmekten imtina edersek sonumuz iki cihanda da hüsran olur...
Emir kesin ve net!
“Allah yolunda infakta bulunun ve kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.”(Bakara,195)