Aile toplumun temel taşıdır. Dinimizde sâliha bir hanımefendi, toplumun gerçek mimarıdır. Zira o, neslin korunması ve hayırlı evlât yetiştirilmesi gibi ulvî bir sorumluluğu yüreğinde taşır.
“Bir erkeği terbiye edin; bir insanı yetiştirmiş olursunuz. Bir hanımı terbiye edin; bir âileyi, hattâ toplumun büyük bir bölümünü yetiştirmiş olursunuz.” denilmiştir.
Çocuğun eğitim gördüğü ilk sınıf, anne yüreğidir. “اَلْاُمُّ مَدْرَسَةٌ / Anne bir mekteptir.” sözü de bu hakîkatin bir ifâdesidir. Annenin ağzından çıkan her bir kelime, çocuğun şahsiyet inşâsında kullanılan bir tuğla mesâbesindedir.
SÂLİHA BİR HANIMIN 22 ÖZELLİĞİ
Sâliha bir hanımefendi;
1- Âilenin huzurunu temin eden ve gönülleri aydınlatan âdeta billur bir avizedir.
2- Âilesine cennet saâdeti bahşeden hoş kokulu bir çiçek, saâdet bahçelerinin en kıymetli tezyinâtıdır.
3- Şefkat, merhamet, iffet, edep, hayâ, tevâzu, cömertlik, tefekkür ve tahassüs ile zirveleşen fazîlet âbidesidir.
4- Evinin işlerini, efendisinin ve çocuklarının hizmetini îfâ ederken dahî Kurʼân-ı Kerîm ile ünsiyetini ihmâl etmeyen bir gayret ve ferâgat timsâlidir.
5- Etrâfına gayet latîf bir lisanla, nezâket ve müsâmaha ile muâmele eden bir zarâfet numûnesidir.
6- Onun yüreği, kendi yavrusundan başlayarak yeryüzündeki bütün âcizleri, muhtaçları kucaklama temâyülü ile dolu bir rahmet dergâhıdır.
7- Mü’minin takvâdan sonra sahip olabileceği en hayırlı nîmettir.
Nitekim Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde:
“Bana dünyanızdan, kadın ve güzel koku sevdirildi; namaz da gözümün nûru kılındı.”[1]buyurmuşlardır. Yani sâliha bir hanımı Cenâb-ı Hak sevmiş ve Habîbʼine de sevdirmiştir.
Âyet-i kerîmede; “Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla…”buyrulması da sâliha hanım yetiştirmenin ehemmiyetine dikkat çekmektedir. Bu keyfiyetteki sâliha hanımlar için Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Cennet annelerin ayakları altındadır!”[2] buyurmuşlardır.
Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sâliha bir hanımefendiyi şöyle tavsîf etmişlerdir:
“Mü’min, Allâh’a takvâdan sonra en ziyâde sâliha bir eşten hayır görür. Böylesi bir kadına emretse itaat eder. Ona baksa sevinç duyar. Bir şeyi yapıp yapmaması hususunda yemin etse, kadın bunu yerine getirerek onu yeminden kurtarır. Zevcesinden ayrılıp uzak bir yere gitse, kadın hem kendi nâmusunu korur hem de kocasının malı hususunda hayırlı ve dürüst olur.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 5/1857)
8- Sâliha bir hanımefendi, ilâhî kudretin insanoğluna lûtfettiği bir şefkat kucağıdır. Âile ocağındaki fertlerin taşkınlıklarını, bilhassa çocukların usandırıcı hırçınlıklarını eritecek fazîlet cevheri, anne kalbidir. O, bir taraftan âileyi mânevî neşvelerle doldurur, bir taraftan da günah girdapları ve ahlâksızlık erozyonlarına karşı âilenin koruyucu zırhı -tâbir yerindeyse- bir paratoneri olur.
9- Sâliha bir hanımefendinin takvâ ve istikâmeti; kocasını, çocuklarını, akrabalarını ve hattâ komşularını hayır ve hasenâta teşvik edecek mâhiyette olur.
Şüphesiz ki âile hayatında bir hanımın en mühim vazife ve mesʼûliyetleri, kocasına karşı olanlardır. Bu meyanda sâliha bir hanımefendi;
10- Beyini hiçbir zaman ihmâl etmez, âile fertleri arasında onu ikinci sıraya düşürmez.
11- Efendisi evine döndüğünde onu kapıda, güler yüzle karşılar; evinden çıkarken de güzel sözler ve duâlarla yolcu eder.
12- Üstünü-başını ve evini temiz, tertipli ve güzel tutmaya dikkat eder. Efendisinin nefretini celbedecek nâhoş görüntü, kötü koku vb. menfîliklerden kaçınır.
