Güneydoğu`da Toprak Savaşları
Güneydoğuda arazi kavgasından onlarca kişinin hayatını kaybetmesi gözleri yıllardır çözülemeyen arazi davalarına çevirdi. Bölgede son dönemlerde yapılan tapulaştırma çalışmalarıyla kavgaların arttığı belirtiliyor.
Güneydoğu’da arazi kavgasından onlarca kişinin hayatını kaybetmesi gözleri yıllardır çözülemeyen arazi davalarına çevirdi. Bölgede son dönemlerde yapılan tapulaştırma çalışmalarıyla kavgaların arttığı belirtiliyor.
Güneydoğu’da katliama dönüşen arazi kavgalarında aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu onlarca kişinin yaşamını yitirmesi gözleri uzun yıllardır süren ancak bir türlü çözülemeyen arazi davalarına çevirdi. Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin başta olmak üzere bölge genelinde dededen toruna devrolan arazi davaları ile son dönemlerde yapılan toplulaştırma çalışmaları aile kavgalarını arttırdı. Bölgede mal paylaşımında kadınların hakkına düşen arazi ve mülkleri ise erkekler zorla gasp ediyor.
Toprağa dayalı üretimin güçlü olduğu Güneydoğu bölgesinde, uzun yıllardır görülmeyen toprak kavgaları yeniden hortlamaya başladı.
Daha önce devletin sert eli, ardından örgüt korkusu nedeniyle sorunlarını öteleyen aileler, çözüm süreci ile birlikte toprak için yeniden silaha sarıldı. Son bir ay içinde Diyarbakır’ın Silvan, Bismil, Hazro, Lice, Ergani ilçeleri ile Batman ve Muş Bulanık’ta arazi çatışmalarında çocuk ve kadınların da içinde yer aldığı 34 kişi öldü 50 kişi ise yaralandı.
Diyarbakır’da ailesinden geçtiğimiz hafta 8 kişiyi kaybeden Hasan Üstün, bölgede kanunun hiçe sayıldığını ve gücü elinde bulunduran kişilerin arazileri gasp ederek işlediğini ileri sürdü.
Devletin bu çevrelere karşı gücünü göstermesini isteyen Üstün, “Tapusu bana ait araziler işgal edildi, hak arama isteğimize katliamla yanıt verildi” dedi. Üstün, şöyle konuştu: “Ben 32 yıldır köyde yaşıyorum. Sorunları çözmek için diyalog yöntemini uyguluyorsun, bazen tıkanıyorsun.
Arazimi işgal edenlerle her yıl sorunlar yaşıyordum. Devlete başvurdum, ancak sonuç almadım. Benim de yaşama, malımı yemeye hakkım var. Toplulaştırma çalışmalarında güvenlik gücü mutlaka yer almalı. Geçmişte bölgemizde bir uzman çavuş gelip, o köyde istediğini yaptırırdı. Bölgede otorite boşluğu var. Şu anda bir barış ortamı var. Çatışmalar kesildi, 7 aydır tek bir insan ölmedi. Bundan yararlanan insanlar şimdi bunu bir boşluk olarak değerlendirip zorla arazilere el koymaya çalışıyor.”
Nedeni Toplulaştırma
Aile çatışmalarına yol açan nedenlerin başında son yıllarda uygulamaya geçirilen toplulaştırma çalışmalarının geldiğini belirten Üstün, “Bölgede yaşanan bütün sıkıntılar, arazilerin toplulaştırmasından kaynaklanıyor. Arazilerinin toplulaşması yeni mal sahipleri ortaya çıkartıyor. Hak sahibi olanlar ise yeterli anlamda haklarına sahip olamıyor. Bu çalışmayı özel firmalar yapıyor ancak bana göre eksik bırakılıyor. Köylerde inceleme yapan personel, önce hak iddiasında olanlar arasında uzlaşma yoluna gidiyor. Zaten en büyük sorun da buradan kaynaklanıyor.
