İşgalci siyonistte insani değerin kırıntısı yok “ÇOCUĞUMU ELLERİM VE AYAKLARIM KELEPÇELİ DÜNYAYA GETİRDİM”
Siyonist işgal rejiminin Yahudi terörü insanlık tarihinde eşine az rastlanan vahşetine ve insanlık dışı uygulamalarına devam ederken Filistinlilerin çektiği sıkıntılara sözüm ona ‘Medeni dünya’ sessiz kalmayı sürdürüyor. Siyonist rejimin terör çetelerince alıkonulan ve hamile olduğu halde hücreye konulan Filistinli eski esir Samar Subeyh, ilk çocuğunu, elleri ve ayakları kelepçeli, başında nöbet tutan askerler eşliğinde dünyaya getirdiğini anlattı.
İstanbul
Siyonist Yahudi Devleti’nin Filistinli Müslümanlara uyguladığı insanlık dışı vahşetin bir benzerine daha rastlamak belki de mümkün değil. İnsanlığın kısa tarihinde “Bu da olmaz ki!” ya da “ İnsan olan bunu yapmaz!” denilen ne varsa işgalci Yahudi Devleti’nin bunları yaptığı görülüyor.
Tahrif ettikleri kitapları üzerine inşa ettikleri bir yönetim anlayışıyla hareket eden siyonist işgal rejimi yaklaşık 80 yıldır ‘II. Dünya Savaşı’nda maruz kaldıklarını iddia ettikleri’ zulümleri medya, sinema ve yazılı materyaller ile insanlığa pazarlayıp durmakta.
Oysa 1930’larda gasp etmeye başladıkları Filistin topraklarında; kuruluş aşamasından bugüne işledikleri insanlık dışı vahşet ve rezilliklerin onda birini (kendi anlatımları olmasına rağmen) kendileri yaşamış değil. Buna rağmen ne Batı Dünyası’ndan ne de Doğu’dan bu zulümlere karşı gür bir ses çıkmamakta.
Filistin yurdunun aziz evlatları, kendi vatanları için direniş yolunu seçtiklerinde ise ne yazık ki aynı Yahudi oyunlarıyla ‘Terörist’ damgası yemektedir.
Siyonist işgal çetesinin zulmüne uğrayan Filistinlilerden biri olan Samar Subeyh’e yaşatılan vahşet insanı ürpertirken, insan diye dolaşan bu mahlukatla aynı havayı teneffüs ettiği için insana bir burukluk da veriyor.
Samar Subeyh, 2005'te 3 aylık evliyken siyonist işgal çetelerince alıkonulmasını, 66 gün süren sorgusunu ve zindan şartlarını yıllar sonra anlattı.
İslami Direniş Hareketi (HAMAS)'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugaylarında patlayıcılardan sorumlu mühendis olmakla suçlanan Subeyh, İşgal güçlerinin gece vakti ağır silahlı ve özel donanımlı katil timleriyle düzenlediği ani baskınla alıkonulduğunu belirterek, "Gece saat 2 sularında vahşice ve zorbaca sorguya çekildim. Silah tehdidiyle çıplak arama yapmak istediler ancak bunu reddettim. Ellerim ve ayaklarım kelepçeli, gözlerim bağlıydı. Ailemle vedalaşamadan, bilinmeyen bir yere götürüldüm." diye konuştu.
Siyonist işgalcilerin vahşi işkencecilerinin üs olarak kullandığı El-Meskubiyye Soruşturma Merkezine götürüldüğünü kaydeden Subeyh, buranın Kudüs'teki en zorlu sorgu merkezlerinden olduğunu söyledi.
"66 günümü 3 metreye 3 metre bir hücrede geçirdim"
Subeyh, yanına kıyafet dâhil hiçbir şey almasına izin verilmediğini aktararak, "Hatırlıyorum, gözlerim bağlı şekilde yerin altına, iki kat indim. Gözlerimi açtıklarında kendimi 3 metreye 3 metre bir zindanda buldum. Bu zindanda pencere ve havalandırma bulunmuyordu. Tavana baktığımda ise neredeyse başıma değecek alçaklıktaydı." ifadesini kullandı.