13- Ev işlerinde ve çocukların hizmetinde kendisi çok yorulmuş olsa bile bunu belli etmez, beyinin yanında yüzünü ekşitmez. Onun sıkıntılarını paylaşır, tatlı diliyle tesellî kaynağı olur, yorgunluğunu atmasına yardımcı olur.
14- Sâliha bir hanım, efendisini memnun edebilmek için; onun hislerini, ideallerini, ilgi alanlarını, zevklerini iyi anlamaya gayret eder. Meselâ efendisinin yemek yiyeceği, dinleneceği vakitleri iyi takip eder. Yani bunları hangi vakitte yapmayı alışkanlık hâline getirmişse, o vakitleri gözetip hazırlığını zamanında yapar.
15- Sâliha bir hanım, beyine hayırlı ve meşrû her işinde destek olur.
16- Âile sırlarını kimseye ifşâ etmez.
17- Sâliha bir hanım, efendisinin sevinciyle sevinir, kederiyle kederlenir. Âdeta iki bedende tek bir yürek olur.
18- Hayat sürprizlerle doludur. Saâdet mevsimleri gibi, felâket zamanları da olur. Böyle durumlarda sâliha bir hanım, elinden gelen hiçbir fedakârlığı esirgemez. Efendisinin yükünü hafifletmeye gayret eder. Efendisi evine ne getirebilirse, buna hamd eder, şükreder, şikâyeti unutur, rızâ hâlinde olur.
19- Sâliha bir hanım, yalnız efendisini sevip saymakla kalmaz, onun akraba ve dostlarına da hürmette kusur etmez. Hattâ bir tercih durumunda kalırsa, kendinden fedakârlıkta bulunup beyinin âilesine daha fazla yakınlık gösterir. Zira bu davranışın, efendisini memnun edeceğini bilir.
20- Sâliha bir hanım, Allâhʼın belirlediği mahremiyet sınırlarına titizlikle riâyet eder. Meselâ yalnız başınayken, kendisine nikâh düşen birini, akrabadan bile olsa evine alamaz. Hiçbir zaman saf ve güzel niyet gözlüğünü takıp da mahremiyet duvarlarını yıkamaz. Bembeyaz bir elbise gibi olan nâmus, iffet ve haysiyetine en küçük bir leke düşürmeme hassâsiyetini muhâfaza eder.
21- Sâliha bir hanımefendi, beyinin davranışlarına son derece dikkat eder. Şâyet efendisinin bir hususta asabîleştiğini fark ederse, meseleyi münâkaşa raddesine vardırmadan, alttan alarak, sükûnet, sühûlet ve mülâyemetle tatlıya bağlamaya çalışır.
22- Sâliha bir hanımefendi, kocası ne kadar asabîleşse de kendisine yakışan edep ve terbiye dâiresinin dışına çıkmaz. Öfkeyle karışık münâkaşaların hiçbir hayır getirmeyeceğini, bilâkis aradaki muhabbet ve saygıyı zedeleyip âile yuvasını tehlikeye atacağını dâimâ göz önünde tutar. Kocasının hatâsını anlayıp telâfî edeceği zamanı sabırla bekler…
İşte bu ve benzeri fazîletlerle kendisini âilesine hasreden sâliha bir hanımefendi; engin bir sevgiye, derin bir saygıya ve ömürlük bir teşekküre lâyıktır…
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de böyle sâliha bir hanımefendinin uhrevî mükâfâtını:
“Kocası kendisinden memnun olduğu hâlde ölen (takvâ sahibi bir) kadın Cennet’e girer.” (Tirmizî, Radâ’, 10/1161; İbn-i Mâce, Nikâh, 4) beyânıyla müjdelemiştir.
Cenâb-ı Hak bu müjdeye nâil olabilmeyi bütün hanım kardeşlerimize lûtf u keremiyle ihsan buyursun… Âmîn!
Dipnotlar:
[1] Nesâî, Işretü’n-Nisâ, 10; Ahmed, III, 128, 199.
[2] Nesâî, Cihâd, 6; Ahmed, III, 429; Süyûtî, I, 125.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş
Müslüman bir kızın / kadının ahlakı nasıl olmalıdır, nasıl davranmalıdır?
İslam’ın, hayatın çeşitli alanlarında kadınının nasıl davranması gerektiğine yönelik kuralları, ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerle belirlenmiş; kadının, anne-baba, akraba, eş, çocuk, komşu, kardeş, arkadaş ve yaşadığı toplumla olan bütün ilişkilerinde ideal davranış biçiminin ne olduğu genel hatlarıyla çizilmiştir.
