Ahirete inanmayanlar sonunda muhakkak dökülürler.” (Mü`minûn: 74) Bu ayette “Dökülme” manasını veren kelime “En-nekba”dır. Bu nedenle Filistin halkı, yurtlarını kaybetmelerine yol açan siyonist israil`in kurulması hadisesine “En-nekba” adını vermiştir.
Esasen En-nekba, içinde sıvıdan başka bir şey bulunan kabı-kazanı ters çevirerek içindeki her şeyi dökmek manasındadır. Çünkü ters çevrilse bile kazanın içindeki yoğun sıvının(örneğin reçel) tamamen boşaltılması zaman alır. Hem böyle olsa bile bu madde, ters çevrilen kaptan tamamen boşaltılmış olmaz. Buna mukabil içinde katı şeyler bulunan bir kap, ters çevrildiğinde içindeki şey hızla ve tamamen boşalır. Bu nedenle En-nekba ile insanın elindeki her şeyi kaybederek çaresiz bir durumda kalması kastedilir.
En-nekba; bir bireyin, bir halkın sahip olduğu kazanının-kazanımlarının devrilmesi sonucunda bunun tamamen bomboş hale gelmesidir. Kabı burada birey için kalp; toplum için ise tarihi, kültürel ve itikadî dağarcık manasında anlamak mümkündür. Gerçekten insanın ve toplumun değerlerinin bulunduğu kap-kazan onun besin kaynağıdır. Onun sağlam ve sağlığa uygun olması şarttır. Bu nedenle Kur`an-ı Kerim, İnsanın elindekini yitirerek dökülmesine “En-nekba” adını buyurur.
Fertten topluma insan, her zaman dökülme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dökülme meydana geldiğinde de yapılması gereken iş, öncelikle devrilen kazanın-kabın düzeltilerek tekrar içinin değerlerle doldurulmasıdır. Aksi takdirde devrilmiş olan bir kapla işleri yoluna koymak mümkün değildir.
Osmanlının yıkılmasıyla birlikte İslam Ümmeti, aslında bir bütün olarak nekbayla karşı karşıya kalmıştır. Bu, sadece emperyalistlerin İslam âlemini fiilen işgal etmelerinin sonucu değil, aynı zamanda bu, Ümmetin değerlerinden ve hilafetten koparılmış olmasının sonucudur. Bütün İslam Ümmeti böyle topyekûn bir nekbaya maruz kaldığı halde bunu sadece Filistinlilerin hissediyor olması manidardır. Elbette Filistin`in kendine has bir durumu vardır. Ancak unutmamak gerekir ki nekbanın fiili işgalin dışında başka yönleri, başka boyutları vardır.
Filistinli Müslümanlar nekbanın sadece fiili işgalle son bulmayacağını gördükleri için İslamî direniş hareketi HAMAS`ı kurdular. Şehid Hasan El-Benna, İngiliz işgalinden kurtulmakla Mısır`ın En-nekbadan kurtulamayacağını ön görerek İHVAN`ı kurdu. Anadolu`da Müslümanlar, memleketin kurtuluş savaşı adı verilen savaşla fiili işgalden kurtulmuş olmasını En-nekbadan kurtulması anlamına gelmediğini görerek İslami hareketi başlattılar.
Bölgede Müslümanlar, En-nekbanın bu boyutunu görerek Kürtlerin içinden başlayarak Mustaz`aflar hareketini oluşturdular. Çünkü onlar biliyordu ki bir halkın kurtuluşu sadece etnik kimliğini kazanmasından ibaret değildir. Bilakis asıl olan bir halkın kazanının sağlam ve sağlıklı olmasıdır. Bu nedenle Kürtlerden başlayarak bütün Müslümanların kazanının devrilmesini önlemek, böylece toplu bir dökülmenin önüne geçmek için mücadele ettiler, biiznillah etmeye devam ediyorlar. Çünkü onlar, kapları ters yüz olduğu için değerleri dökülen bir halkın asla onurunu, ağırlığını ve kıymetini kazanamayacağını biliyorlar. Onlar, ne olursa bir halkın kazanının ve kazanımlarının devrilmemesi, şayet devrilmişse evvela ve mutlaka bunun düzeltilmesi gerektiğine inanıyorlar. Çünkü kazanı devrilmiş bir halk kaçınılmaz bir şekilde başka kaplara ve başka besinlere mahkûm olur. Bunu bildiklerinden bütün güçleriyle kabın-kazanın devrilmemesi için mücadele ediyorlar. Bu uğurda bedel ödediler, ödemeye devam ediyorlar.
Bugün bölgede Mustaz`afların maruz kaldığı çok yönlü baskılar, onların En-nekbaya karşı en doğru mücadeleyi verdiklerinin bir ispatıdır. Kürt halkını sözde En-nekbadan kurtarmaya çalışanlar aslında En-nekbayı tamamlamaya çalışıyorlar. Kürt halkını başka kaplara ve farklı besinlere muhtaç bırakmaya gayret ediyorlar. Mustaz`aflar çok iyi biliyor ki kazanı devrilmiş Kürt halkı sonuç ne olursa olsun dökülmüş bir halktır. Bu nedenle öncelikle kabın-kazanın selameti için mücadele ediyor; içinin değerlerle, halkın ruhuna, tabiatına uygun besinlerle dolması için çalışıyorlar. Neticede dil, kepçe vazifesi görür. İş, o kepçenin nereye daldırılacağıdır. Dilin-kepçenin daldırıldığı kazan temiz olursa onu yiyenlere lezzet verir, güç ve enerji verir. Aksi takdirde hayrı, lezzeti ve bereketi olmayan başka kazanlara kepçeyi daldırmak zorunda kalınır. Bu da illet olur, azap olur.
Bütün Ümmetin kazanı aynı, kepçesi farklıdır. Herkesin kepçesi kendisine göredir. Kaşıkların ve kepçenin farklılığı sorun değildir. Ama kazanların farklılığı sorundur. Asıl nekba-dökülme işte budur.
Müslümanlar bölgede kazan üzerinde yoğunlaşmalıdır. Ne olursa olsun kazanın hamisinin ve aşçısının kendileri olduğunu unutmamalıdırlar. Varsın başkaları sadece kepçe mücadelesi versin. Kazan devrilmedikçe eninde sonunda herkesin kepçesini daldıracağı kazan bizim kazanımız, bizim kazanımımız olacaktır. Herkesin besin kaynağı biz olacağız. Gerisi laf u güzaftır.
İnsanların dökülmemesi için kazanlarına ve kazanımlarına sahip çıkan Müslümanlara selam olsun