Arazi toplulaştırma çalışmalarının sağlıklı bir şekilde yapılmasını istiyorsak, bu işlemi yaptırım gücü olanların yapması gerekiyor. Örneğin bir ilçenin kaymakam ve jandarma komutanı bu çalışmada yer almalı. Bunu yaparken de hak ve hukuk çerçevesinde yapılması lazım. Kimin arazisi varsa zaten bellidir.
Şu an uydu sisteminde Türkiye’de kaç milyon arazi ekiliyor bilinmektedir. Tarım Bakanlığı destekleme ödemelerinden yola çıkarak arazilerin kime ait olduğunu biliyor. Bilinmesine rağmen hisseler neden ayrılmıyor? Bunu yapmayarak ne amaçlanıyor, bilmiyorum. Bu yapıldığı takdirde kan davaları da biter” dedi.
Arazi anlaşmazlığı yüzünden yaşanan ölümlerin bölgenin acı bir gerçeği olduğunu ifade eden Üstün, şöyle devam etti:
“Ben, 8 can verdim. Son bir ay içerisinde bölgemizde 35 insan arazi anlaşmazlığı yüzünden öldürüldü. Önlem alınmazsa bu sorun gittikçe büyür ve daha çok ölümlere neden olur. Bu da toplumda infiale yol açar. Çok büyük sıkıntılar yaşanacak. Arazi toplulaştırma çalışmaları için bölgeye yaptırım gücü olan kişilerin gönderilmesi gerekiyor. Kimin haklı, haksız olduğu daha net ortaya çıkar. Devletin kanunlarıyla yaşıyorsak, devlet bizim canımızı, malımızı korumak zorunda. Benim, malım ve canım gitti. Ailem o gün çaresizlikten dolayı araziye gitti. Arazisine sahip olmak için gittiler, kimseyi öldürmek için gitmediler.”
Diyarbakır’da uzun yıllardır toprağa bağlı üretim yapan bir çiftçi ise tapulu arazilerinin büyük bölümüne giremediğini, ileri sürdü. Yıllardır çalmadık kapı bırakmadığını ifade eden güvenlik nedeniyle ismini dahi veremediğinden yakınan çiftçi, “Uzun yıllardan beri arazimi süremiyorum, köylüler tarafından işgal edilmiş durumda.
Ben sürmek istersem ya ben onları, yada onlar beni öldürür. Tapu bana ait olmasına rağmen arazime adım bile atamıyorum. Aile fertlerimi belaya sürüklemek istemiyorum. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir konuşmasında, tarım reformu yapılacağından söz etti. Bu beni çok umutlandırdı. Ancak bu henüz gerçekleşmedi” dedi.
Başka bir mağdur toprak sahibi ise, “Bölgemizdeki arazi sorunlarının çözümünde devlet etkili yöntemleri devreye koymalı. Hak gaspı bir çok yerde ve değişik şekilde ortaya çıkabiliyor. Kadınlarımızın hakkına düşen araziler erkekler tarafından onlara verilmiyor. Miras yoluyla hak kazanan kadınlar, haklarını alamıyor.
Arazi mafyaları, işgalciler bu işe izin vermiyor” diyor.
Mağdur kadınlardan biri ise Milliyet’e şunları anlattı: “Babam öldükten sonra kardeşlerime çok yüklü miktarda miras kaldı. Yaklaşık 50 yıldır kardeşlerim beni babamdan kalan haklardan uzak tutuyor.
Çok sayıda köy ve iş merkezleri, büyük yatırımlar olmasına rağmen benim hakkımı vermiyorlar. Tapuda üzerime kayıtlı olmasına rağmen ben hakkımı alamıyorum. Tapum var ama arazimi ekemiyor, kiraya veremiyorum. Arazi ve gayrimenkullere ortaklığım kabul ediliyor. ‘Senin de payın var’ deniliyor. Ancak bunlar hakkında hiçbir tasarrufum yok. Babam, kardeşim ve çocuklarının üzerine olan tüm mallarda hakım var. Ancak bana yansıyan bir gelir yok. Bölgede yaşanan bu katliamların sebebi kadın hakkını vermeyen insanlardır.”