Öncelikle İslam, ön yargıların aksine, kadını sadece evde oturan bir ev hanımı, çocuk bakıcısı ve ev işlerini evirip-çeviren bir düzenleyici olarak görmez. Kadını aynı zamanda, nesilleri eğitip şekillendiren bir eğitimci, bir davetin öncüsü ve hayatın çeşitli alanlarında toplumun bilinçlenme ve kalkınmasının temel unsuru olarak kabul etmektedir. Yani kadın, ailenin ve bütün bir toplumun diğer yarısı, diğer unsurudur; hatta en önemli direğidir.
Aslında kadın ve erkek ayırmadan, her insanda bulunması gereken erdemler vardır. Bu nedenle konuya kadın-erkek ayırımı yapmadan genel olarak bakmak gerekir.
Bununla beraber, kadının kul olarak Rabbine, ümmete olarak Peygamberine, varlık olarak bütün varlıklara, kız çocuğu olarak anne-babasına, eş olarak kocasına, anne olarak çocuklarına, komşu olarak diğer komşu kadınlara, teyze ve hala olarak yeğenlerine, insan olarak topluma,.. karşı görev ve sorumlulukları vardır. Konuya bu açıdan bakınca, sorunun cevabının bir kitap hacminde olması gerektiği açıktır.
Özetle Müslüman Kız / Kadın:
- Allah’a ve ahiret gününe iman eder. Dünyanın fitnelerine ve şeytanın hilelerine karşı dikkatlidir. Rabbi’ne ibadet eder, emirlerini yerine getirir, yasaklarından kaçınır. Allah’a tam bir teslimiyet içindedir. Rabbi’ne çokça tövbe eder; hata, ihmal ve kusurlarından dolayı bağışlanmasını niyaz eder.
- Aile fertlerine karşı sorumluluğunun bilincindedir. Yaptığı her işte Allah’ın rızasını gözetir. Gücü oranında iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar.
- Kendine karşı görevlerinin bilincindedir. İnsanın akıl, ruh ve bedenden meydana geldiğini ve her birinin kendilerine özgü yapıları ve ihtiyaçları bulunduğunun farkındadır. Bunlar arasındaki dengeye özen gösterir; birine önem verip diğerlerini ihmal etmez. Bu hususta da Allah’ın Kitab’ını, Peygamberinin sünnetini ve büyük zatların yaşantısını kendine rehber edinir.
- İsraf, aşırılık ve kibre kaçmaksızın giyimine özen gösterir. Allah’ın mükerrem kılıp, meleklerinin secde etmesini emrettiği, gökler ve yerdekileri hizmetine amade kıldığı insana yakışır özeni, iç aleminde de gösterir.
- Anne-babasına iyilik ve ihsanda bulunur. Onların kıymetlerini bilir, değer verir. Onlara karşı isyankâr bir evlat olmamaya dikkat eder.
- Kocasına karşı olgun, sevecen ve cana yakın bir eş olur. Kocasının hoşnutluğunu kazanmaya çalışır. Onun ailesine karşı saygılı olmaya, iyilik ve ihsanda bulunmaya gayret eder. Kocasının sırrını saklar. İyilik, takva ve salih amel işlemede ona yardımcı olur. Onun gönlünü doldurur, ona mutluluk ve huzur verir.
- Çocuklarına karşı son derece şefkatli bir annedir. Onların eğitimine yönelik sorumluluğunun farkındadır. Çocuklarına karşı duyduğu sevgi, şefkat ve merhameti onlara hissettirir. Gerektiğinde çocuklarını uyarmaktan, yanlışlarını düzeltmekten geri kalmaz. Böylece gönüllerine güzel ahlakı yerleştirir, onları hayırlı ve şerefli işlere yönlendirerek güzel bir eğitim ile yetiştirmeye çalışır.
- Akraba ve yakınları ile aralarındaki sevgi bağını devam ettirir.
- Komşularına iyilik ve ihsanda bulunur. Onların hâl ve durumları ile yakından ilgilenir. Komşuluk hakkını bilir ve gözetir.
- Kardeş ve arkadaşları ile ilişkileri “Allah için sevmek.” esasına dayalıdır. Bu ise insanın hayatındaki en yüce, en temiz sevgidir. Zira, her türlü menfaat ve şüpheden uzak bir sevgidir. Bu esas üzerine kurulan ilişki, temizlik ve saflığını Kur’an ve Sünnet’in ışığından alır. Bu yüzden Müslüman kadın, kardeşleri ile olan ilişkilerinde dürüst, samimi ve hoşgörülüdür. Bu kardeşlik bağının devam etmesine özen gösterir. Onlarla ilişkilerini kesmez, tartışarak ve sürtüşmeye girerek duygularını incitmez. Mümkün olan hiçbir iyiliği onlardan esirgemez. Onları daima tebessümle, güler yüzle karşılar.
