Sinemanın tebliğdeki rolü!
Dijitalleşmeyle beraber sinema ve medyanın önemi daha da arttı. Peki sinema, tebliğ için bir araç olabilir mi?
Tebliğde sinemanın rolüne ilişkin kaleme alınan makalelerde Müslümanların bu konuda yeterli gayret göstermediği açıkça ifade edilmiştir.
Tebliğ, bilindiği üzere her Müslüman’ın boynunun borcudur. Hele ki biz genç ve dinamik Müslümanlar din-i mübin-i İslam’ın gür sadâsını dünyanın dört bir yanına ulaştırmalı ve onu manaya susayan gönüllere eriştirecek yankılar olmalıyız. Bunun için özümüze, tarihimize ve kimliğimize vakıf olmanın, Kur’an ve sünnetle ahlaklanıp güzelleşmenin önemi yadsınamaz. Bunların yanı sıra bugünü ve bugünün sorunlarını iyi bilmeliyiz. Modern araçları yaşam şeklimize uygun hale getirerek çözüm üretmek adına kullanmalıyız. Bu araçlardan kitleleri en kolay şekilde etkisi altına alanlardan biri hiç şüphesiz ki sinemadır. Ulaşımı kolaydır, zahmetsizdir.
Sinema; ortaya çıktığı ilk günden itibaren çeşitli yollarla bir duygunun, düşüncenin veya davanın insanlara aktarılması adına kullanıldı. Çekilen sayısız filmle, Hristiyanlar kendi dini değerlerine ve sembollerine gizliden veya açıktan sinemada yer verdi. Buna örnek olarak Tutku, İsa’nın Çilesi (2004), Cennetin Kralığı (2005), Nuh: Büyük Tufan (2014) filmleri gösterilebilir. Ana teması din olan buna benzer filmlerin yanı sıra genellikle Hristiyanlar sinemada dürüst, mütedeyyin ve ahlaklılardır. Birçok filmde Hristiyan öğretilerine, İncil’den pasajlara, Hz. İsa’ya atıfta bulunurlar. Böylece izleyiciler sinemada misyonerlik çalışmalarına tanık olur. Yahudiler de keza sinemayı, tarihlerini anlatmak için başarılı bir şekilde kullanmışlar ve dünyayı mazlum olduklarına inandırmışlardır. Çünkü filmlerinde devamlı olarak anlattıkları İkinci Dünya Savaşı trajedisi bugün Filistinlilere yaptıkları zulmü örtmekte ve bir nevi görünmez hale getirmektedir. Schindler’in Listesi (1993), Life Is Beautiful (1997), Piyanist (2002), Çizgili Pijamalı Çocuk (2008), Soysuzlar Çetesi (2009) filmlerini çoğumuz izlemişizdir. Bunun gibi Yahudi soykırımını konu alan filmlerin birçoğunun başrolleri genellikle çok erdemli, ahlaklı, sevecen insanlardır. Yazılan bu karakterler oldukça derin ve gerçektir. Bu da seyirci olarak kendimizi ona yakın hissetmemize, merhamet etmemize sebep olur. Dolayısıyla filmleri üretenlerin başarılı olduğu yorumunu yapabiliriz.
Geçmişten günümüze sinemayla, seyircinin zihninde buna benzer birçok algı oluştuğu su götürmez bir gerçektir. Özellikle sinema sektörünün merkezi olan Holywood; Müslümanlara ve yaşadıkları coğrafyalara dair yanlış bir görünüm vermiş ve filmlerinde aslına benzemeyen tiplemeler üretmiştir. Bu filmlerde Müslüman erkekler kurnaz, paragöz, hilekar, kadın düşkünü, şiddet yanlısı olarak gösterilmiş. Müslüman kadın tipi ise o yıllarda dindar olan Batı toplumunun her türlü fanteziyi kurgulayabileceği bir meta haline getirilmiştir. Doğu ise oryantalist bir yaklaşımla daima mistik, egzotik ve cazip lanse edilmiştir. Örnek olarak, The Palace Of Arabian Nights (1905), The Sheik (1921), The Desert Song (1929), The Mummy (1999) filmlerini gösterebiliriz. Hatta 12 Eylül’ün ardından Hollywood, Müslümanları çoğu yapımında terörist olarak yansıtmıştır ki bu da İslamofobinin köklerini güçlendiren en büyük etkenlerden biri olmuştur. Doğru Yalanlar (True Lies), İcra Kararı (Executive Decision) ve Kuşatma (The Siege), Sözleşme Kuralları (Rules of Engagement) filmlerinde terörist tiplemesini görmemiz mümkün.
İslam; saydığımız temsillerin de etkisiyle Avrupa insanının zihninde savaş yanlısı, kana susamış bir din haline gelmiştir. Müslümanlar ise -birkaç örnek isim haricinde- filmler üzerinden atılan bu iftiralara ve oluşturulan algıya sesini çıkarmamış, tam anlamıyla seyirci kalmışlardır. Müslümanlar; bu çarpık algıyı değiştirmek ve İslam’ın hakikatini insanlara anlatmak, kendisine biçilen terörist rolünden kurtulmak zorundadır. İslam hakkında yanlış izlenimler oluşturan ve milyonlarca insana erişebilen bu filmlere tepki olarak, Müslüman yönetmen, yapımcı veya senaristlerin kaliteli ve özgün içerikler üretmesi gerekmektedir. Bunun için de Müslümanlar olarak kendi öz tarihimizi, benliğimizi perdeye samimiyetle ve güçlü bir dille yansıtmamız gerekmektedir. Hikayelerimiz bizden olmalı ve karakterlerimiz İslam’ı temsil etmelidir. Kuralları yeni baştan yazmalıyız. Kimliğimizi yeniden inşa etmek ve İslam’ı layıkıyla tanıtmak adına samimi bir sinema üretmeliyiz.