`Devlet baba` beni Kur`an`a gönder!
Türkiye çok değişti, değişmeye devam ediyor, hatta "yeniden kuruluyor" diyoruz demesine ama hala çözemediğimiz sorunlar, aşamadığımız zihni bariyerler var.
En temel sorunlarımız umuyorum ki çözüm yolunda.
Öncelikle Kürt sorunu tabii ki.
Sorunları kendi içinde öncelik sırasına koymaya lüzum yok, ancak Kürt sorununun yeri her gün can aldığı için elbette ki başka.
Ama her sorun yine de biricik ve çok çok önemli.
Mesela din eğitimi.
Nicedir mevzu bile etmiyoruz din eğitimini. Sanki böyle bir sorun yok, kalmamış.
Oysa 28 Şubat`ın kalıntısı yasaklar devam ediyor, 12 yaş altına getirilen Kuran kursu yasağı gibi.
Dahası 28 Şubat öncesi koşullar da din eğitimi açısından zaten iç açıcı değildi.
Kutlu Doğum Haftası’nda ilahi okuyan çocukların şeriatçı-mürteciler parantezine alındığı günleri geride bıraktık, amenna.
Ama şükredip bununla yetinecek miyiz?
Bu konu oldukça alengirli. Bir kere işin bir ucunda zorunlu din dersi bahsi var ki bu da yeterince tartışılmış değil.
Zorunlu din dersi olsun mu olmasın mı konusu bence ilk evvela o dersin mahiyetini konuşmayı gerektirir. Doğruya doğru Alevi inancında bir kişi namaz kılmayacaksa namaz surelerini neden öğrensin. Ayrıca bu muhtevadaki bir din dersini Alevi ya da ateist olmasa da çocuğuna aldırmak istemeyen aileler olabilir. Zorla güzellik olmaz ki.
Ama devlet vatandaşının ihtiyacı olan din eğitimini, abdest nasıl alınırdan, namaz nasıl kılınıra, Kuran okumasından, İslam’ın şartlarına kadar vermekle mesul.
Bunun yöntemini tartışabiliriz. Devlet bunu doğrudan kendisi vermeyebilir. Ama vatandaşının bu ihtiyacımı gidermek zorunda. Üstelik bunun, altına imza attığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de yeri var.
Hal böyle iken 12 yaşın altı çocuklara bir kurum çatısı altında din eğitimi vermek kanunen yasak. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölmeden önce Meclis’e verdiği son kanun teklifi 28 Şubat’tan kalma bu yasağın kaldırılmasıyla ilgiliydi. Sonuç malum, Yazıcıoğlu öldü, teklifi de kaynadı gitti.
Yasak da, dinleyen mi var, diyeceksiniz. Dinleyen olmaması yasağı ortadan kaldırmıyor ki.
Ayrıca isteyen çocuğuna özgürce ve kolayca Kuran eğitimi verebiliyor da değil.
Çocuklarımız 18 yaşına gelsin, kendi karar versin dindar mı olacak, namaz mı kılacak, Kuran mı okuyacak, böyle düşünmemiz isteniyor herhalde. İş işten geçtikten sonra kime ne öğreteceksin…
Çocuk sadece devletin malı olsun, ailenin kendi dini ve felsefi inançlarını çocuğuna telkin etme imkanı olmasın isteniyor.
Oysa ağaç yaşken eğilir.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki Kuran eğitimi ilkokulla paralel alınması gereken bir eğitimdir. Yerleşmesi ve kolay öğrenilmesi için en ideal yaş ilköğretim yaşıdır. Hatta okula başlama yaşı. Becerebilen için okul öncesi...
Bu konuda nasıl bir adım atılacak merak ediyorum.
Geçenlerde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in umut verici bir demecine rastladım. “Hiçbir din görevlimiz anne babasından izin alıp gelmiş çocuğu geri çevirmeyecektir. Bu yasak ma’şeri vicdana sığmıyor” diyordu.
Nitekim durum bu, okullar kapandığından beri cami avluları çocuk sesleriyle doldu. Koltuğunun altına elifbasını, Kuran’ını alan çocuk caminin yolunu tutuyor.
Fiiliyatta zaten tanınmayan bu yasağı kanun maddesi olmaktan da çıkardığımızda din eğitimiyle ilgili sorunlar tümden çözülmüş olacak mı peki?
Elbette değil. Çünkü mevcut anlayış din eğitimini yaz tatilleriyle sınırlandırıyor. Böyle olmamalı. Örgün eğitime paralel şekilde din eğitimine de imkan tanınmalı.
Madem Türkiye yeniden kuruluyor ve yeni kurulan Türkiye hepimizin olacak benim de devletimden isteğim odur ki ailemin bana veremediği, yollarlını arayıp da bulamadığı din eğitimini benim çocuğum için istememi makul bulsun ve bu ihtiyacımı gidermenin araçlarını bana sunsun.
Halime KÖKCE / Rotahaber