- Sosyal ilişkileri ileri seviyededir. Bu sosyalliğini, dininin esaslarından ve karşılıklı ilişkiler fıkhının üstün ahlaka ilişkin hükümlerden almıştır.
Ayrıca, Müslüman Kız / Kadın:
- Güzel ahlaklıdır. Bütün insanlara karşı doğru sözlü ve dürüsttür.
- Hile yapmaz, aldatmaz, ihanet etmez. Yalancı şahitlikte bulunmaz.
- Nasihat eder. Hayra öncülük eder. Sözünde durur. Haya sahibidir, iffetlidir.
- Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışmaz. İnsanların mahrem meselelerini araştırmaz.
- Gösterişten uzaktır. Her durumda adaleti gözetir. Zulmetmez. Sevmediği insanlara karşı da insaflıdır. Hiçbir insanın başına gelen kötülüğe sevinmez.
- Kötü zanda bulunmaz. Gıybet ve koğuculuk yapmaz. Sövmez ve çirkin söz söylemez. Kimseyle alay etmez.
- İnsanlara karşı yumuşak ve merhametlidir. Zor durumda olana yardımcı olur. Cömerttir. Yaptığı iyilikleri başa kakmaz. Zorluk değil kolaylık gösterir.
- Kıskançlık yapmaz. Yapmacık söz ve davranışlardan kaçınır. Güler yüzlüdür. Büyüklük taslamaz, alçak gönüllüdür. Boş işlerle uğraşmaz.
- Hastayı ziyaret eder. İnsanların dertleriyle yakından ilgilidir. Başkalarını kendine tercih eder. Yapılan iyiliğe değer verir ve teşekkür eder.
- Örf ve adetlerini İslamî ölçülere uydurur. Büyüklere ve faziletli insanlara saygı gösterir. Kadınlara uygun olan işleri tercih eder. Erkeklere benzemeye çalışmaz.
- Hakk’a çağırır. Davetinde nazik ve hikmet sahibidir. Saliha kadınlarla birarada bulunur.
- İffetli, hayalı ve edep yerlerini korur. Sadece bedenini değil, gözlerini, kulaklarını haramdan koruduğu gibi, aklını, kalbini, niyetini de her türlü haramdan korur.
- Sabırlı ve ümitvardır. Allah’ın rahmetinden asla ümidini kesmez.
- Dini ve ilmi alanda bilgilidir. Faydasına ve zararına olan şeyleri öğrenir ve ona göre hareket eder.
- Ağırbaşlı ve saygılıdır.
- Fıtridir, doğaldır, olduğu gibi görünür, göründüğü gibi de olur.
Mühim ve tehlikeli vazifelerde asla sarsılmaz, gevşeklik göstermez. Allah’a itimat eder.
- Beden ve ruh temizliğine önem verir ve buna uygun yaşar.
- Kumarcı, içkici, düzenci, oyuncu, aldatıcı, dalkavuk ve hilekâr değildir.
- Bilmediği bir şey hakkında hüküm vermez.
- Her nerede olursa olsun, hatta kendi aleyhine de olsa, hak ve adaletten ayrılmaz.
- Düşmanlarına karşı da adaleti ve insafı bırakmaz, onların düşmanlıkları dolayısıyla adaleti çiğnemez.
- İsraf ve cimrilikten sakınır.
- Ne eliyle ne diliyle hiçbir kimseyi incitmez.
- Varlık zamanında da darlık zamanında da başkalarına elinden geldiği kadar yardımda bulunur.
- Bir kötülük işlemek ister veya bir haksızlık yapacak olursa, hemen
- Allah’ı hatırlayarak O’ndan af ve mağfiret diler, yaptığına pişman olur.
- Kim söylerse söylesin, hakkı kabul eder, ilim ve hüneri, hikmet ve hakikati nerede bulursa alır ve bunda taassup göstermez.
- Tembel değildir. Dünya için hiç ölmeyecekmiş gibi çalışır, yarın ölecekmiş gibi de ahrete hazırlanır;her iki vazifesini eksiksiz yapar.
- Allah ve Peygamber sevgisini her şeyden üstün tutar. Allah sevgisi ve Allah korkusu onun bütün vücudunu kaplar.
- Her ne suretle olursa olsun, şüpheli şeylerden sakınır.
- En büyük gayesi, hakiki bir Müslüman olmaya çalışmak, Müslümanlığın tayin ve telkin eylediği faziletleri yaşamak-yaşatmak ve bu suretle bütün insanlara örnek olmaktır...
İşte İslam’ın, hidayetiyle şekillendirdiği ve gönlünü hikmetle yoğurup, basiretini aydınlattığı kadının şahsiyetinden bazı örnekler bunlardır.
