Altılı masa adayını neden açıklamıyor?
Murat Yetkin'e konuşan Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, ''Altılı Masa, Cumhurbaşkanı adayını neden hala açıklamadı?'' sorusunu yanıtladı.
Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, "Aday etrafında tartışma çıkmasını, Altılı Masa'nın dağılmasını bekliyorlar. Açık söyleyeyim, çok beklerler! Altı lider olarak basiretle ve dirayetle hareket etmeye kararlıyız. Seçim kararı alsınlar, sonrasında adayımızı ilan edelim.
Bizim yönetimiz Erdoğan-Bahçeli gibi olmayacak. Erdoğan’ın istediğini yapma, Bahçeli’nin de ona ayar verme özgürlüğü var.
Biz bir yönetim değil, yönetişim sistemi kuruyoruz. Kişilere değil, ilkelere bağlı. Üzerinde mutabık kalacağımız aday bunları kabul etmeli; etmezse tek başına seçime girebilir tabi. Ama bizim desteğimizle ve bizim adayımız olarak girecekse bir yıldır oluşturulan bu temel metinler ve oluşan zeminde mutabık kalmamız lazım.
Bu vesayet değil. Göstereceğimiz cumhurbaşkanı adayının Erdoğan’ın kullandığı yetkileri aynı yöntemle kullanmasını kimse beklememeli. Ortak vicdan ve ortak akılla yürütmemiz gereken bu geçiş sürecinin yönetimini tek kişiye bırakamayız.
Mutabakatımız sadece cumhurbaşkanı adayımızı değil, tek tek altı lideri de bağlayacak.
Cumhurbaşkanı bir 7’nci parti gibi de davranmayacak; onunla birlikte oluşturduğumuz ortak aklımızın siyasi iradesi olacak." dedi.
Davutoğlu'nun YetkinReport'ta yer alan röportajından önemli kesitler;
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile görüşebileceğini, siyasette küslük olmayacağını söyledi. Esad ise koşullar öne sürüyor. Siz Türkiye'nin Suriye politikasının içindeydiniz. Bu sürece nasıl bakıyorsunuz?
Diplomasi hayatım boyunca ilişkilerin normalleştirilmesi çabalarının içinde bulundum. İsrail-Suriye müzakereleri, İran nükleer anlaşması, Sırbistan-Bosna Hersek gerilimi Lübnan'da ve Irak'ta ulusal uzlaşı çalışmalarında yaptığımız arabuluculuklar bunun çok farklı örnekleri.
Normalleşme ilkesel olarak doğrudur, yapılması gerekir. Ancak burada önemli olan zamanlama ve karşılıklı müzakere pozisyonlarıdır. Normalleşme süreçleri siz siyasi ve ekonomik olarak güçlü durumdaysanız size fayda sağlar. Aksi takdirde ya kayıplarla karşılaşırsınız ya itibar kaybına uğrarsınız ya da süreç başarısız olur.
Burada önemli olan ilke eliniz güçlüyken normalleşmektir. Örnek olarak Ermenistan ile normalleşmeyi verebilirim. Şimdi Ermenistan ile normalleşme sürecini yürütmenin tam zamanıdır. Azerbaycan işgal altındaki topraklarının önemli bir bölümünü Türkiye'nin de desteğiyle geri almış durumdadır, Ermenistan'ın siyasi ve ekonomik sıkıntıları vardır. Şartlar Türkiye'nin istediklerini alabilmesi için uygundur.
Sizce mali kaynak mecburiyetinden mi dış politikadaki son manevralar?
Evet, maalesef. İşin kötüsü muhataplar da bunu biliyor ve sonuna kadar kullanıyor. Nasıl mı? Sedat Peker'in iddialarına cevap veremeyen İçişleri Bakanı dikkatleri dağıtmak için 2021 Mayıs'ında onun barındığı BAE'yi ABD ile birlikte 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olmakla suçladı. 15 Temmuz Türkiye tarihinin en büyük suçlarından biridir. 251 vatandaşımız şehit edilmiş, Meclisimiz bombalanmış. Sen diyorsun ki BAE bütün bunların faili sonra gidip barışalım diyorsun ve BAE'de birlikte kutlama pastası kesiyorsunuz.
Barışalım elbet ama bunun iki yolu vardır. Ya onlar hatalarını kabul eder, Türkiye'ye yanlış yaptıklarını söylerler ve özür dilerler, ya da siz yanılmışız, 15 Temmuz'un faili o değilmiş dersiniz. Bunlar yapılmadan yaptığınız şey normalleşme değil teslimiyettir.
Ülkemizi normalleşmek için neredeyse yalvarır gibi gösteren bu teslimiyetin de iki sebebi var: Sedat Peker'in susturulması ve yolsuzluklarla ve cahillikle tüketilen ekonomik kaynakları seçime kadar idare edecek şekilde telafi etmek.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi'ni son derece ağır ifadelerle ülkenizde vatandaşı bir gazetecinin [Cemal Kaşıkcı] öldürülmesinden sorumlu tuttuktan sonra dava dosyasını teslim edip kucaklaşmaya gidilmesi de bu ekonomik durumla ilgili olduğu aşikar.
