Beden eğitimi öğretmeni hızla okulun bahçesine yöneldi.. Çevik adımlarla indi merdivenlerden, yılların deneyimli beden öğretmeni ‘...... Bey'...
Okul bir İmam Hatip okuluydu.. Her ne kadar kız öğrencilerin mahremiyetini gözeterek, kendilerine uygun ve özel; aktivite ve spor ihtiyaçlarını giderecek yüzme salonu, spor salonu gibi imkânlar oluşturamasa da, okul bahçesinde hoplamak, zıplamak kızlara yetmez miydi!?
Beden öğretmeni yapacakları sportif faaliyet(!) için kızların iki grup olmasını ve arka arkaya, tek şerit halinde dizilerek bacaklarını açmalarını istedi.
Bu aynı zamanda rekabet ortamında, gençlerin aksiyon ve adrenalin ihtiyacını giderecek, çok boyutlu faydalar sağlayacak yarış tadında muazzam bir aktiviteydi!
Kızlar dizildi ve oyun başladı. Sıra Meryem' in takımına gelmişti.. Kızlardan biri topa vurdu ve top ilk kızı geçerek ilerlemeye devam etti. Bir kız, iki kız, üç kız derken, top Meryem'in eteğine takılı vermişti...
Tüm kızlar Meryem’ e kaşıkçı elmasını kırmış gibi bakıyordu.
Ah şu Meryem!...
Düzen bozan Meryem!
Oyunbozan Meryem!
21. Asırda Hz. Şuayb (a.s)’ın kızları gibi uzun etek giyinip, erkeklere karşı mesafeli olan geri kafalı, bağnaz ‘Meryem'!...
Ne olurdu sanki sen de, eşofman giyinip, .... Bey ile sportif faaliyetlere adabınca (!) katılsan!?
Evet.. Bu oyunun tek kaybedeni kesinlikle ‘Meryem’di. Meryem kaybetmişti(!)
Peki ama kazananı kimdi!?
Meryem'in içinde fırtınalar, depremler...
Meryem bu okula başladığında annesi, geçmişte yaşanmış başörtüsü mücadelelerinden bahsetmiş ve okula rahat rahat başörtülü girebildiği için şükretmesi gerektiğini söylemişti.
Şu an kendine galebe çalan en büyük his dışlanmışlıktı. İkinci his ise annesine olan kızgınlık.. Ona eksik anlatmıştı...
Kırılan kaşıkçı elması değil, Meryem'in kalbi olmuştu. Susma orucu tutmamıştı fakat, kendini savunacak güçlü kelimeleri yoktu.. Öylesine mahcup, öylesine ürkek kalmıştı.
Çünkü O, birçok dini konuda, konularına ehil (!) kişilerden ilim tahsil ederken, fikirleriyle, duruşuyla hep öteki olmuştu ve çoğunlukla yalnız kalmıştı. Hz.Meryem'in asırlar önce Kudüs'te mabette onca din adamı(!) arasında yalnız ve kimsesiz kaldığı gibi... Hz. Zekeriyya'nın misyonunu sürdüren kıymetli insanlar da olmasa, sabredilecek gibi değildi!
Sırtında taşıdığı misyonu yeni yeni fark ediyordu...
Anlaşılan ona düşen Meryem'ce bir duruş ve mücadeleydi!
Bu gün yaşadıkları ise basiretini daha çok açmıştı.
İlk dönemlerde mütedeyyin ailelerin kızlarının başörtülerinin zamanla nasıl küçüldüğüne ve el kadar kaldığına şahit olmuşlardı. Ama şimdi anlaşılan o ki, küçülmesi, daralması, kısalması ve atılması gereken bir etek vardı. Önceki yıllarda medenileşmenin(!) tekerleğine dolanan Meryemlerin başörtülerinin yerini, Meryemlerin etekleri almıştı...
Nasıl ki o zamanlar başörtüsü değildi asıl mevzu, şimdi de asıl mevzu etek değildi elbette. Asıl mevzu o kumaş parçalarında vücut bulmuş bilinç, kimlik ve Müslümanca duruştu.
Meryem'in eteği, O'nun iffetinin, hayâsının, edebinin sembolüydü.
Ve tesettür bir bütündü. Nur suresinde, Ahzab suresinde anlatıldığı gibi, tüm bedenini, ruhunu setreden, nura bezeyen, içini dışını Yüce Allah'ın (c.c) rızasına göre terbiye ve inşa eden, Rabbin göklerden indirdiği özel bir libastı.
Ey asrın Hanne’si! Meryem'ini adarken, O'na nasıl bir dünyada yaşadığını ve nelerle imtihan olacağını anlatmayı ve her konuda çiçeğini ikmal etmeyi unutma! Sistem doldurmadan...
Ey asrın Meryem'i! Mücadelendeki en büyük gücün, Rabbinle olan bağın, teslimiyetin ve itaatindir. En büyük imtihanın ise, sana doğru kılıfında sunulan yanlışlardır. Hak kisvesiyle, zihnini bulandıran batıllardır unutma!
Allah (c.c) yüreğini asrın çirkefinden, eteğini asrın çamur ve pisliğinden korusun...