Günümüz İslam coğrafyasının pek çok yerinde kadının, İslam’ın öngördüğü yüksek seviyenin altında olmasının temel nedeni, dinlerinden uzaklaşmaları, cahiliye bataklıklarında bocalamaları ve İslam dışı unsurların peşine takılmalarıdır. Eğer Müslümanlar, fikri ve manevi kaynaklarına dönüp, kana kana o kaynaktan içebilseler ve kendilerine asalet ve üstünlük kazandıran hikmetle azıklanabilselerdi, bugünkünden çok daha farklı bir durumda olacaklardı.
İslam alemine yönelik saldırılar, özellikle kadının şahsiyetini hedef almıştır. Bu saldırılar, Müslüman kadının üzerinden fazilet elbisesini çıkarmaya; bunun yerine onu görünüm, düşünce ve hayat tarzı olarak yabancılaştırmaya çalışmaktadır. Bu uğurda çok yoğun ve sistemli baskı uygulanmaktadır. Ancak, İslam’a yabancılaştırma çabaları, dinini kavramış, bilgili, şuurlu Müslüman kadının karşısında başarısız olmaya mahkumdur.
Mümin Kadınların Özellikleri
Ehl-i iman hanımların vasıfları nelerdir?
Ehli İman hanımların bazı hususiyetlerini şöyle sıralayabiliriz.
Dindar, İffetli, İtaatkar
"Kadın beş vakit namazını kılar, yılda bir ay orucunu tutar, ırzını korur ve kocasına itaat ederse cennet kapıları ona açıktır" (Buhârî, Miskat, II, 202).
Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Dünya bir meta'dır. Dünya metaının en hayırlısı saliha kadındır." [Müslim, Rada 64, (1467); Nesaî, Nikah 15, (6, 69).]
Saliha kadın, dindar, iffetli ve itaatkâr olan kadındır. Bir başka hadiste Resulullah insanın saadetini üç şeye bağlar: "Saliha kadın, salih mesken, salih binek." Hadisin devamında, kişinin bedbahtlığı da üç şeye bağlanır: "Kötü kadın, kötü mesken, kötü binek." Dünyevî saadetin medarı denince birçok kimsenin aklına öncelikle maddî zenginlik gelir. Halbuki bir peygamber nokta-i nazarından, bu meselede maddî varlık hiç mevzu bahis edilmemektedir. Ailevî huzurun yokluğunu hiçbir zenginlik telafi edemez. Ayrıca, saliha kadın sadece dünya hayatı için değil, dünyayı ahiretin bir tarlası görüp, buradaki hayatı ebedî hayatını kazanmaya vasıta bilen kimseler için de ayrı bir ehemmiyet taşır. Saliha bir hayat ortağına sahip kişi, ahiret ekimini daha iyi yapar. Maddî serveti bir başka değer kazanır.
Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kadın dört hasleti için nikahlanır: Malı için, haseb ve nesebi için, güzelliği için, dini için. Sen dindarı seç de huzur bul." [Buharî, Nikah 15; Müslim, Rada 53, (1466); Ebu Davud, Nikah 2, (2047); Nesâî, Nikah 13, (6, 68).]
"Erkekler kadınlar üzerinde yönetici (kavvâm) dırlar. Çünkü Allah kimini kiminden üstün kılmıştır ve çünkü erkekler (kadınlara) mallarından harcamaktadırlar" (en-Nisa, 4/34). "İyi kadınlar; gönülden boyun eğenler ve Allah'ın korunmasını emrettiğini kocasının bulunmadığı zamanlarda koruyanlardır..." (en-Nisa, 4/34).
Ehli-i iman bir hanım namaz, oruç gibi ibadetleri ve kadınlar üzerine farz kılınmış olan tesettürü yerine getirmeli ve güzel ahlak sahibi olmalıdır.
Güzel Ahlak
"Müminlerin iman açısından en mükemmel olanı, ahlâkı en iyi olanıdır." (Buhârî, Edeb, 39) buyurmuştur. Bu duruma göre ahlâkî açıdan mükemmel bir anlayış ve davranışa sahip olmayan kişi iman açısından da kemâle ermiş olamaz. Diğer bir hadiste de şöyle buyurur:
"İman yetmiş türdür. En üstünü 'Lâ ilâhe illâllah'tır en aşağısı da yol üzerinde insanlara eziyet verecek bir şeyi kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir bölümüdür." (Ebû Dâvud, Sünnet, 14).
Güzel ve Çirkin Huylar
İttika: Yüce Allah'dan korkmak, haramdan ve şüpheli şeylerden sakınmaktır. Böyle bir hale "Takva" denir. Bunun sahibine de "Müttakî" denilir. Müttakî olan bir zat, güvenilir ve itimat edilir bir insan demektir. Ondan hiç bir kimseye zarar gelmez.