Hamile olmasına rağmen kendisine doğru düzgün yemek verilmediğini dile getiren Subeyh, "Bana kötü, tuzsuz, iyi pişmemiş ve üstelik içinde hamam böceklerinin bulunduğu yemekler getiriyorlardı. İnsan içinde hamam böceği bulunan yemekleri elbette yiyemez. Dolayısıyla ben o yemekleri yemeyip bırakıyordum. Bazen sadece yemekteki pirinçleri ayıklayıp yiyordum." şeklinde konuştu.
Giyecek başka kıyafeti olmadığı için üzerindekileri yıkayıp ıslak şekilde tekrar giydiğini ifade eden Subeyh, bu yüzden sık sık hastalandığını söyledi.
Hücre günlerinin psikolojik işkencenin de uygulandığı sorgularda geçtiğini anlatan Subeyh, şöyle devam etti:
"Sorgu odasında neredeyse yer seviyede demir sandalyeye oturmaya zorlandık. Yere bağlı prangalarla ellerim ve ayaklarım sandalyenin arkasına kelepçeleniyordu. Her bir esirin arkasında 2 kadın asker, önünde de 3-4 sorgu görevlisi bulunuyordu. Bu sorgu görevlilerinden biri hakaret edip sorguya çeker, öteki esire ya Allah'a ya da Hazreti Peygambere hakaret eder, bir diğeri de 'Aileni de gözaltına alacağız ve evini bombalayacağız.' şeklinde tehditler savurarak psikolojik işkence ediyorlardı.
"10 kez işgalcinin askeri mahkemesine çıkarıldım ama avukatımla hiç görüşemedim"
Siyonist işgal yasalarına göre Kızılhaç ekiplerinin tutukluyla en azından avukat eşliğinde görüşebildiğini ifade eden Subeyh, 66 günlük hücre hayatında ne avukatıyla ne de Kızılhaç görevlileriyle görüşmesine izin verildiğini belirtti.
Subeyh, 66 günlük gözaltı sürecinde 10 kez askeri mahkemeye çıkarıldığını kaydederek, avukatının mahkemede kendisi adına konuştuğunu ancak ifadesini kendisiyle konuşmak yerine terör şebekesi İç Güvenlik Teşkilatı Şin-Bet (Şabak) biriminden aldığı bilgiler ışığında hazırladığını anlattı.
Sorgudaki 66'ncı günün sonunda sadece Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas lehine öğrenci faaliyetleri yürütmekle suçlandığını dile getiren Subeyh, 2 yıl 8 ay hüküm giyerek Kudüs yakınlarındaki Hasharon zindanına götürüldüğünü ifade etti.
Subeyh, hücrede geçirdiği 66 günü ise "Çok zor bir süreçti, 72 kilodan 44-45 kiloya düştüm, sorgu sırasında çok ağrı ve acı çektim." sözleriyle özetledi.
"İlk çocuğumu ellerim ve ayaklarım kelepçeli dünyaya getirdim"
Hasharon zindanına girdiğinde yaklaşık 4 aylık hamile olduğunu kaydeden Subeyh, hamileliği boyunca kadın doğum doktoruna gitme talebinin reddedildiğini söyledi.
Subeyh, yeterli vitamin alamadığı gibi güneşe çıkmasına da izin verilmediğini dile getirerek, "Cezaevinde uzun süre güneş görmeme izin vermediler. Diğer esirlerle aynı muameleyi görüyordum. Her 24 saatte 40-45 dakika güneşlenme süresi vardı." ifadesini kullandı.
30 Nisan 2006 sabahına doğum sancılarıyla uyandığını aktaran Subeyh, "Esirlerle vedalaştıktan sonra kelepçelendim ve cezaevi aracına tek başıma bindirildim. Yanımda hiç kimse bulunmuyordu ve doğum sancıları içinde olmama rağmen ayaklarımın ucunda prangalarımla oynayan polis köpeği vardı." dedi.
Filistinli eski esir Subeyh, hücrede geçirdiği hareketsiz yaşam nedeniyle normal doğum yapmasının mümkün olmadığını kaydederek, çocuğunu sezaryenle dünyaya getirmek zorunda kaldığını aktardı.
