Âdemoğlunun sürekli karşılaştığı durumlardan biridir iki tercih arasında kalmak.
Bazen zorlu bir sınavda iki tercih arasında gidip gelmek-sıkıntıdan terler dökmek. Bazen de, bir yol ayrımına gelip çatmak-hangisi diyerek beynimizi düşüne düşüne yormak... Çocukluk yıllarına dair hatırladığımız çoğu masalda bile, ‘yolun çatallaşması' durumu bir şekilde hikayenin en can alıcı bölümü olur.
Bizlere bahşedilen ömür sermayemizi tüketirken sık sık karşılaştığımız, ‘acaba hangisi` dediğimiz o kadar çok şey biriktiririz ki, kiminin sonu ‘çok şükür`le biter, kiminin sonucu da ‘ah keşke`yle biter. Bu minvalde hem acı hem tatlı tecrübelerimiz olur.
Tabi kararlarımızı almadan önce, istişare, araştırma, dua vb. çabalarımız bizler için süreç ve sonucun lehimizde olması adına büyük ölçüde katkı sağlar.
Şu var ki; özellikle içinde bulunduğumuz zaman dilimi o kadar karışık, o kadar anlaşılmaz oluyor ki bazen, doğruyu seçmek, doğru kararlar almak, çatallaşan yollarda hangi yola sapmak gerekir kestiremiyoruz.
Zira siyah-beyaz renkleri dahi griye dönmüş durumda.
İyi-kötü kavramlarına dair söylem ve eylemler bizleri şaşkınlığa sevk edecek kadar birbirine karışmış.
Kısacası helâl ve haram algıları o kadar değişti ki;
`Vay be!` bunu da mı görecektik?
Bunu da mı duyacaktık?
Bu nasıl olabilir ki dediğimiz olaylar-olgular zinciri hafsalamızda prangaya dönüşüyor. Derken sinelerimizde hislerimiz allak bullak oluveriyor.
Sorguluyoruz kendimizi!
Sorguluyoruz çevremizi!
Sorguluyoruz; içinde bulunduğumuz hayata dair 'adil şahitler olarak hakkı ayakta tutmak ‘adına, samimi olabilmek düsturu ve dosdoğru olabilmek sancısıyla!...
Zira önümüzde çatallaşmış iki yol var.
Birinin yolcusu oldukça kalabalık(!) çoğunluk orada. Albenisi çok. Dünyayı merkezlerine almışların yolu. Hassasiyet ve erdemlerini onurluca taşımaktansa, ayaklarının altına çakıl taşı yapmışların yolu. Önce minareyi çalan, sonra kılıfını bulanların yolu. İslam toplumunun takva ölçülerini sorgulayıp-yargılayıp-nihayetinde klişe sayıp, modern kültürün yaşam tarzına dair klişeleri sonradan görme basit insan edasıyla öpüp başına koyanların yolu. Bu nedenle ne kadar sıradanlaştığını-basitleştiğini göremeyecek kadar izansız ve mizansız kalmışların yolu.
Samimi birçok Müslümanın da kendisine revan olduğu yol! Akıntıya kapılanların yolu!
Diğeri ise; özel insanların, güzel insanların yolu. Yüce Allah'ın (c.c) emir ve yasaklarını hayatlarının merkezlerine almışların yolu. Değişen zamanla beraber değişmeyenlerin-aksine iki günü bir olmayıp gelişenlerin yolu. Gelişme ve değişme arasındaki farkı hikmetle/basiretle anlayabilenlerin yolu. Hayatı her hayırda artma vesilesi kılıp ucuz hesaplara tevessül ve tenezzül etmeyen izzetlilerin yolu. Kendi kardeşleri arasında dahi garip kalmış; hayâsıyla, edebiyle, ibadetiyle, samimiyeti ve heybetiyle belki de hiç bilinmeyen ‘müniblerin` yolu...
Zor olsa da, imkânsız gibi görünse ve sayıları her geçen gün hızla azalsa da!
Akıntıya kürek çekenlerin yolu...
O halde insaflıca düşünelim; hemen her gün karşılaştığımız imtihanlar, bize verilen nimetler, en azından şimdilik alıp verdiğimiz nefesler, Resul ve Nebi`lerden kalan öğretiler ve daha birçok şeyi hesaba katarak...
Yol çatallaştığında, iki tercih arasında kararsız kaldığımızda tercihimiz hangi yol olur?
AKINTIYA KAPILANLARIN YOLU MU?
AKINTIYA KÜREK ÇEKENLERİN YOLU MU?