İslam önünde insanlar esasen birbirine eşittirler. Bunların seçkinliği ancak takva iledir. Kur'an-ı Kerîm'de buyurulmuştur:
"Şüphe yok ki, Allah yanında en iyiniz, en çok müttakî olanınızdır."
İttikanın karşıtı fısk'dır, fücur'dur. Daha açığı, doğru yoldan çıkmak, Allah'a asi olmak, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmamaktır. Böyle bir halin sonucu da felakettir, azabdır.
Edeb: Güzel terbiye ve güzel huylarla vasıflanmaktır, utanılacak şeylerden insanı koruyan bir hal demektir.
Edeb, insan için büyük bir şereftir. Edebin karşıtı İsaet'dir ki, kötülük yapmak ve terbiyeye aykırı davranmak demektir.
Edeb, insanın süsüdür. Edeb, insanı nefsin arzusuna uymaktan korur ve kurtarır.
"İnsanın edebi, zehebinden (altınından) iyidir" denilmiştir.
Edebden yoksun olan bir insan, bir toplum için zararlı mikroplardan daha tehlikelidir.
İhsan: Bağışlama, iyilik etme, bahşiş verme, hayır olarak yapılması uygun olan bir şeyi yapma demektir. İhsan, adaletin üstünde bir faziletdir. Bir ayet-i kerimede buyurulmuştur:
"İhsan ediniz; şübhe yok ki, Allah ihsan edenleri sever."
Diğer bir ayet-i kerimede de buyurulmuştur:
"Yüce Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsan et."
İhlas: Herhangi bir işi güzel bir niyetle ve saf bir kalb ile yapmak, işe başka bir şey karıştırmamaktır. Böyle bir hale, "Hulûs" da denir. Yapılan görevlerin değerleri ihlasa göre artar. İhlasın karşıtı Riya (gösteriş) 'dır. Bir görevi yalnız bir gösteriş için veya maddi bir yarar için yapmaktır.
Riyakar bir insan, temiz ruhlu, iyi bir insan değildir. Yaptığı işlerin mükafatını Allah'dan dilemeğe yüzü olmaz. Bir hadîis-i şerifde buyurulmuştur:
"Şüphe yok ki, Allah, sadece kendisi için yapılan ve kendi rızası için istenen bir işi kabul eder."
İstikamet: Her işte doğruluk üzere bulunmak, adaletten ve doğruluktan ayrılmayıp din ve akıl çerçevesi içinde yürümek demektir. Din ve dünya görevlerini olduğu gibi yapmaya çalışan bir müslüman, tam istikamet sahibi bir insandır. Böyle bir insan toplumun en önemli bir organı sayılır.
İstikametin karşıtı, hıyanettir ki, doğruluğu bırakıp verilen sözü gözetmemek, caymak, emanete riayet etmemektir, insanların haklarına tecavüz etmektir. Bir ayet-i kerimede, Peygamber Efendimize hitaben şöyle buyurulmuştur:
"Emrolunduğun gibi istikamette bulun."
İşte bu ayet-i kerime, istikametin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu göstermeğe yeter.
İtaat: Üst amirin dince yasak olmayan emirlerini dinleyip ona göre yürümektir. Yüce Allah'ın buyruklarını dinleyip tutmak bir taattır. İnsanın mutluluğu da bu taata bağlıdır. Bunun karşıtı isyandır. Yüce Allah'ın emirlerini dinlemeyen bir insan günahkar ve hayırsız bir kimsedir ki, kendisini tehlikeye atmış olur. Artık böyle bir kimseden insanlık ne bekleyebilir:
Kur'an-i Kerîm'de şöyle buyurulmuştur:
"Allah'a itaat ediniz; Allah'ın Peygamberine de, sizden olan idarecilere de itaat ediniz."
İtimad: Güvenmek ve emniyet etmek, bir şeye kalben güvenip dayanmak demektir. Halkın güvenini kazanmak bir başarı eseridir. İktisadî ve içtimaî hayatın devamı itimadın varlığına bağlıdır. Onun için insan, güzel ve doğru hareketleriyle herkesin güvenini kazanmaya çalışmalıdır. İtimada aykırı olan şey, hiyanettir, işi kötüye kullanmaktır ki, bunun sonucu pek korkunçtur.
İktisad: Her işte denge üzerinde bulunmaktır. Gereğinden fazla veya noksan harcama yapmaktan kaçınmaktır. İnsan iktisada uyma sayesinde rahat yaşar, hadis-i şerîfde buyurulmuştur:
"İktisad üzere bulunan fakir olmaz."