Subeyh, işgal askerlerine güvenmediği için tam anestezi almayı reddettiğini belirterek, "Bilmiyorum neden, belki Allah bana bunu ilham etti, belki onlara güvenmediğimden. Belki beni veya bebeği öldüreceklerinden korkmamdı." şeklinde konuştu.
İlk çocuğunu, elleri ve ayakları kelepçeli, başında nöbet tutan işgal askerleri eşliğinde dünyaya getirdiğini söyleyen Subeyh, "Ameliyatın tüm aşamalarını izledim. Oğlum doğduğunda ona sarılıp kokusunu almaktan beni mahrum bıraktılar. Tek gördüğüm şey oğlumun esmer olmasıydı. Endişelendiğim tek şey oğlumu öldürmeleri veya başka bir bebekle değiştirmeleriydi. O an sanki oğlumla vedalaşıyormuş gibi hissettim." dedi.
"Bera tüm tutuklu kadınlara umut oldu"
Bebeğiyle cezaevine döndüğünde büyük burukluk yaşadığını aktaran Subeyh, "Oradaki 50 kadın tutuklu koşup bana ve bebeğime sarılıyordu. Bazıları cezaevinde bebek gördükleri için ağlıyordu. Bera, oradakilere hem acı verdi hem de ümit ve güç aşıladı. O anda sanki cezaevine hediye getirmişim gibi hissettim." ifadesini kullandı.
Subeyh, oğlu Bera'nın varlığının cezaevindeki diğer kadın mahkûmlara umut olduğuna işaret ederek, özellikle çocuk sahibi kadınların Bera'yı kendi çocukları yerine koyup onunla hasret giderdiklerini söyledi. Suheyb, "Önceden sadece güneş ışığı almak için araya çıkan kadın tutuklular artık oğlumu görüp onu kucaklamak, sevmek ve saçlarını taramak için çıkmaya başladı." şeklinde konuştu.
Cezaevinden ayrılış sürecinin ise kendisi için oldukça zor olduğunu ifade eden Subeyh, "Cezaevinden çıkarken tutukluların Bera ile vedalaşması çok acıydı. Düşünsenize 2 yıl boyunca aynı kişilerle aynı zindandayız. Herkes Bera'ya çok bağlıydı ve herkes onun arkasından ağladı." dedi.
"Kavuşma anı sanki milli düğündü"
Bera'nın yaklaşık 2 yaşına kadar işgal zindanlarında kaldığına dikkati çeken Subeyh, özgürlüklerine 17 Aralık 2007'de kavuştuklarını ifade etti. O güne dair hislerini paylaşan Subeyh, "Acı ve sevinçle karışık bir duyguydu. Benim için sevinçti tabii ki ancak arkamda yaklaşık 100 Filistinli kadın tutuklu bıraktığım için de üzüntü vericiydi." diye konuştu.
Subeyh "Kavuşma anı bir milli düğündü. Ailem, akrabalarım ve tüm halk beni karşılamaya gelmişti ancak yine altını çiziyorum, içimde buruk bir sevinç vardı. Arkada bin bir çile çeken çok sayıda tutuklu kadın vardı. Ailemle ilk yemek yemeye başladığımda devam edemedim, arkamda bıraktığım kadınları hatırladım. Hiçbir esir özgür kaldığında içerideki esirleri unutamaz." ifadesini kullandı.
Uzun süre dışarıdaki hayata alışmakta güçlük çektiklerini aktaran Subeyh, "Bera, dışarı çıktığında her şeyden ürküyordu, kuşlardan bile. Hiçbir oyuncağı kabul etmiyordu. Bugün bile açık gördüğü her kapı ve pencereyi kapatır, ben de öyleyim, açık kapı veya pencere görmeyi sevmem, kapatırım. Uzun süre zindan içerisinde karanlıkta yaşadığımız için ışıklar gözlerimizi rahatsız ediyordu ve dışarıda gördüğümüz ışık bizde baş ağrısı yapıyordu." dedi.
Subeyh, artık 16 yaşında olan Bera'nın lise eğitimine oldukça başarılı şekilde devam ettiğini ve ileride Türkiye'de tıp okumak istediğini belirterek, oğlunun aynı zamanda hafızlık dersleri aldığını ifade etti.