Mesnevide geçen şaşı ve inatçı çırağın hikâyesini çoğumuz okumuşuzdur. Hikâye şöyle:
Bir ustanın şaşı bir çırağı vardı. Bir gün ustası ona:
- "Bizim eve git rafta bir şişe var onu al ve bana getir." dedi.
Şaşı çırak eve gitti kapıyı açıp içeriye girdi, ustasının dediği rafa bakınca, bir yerine iki şişe gördü. Hangi şişeyi alacağına karar veremeyince de, dönüp geldi:
- "Ustacığım hangi şişeyi getireyim, çünkü dediğiniz rafta iki şişe var." dedi.
Usta : "O rafta iki değil sadece bir şişe var git onu getir." diye tekrarladı.
Çırak ayak diretti. Çünkü o rafta iki şişe olduğuna emindi. Şaşı olan gözlerine mi inanacaktı, ustasına mı!? Gözlerine inanmayı tercih ederek, itiraz etti:
- "Beni boş yere azarlama usta o rafta iki şişe var, açıkça hangisini getirmemi istiyorsan söyle." dedi.
Usta çırağa anlatamayacağını, ne söylerse söylesin dinlemeyeceğini görünce:
- "Madem öyle, orada iki şişe var diye inat ediyorsun git birini kır, diğerini al getir." dedi.
Çırak gitti şişenin birini yere çalıp kırınca ikisinin de gözden kaybolduğunu gördü.’’
Oldukça ibretli bir hikâyecik...
Bakış ve görüşündeki noksanlığı hesaba katmayan şaşı çırak, kendisini yanlışa sevk eden ön yargıyı kırmadan hakkı ve hakikati göremedi.
Zira kırdığı şişe aslında onun ön yargısı, kendi kanaatine dair tarafgirliği ve karşı düşünceye yönelik hiddetiydi...
Kusur, şaşı bakma olasılığını hesaba katmadan vardığı ön yargısındaki inadındaydı, yoksa şaşılık Allah vergisiydi ve bir kusur değildi elbette...
Sahi, insanoğlunun bir türlü kurtulamadığı şu ön yargı ne büyük bir musibet!
Son zamanlarda toplumsal olarak yaşadığımız çoğu sosyolojik ve psikolojik travmanın altından da hep bu ön yargı gafleti çıkmıyor mu?
Toplumu hızla kutuplaştıran, insanları ötekileştiren hep bu ön yargı illeti değil mi?
Ön yargılar, kalıp yargılar ve nihayetinde adaletten uzak zanlar...
Dünya genelinde de ülke özelinde de durum hep aynı. Hatta evlerde, mahallelerde, köylerde bile.
“Şu kesin böyledir!”
“Bu kesin şöyledir!”
Böyle kesin ifadeler ve peşin hükümler devreye girince, hak/hakikat devre dışı kalıyor haliyle...
Aynı ülkenin insanlarının bile şehirlerini belli sınıflara ayırıp, insanlarını kalıp yargılarla kategorize edip, sonra da ön yargı ve zanlarla adaletten uzak yargılara varması ne hazin bir durum.
Oysa bir müminin her hangi bir konuda yargıya varmadan önce Kur’an ve Sünnet terbiyesi icabı zandan sakınması gerekmez mi?
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü zannın çoğu günahtır.” (Hucurat, 12)
Yine aynı şekilde bir camiayı, vakfı, platformu, derneği, partiyi kalıp yargılarla hiç muhasebe etmeden sevip baş göz etmek, bunun aksine bir kısmını da tanımadan, hiçbir ferdiyle tek kelime konuşmadan, faaliyetlerini, samimiyetlerini bilmeden, araştırmadan ön yargılarla etiketleyip, suizanla nefret duyguları beslemenin vebali ne kadar ağırdır hiç düşündük mü?
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvaya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide, 8)
Toplum olarak bilmeden, araştırmadan ayrıştıranlardan yorulduk!
Hâlâ kafatası milliyetçiliği yapan, okumuş cahillerden yorulduk!
Üzerinde cahiliye kırıntıları kalan, söz de İslamcı ve fakat gizli ırkçı ve grupçu taassup ehlinden yorulduk!
Son olarak gündemde tazeliğini koruyan Afgan meselesi, Suriyeliler vb. konular hakkında da sosyal medyanın, sosyal travmaya götürecek bilgilerinden yola çıkarak, kafa keser gibi cüretkârca ahkâm kesenlerden yorulduk!
Azıcık araştıralım, okuyalım...
Tanıyıp, tanışalım...