İktisadın karşıtı israf dır, aşırı gitmektir. İsraf, yemek, içmek, giyinip gezmek gibi işlerde belli bir ölçüyü aşmaktır ki, haramdır. Ferdlerin ve cemiyetlerin yıkılmasına sebebdir. Bunun için ki, Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulmuştur:
"Allah israf edenleri sevmez."
Bir de "Takdîr" vardır ki, bir şeyi gereğinden çok fazla kısmaktır. Bu da uygun değildir.
Ülfet: Uygun kimselerle güzel bir şekilde görüşüp konuşmak demektir. İnsanlar devamlı olarak yalnız başlarına yaşayamazlar. Birbirleri ile görüşmek zorundadırlar. Güzel bir ahlaka sahib olan kimse, herkesle güzel görüşür, onların sevgisini kazanır. Bu hale, "Ünsiyet" de denir. Bunun karşıtı "Uzlet" kenara çekilmek, yalnız başına kalmak, herkesten uzaklaşmaktır. Herkesle görüşmek uygun olmadığı gibi, herkesten kaçınmak da uygun değildir. Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:
"Mü'min ülfet eder ve ülfet olunur. Ülfet etmeyen ve ülfet olunmayan kimsede ise hayır yoktur. İnsanların hayırlısı, insanlar için hayırlı olanıdır."
Emniyet: Bir şeye güvenmek manasına geldiği gibi, insanda doğruluktan ileri gelen bir huy anlamına da gelir, insanların sırlarını ve mallarını güzelce saklamak da, bir emniyet halidir. Emniyetin karşılığı "Hiyanettir", sözünde durmamaktır.
Ferdleri arasında emniyet bulunmayan bir toplum geleceğinden güven içinde bulunamaz. Emniyeti kötüye kullanmak münafıklık alametidir. Bir hadîs-i şerîfde şöyle buyurulmuştur:
"Münafıkın alameti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince cayar, emanet edilince hiyanette bulunur."
İnsaf: Adalet içinde hareket etmek ve gerçeği kabul etmektir. İnsaf, ciddî ve iyi huylu bir insanın alametidir. Bunun karşılığı zulümdür, haksızlık etmektir, hak olan şeyi inkardır. Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:
"İnsaf dinin yarısıdır."
Çünkü gerçek din, faydalı olan şeylerin kabul edilerek yapılması ve zararlı şeylerden sakınılması demektir. İnsaf sahibi olan kimse, muhakkak dinin yarısını teşkil eden o yararlı şeyleri anlar ve kabullenir. Böylece insaf, kendisinde dinin yarısı gibi sayılır.
Beşaşet: Güleryüzlü olmak ve hoş bir hale sahib olmak demektir. Beşaşet, ruhtaki saflık ve neş'enin yüzde parıltısı demektir. Karşılığı Ubuset, yüz ekşiliğidir. İnsan daima güler yüzlü olmalı, hiç kimseye karşı çatık kaşlı bulunmamalıdır. Güleryüzlülük bir sadaka ve bahşiş sayılır. Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:
"Allah muhakkak ki yumuşak huylu va parlak yüzlü kulunu sever."
Te'dib: Terbiye etmek, edeb ve ahlak üzere yetiştirmek demektir. Bunun karşıtı da, terbiyeyi terk etmek, yapmamaktır. Terbiye işinde asla gevşeklik yapılmamalıdır. Kendi çocuklarını güzelce terbiye etmeye çalışmak, her aile idarecileri için vacib olan bir görevdir. Burada yapılacak dikkatsizliğin zararları yalnız bir aileye ve ferde değil, koca bir topluma aittir. Denmiştir ki:
"Baba ile ananın terbiye etmediğini, gece ile gündüz (zaman) terbiye eder. Zamanın terbiye etmediğini de, Cehennem terbiye eder."
Teenni: Bir işte acele etmeyip düşünerek hareket etmektir. Böyle bir davranışa "Teüde" de denir. Vakti gelip çatan hayırlı bir iş için teenniye (yavaş davranmaya) gerek yoktur. Fakat henüz zamanı gelmeyen bir iş içinde acele etmek, pişmanlık doğuracağından doğru değildir.
Teenni'nin karşıtı istical, acele etmektir. Bir şeyi zamanından önce elde etmeğe çalışmaktır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Yavaş davranmak (teenni) Rahman'dan, acele ise Şeytandandır."
Diğer bir hadis-i şerifde de şöyle buyurulmuştur:
"Ahiret işi müstesna, her işte yavaş ve tedbirli davranmak hayırlıdır."