İsrail ile de benzer bir durum var. Aylarca İsrail ile ilişkileri normalleştirmek istediğinizi söylemişsiniz. Sonra [Binyamin] Netanyahu gelip, "Erdoğan bana altı saatte bir Hitler derdi, ne oldu?" diye soruyor.
Oysa biz zamanında Mavi Marmara konusunda Netanyahu'ya özür diletmiştik hatırlarsanız. Mavi Marmara ile ilgili özür talebimiz vardı. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile yürüttüğümüz diplomatik girişim neticesinde 2013 Mart'ında [Dönemin ABD Başkanı Barack] Obama İsrail'de Netanyahu ile birlikte iken Kerry ile benim telefonum üzerinden sayın Erdoğan'ı aradı ve Netanyahu üzerinde mutabık kaldığımız özür metni ile özür diledi.
O zaman çok uygundu şartlar normalleşmeye, çünkü Türkiye güçlü taraftı. O zaman bu süreci işletmeyen Erdoğan daha sonra Mavi Marmara şehitlerini rencide edercesine İsrail tarafının Kudüs’ü başkent gösteren bir anlaşma metnine biz görevden ayrıldıktan sonra 2016 yazında imza attı.
Şimdi ise Netanyahu ile görüşebilmek için can atan bir görüntü veriyor, Netanyahu ise 2013'te özür dilediği Erdoğan ile alay ediyor. Bu normalleşme değil, küçük düşmedir. Sebebi de ülke kaynaklarını tüketerek namerde muhtaç olmaktır.
Mısır ile de öyle. Çok daha erken dönemde Türkiye'nin eli güçlü iken [Abdül Fettah] Sisi BM'de Genel Sekreterin davetinde aynı masaya bile oturmayan Erdoğan şimdi Sisi'nin peşinde koşma görüntüsü veriyor, çünkü körfez ülkeleri verecekleri maddi destek için Sisi ile barışmayı şart koşuyor.
Mısır ile normalleşme bölgenin iki güçlü ülkesi olarak Doğu Akdeniz'deki ortak çıkarlarımız üzerinden yürütülmesi gerekir. Şimdi üçüncü taraflardan maddi kaynak sağlamak için şirin görünme niyetiyle normalleşmeye mecbur görüntü vermek sağlıklı bir normalleşme zemini oluşturmayacağı gibi ülkemize de yakışmaz.
Suriye konusunda da mali kaynak arayışı mı var diyorsunuz?
Evet, maalesef. Bu da rencide edici, istiskal edici bir normalleşme süreci. Erdoğan Esad'a yalvarır gibi iki aydır görüşebiliriz diye sesleniyor. Kendi ülkesini bile tümüyle kontrolden aciz Esad ise Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına şartlar dayatacak bir kibir ile davranıyor.
Bunun sebebi çok açık. Herkes Erdoğan'ın bütün söylediklerini yutan bu gurur kırıcı buluşma arzusunun arkasında Putin'in talebi ve dayatması olduğunu görüyor. Suriye ile normalleşme sürecindeki bu tek taraflı arzunun Rusya'nın BOTAŞ'ın borçlarını kış sonrasına, seçim sonrasına ertelemesi için yürütüldüğü çok açık.
Onun için Esad küstah bir biçimde Erdoğan'ın seçim kazanması için kullanacağı bir buluşmaya hayır deriz diyor. Oysa Suriye ile normalleşme için en önemli belge 18 Aralık 2015'te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararıdır.
Rusya ve Çin'in de altında imzasının olduğu bu karar rejim ile muhalefetin bir ortak geçiş süreci hükümeti kurmasını öngörüyor. Esad gitsin de demiyor, geçiş hükümeti diyor. Rusya bunu kabul etmiş. Türkiye de ediyor.
Putin, Esad ile oturulması talebinde bulunduğunda Erdoğan böyle küçük düşürücü ve tek taraflı teslimiyetçi açıklamalar yapmak yerine, "Gel birlikte altında sizin de imzanız olan BM kararı çerçevesinde yeni bir süreç başlatalım, bu çerçevede herkesle görüşürüm" demeliydi.
Kaldı ki Suriye topraklarının zaten sadece yüzde 30-40 kadarı Esad'ın kontrolü altında. Türkiye-Suriye sınırında neredeyse rejim kontrolünde olan bölge kalmamış durumda. Anlaşma, size verdiği sözü yerine getirebilecek bir otorite ile yapılır.
Ayrıca, çerçevesi iyi çizilmemiş bir normalleşme kendi bölgelerinin Esad ile normalleşme sürecinde rejime terk edileceği kaygısına kapılacak İdlib başta olmak üzere Türkiye ve Suriye Milli Ordusu kontrolünde yaşayanların ülkemize yeni göç dalgaları oluşturma riski de yüksektir.