Ta'zîm: Hürmete değer bir kimse hakkında, büyük sayıldığını gösterecek şekilde güzel bir davranışta bulunmak demektir. Bunun karşıtı "Tahkîr"dir, küçümseme hareketidir ki, asla caiz değildir.
İlim, edeb ve yaş bakımından bizden büyük olanlara saygı göstermek, bizden küçük olanlara da sevgi göstermek bizim için bir görevdir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Bizim büyüklerimize saygı göstermeyen ve küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir."
(Ömer Nasuhi Bilmen)
Rıza: Hoşnut olmak, uygunluk göstermek herhangi bir hükmü veya işi kalben hoş görüp kabul etmektir. Bunun karşıtı kabul etmemek, red etmek, itiraz etmektir.
Yüce Allah'ın her hükmüne ve her takdirine razı olmak bir kulluk görevidir. Gerçek olan bir şeye razı olmamak bir ahmaklık işareti olduğu gibi, batıl bir şeye razı olmak da bir taşkınlık ve isyan eseridir.
Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"Allah bir kulu severse, yalvarmasını dinlemek için onu bir sıkıntıyla sınar."
Hucurat Suresinde, alay etmek, lakap takmak, su-i zanda bulunmak ve gıybet etmek hususunda nehiy (yasaklama) vardır. Bu erkekler için geçerli olduğu gibi kadınlar için de geçerlidir.
"Ey îmân edenler! Bir topluluk, (başka) bir toplulukla alay etmesin; olur ki(onlar), kendilerinden daha hayırlı olabilirler! Birtakım kadınlar da (başka) kadınlarla(alay etmesinler)! Belki (onlar da) kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendinizi(birbirinizi) de ayıplamayın ve birbirinizi (kötü) lâkablar ile çağırmayın! Îmandan sonra fâsıklık ismi (günahla anılmak), ne kötüdür! Artık kim (bu kötü amelinden vazgeçerek)tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir!
Ey îmân edenler! Zannın çoğundan sakının! Şübhesiz ki zannın bazısı günahtır;(birbirinizin kusûrunu inceden inceye) araştırmayın; bazınız, bazınızı gıybet etmesin! Sizden bir kimse, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! O hâlde Allah’dan sakının! Şübhe yok ki Allah, Tevvâb (tevbeleri çok kabûl eden)dir, Rahîm (çok merhamet eden)dir."(Hucurat, 11-12)
Ayıpları örtmek: İnsanların kusurlarını örtmek, görmemezlikten gelmek, başkalarına açıklamamak demektir. Karşıtı "Kusurları yayma"dır.
Başkalarının kusurlarını arkalarından söylemek gıybettir. Öyle ki, bir kimsenin arkasından boyuna, elbisesine, yiyip içmesine, gezip yürümesine varıncaya kadar bir kusurunu dil göz veya el ile işaret ederek göstermek de bir gıybettir. Çünkü bunları öğrenince üzüleceğinde şübhe yoktur.
Başkalarına, yapmadıkları kusurları yüklemek de iftiradır, buhtandır. Bunlar İslam terbiyesine aykırıdır, kesinlikle haramdır.
Bir hadis-i şerif şöyle buyurulmuştur:
"Ne mutlu o kimseye ki, kendi kusuru kendisine, başkalarının kusurlarını görmeye zaman bırakmaz."
Onun için insan, kendi kusurunu görüp onu düzeltmeye çalışmalıdır. Ancak uygunsuz işleri hiç çekinmeksizin yapıp duran günahkar kimselerin bu çirkin hallerini arkalarından söylemek gıybet sayılmaz. Bu söyleme ile çirkin işler kötülenmiş ve başkaları bundan korunmuş olur. Bir İslam toplumuna karşı, küstahça hareket ederek ahlaka uymayan şeyleri açıkça yapıp duran kimselerin bu rezaletini söylemek, toplumsal anlayışın güzel bir tepkisidir. Yeter ki, bu söyleyiş şahsî bir kırgınlık neticesi olmasın.
Gıybetin sorumluluğundan kurtulmak için, mümkünse gıybet edilen kimseden helallık dilemeli, özür dilemelidir. Bazı alimlere göre, yapılan gıybetten pişman olup istiğfarda bulunmak yeterlidir. Çünkü durumu haber verip gıybet edilen kimseden helallik dilemek, bir üzüntüye, bir dargınlığa sebebiyet vermiş olabilir. Ancak o kimse bu gıybetten haberdar olmuşsa, o zaman kendisinden özür dileyerek helallık istemek gerekir.
İki dargının özür dilemek için musafaha yapması (görüşüp el sıkışması) helallaşmak sayılır.
Ayrıca Ömer nasuhi Bilmen'in Büyük İslam İlmihali kitabındaki Güzel ve çirkin huylar bölümü okunabilir.