• DOLAR 35.476
  • EURO 36.312
  • ALTIN 3066.71
  • ...
SUSA VE TEPEKÖY ŞEHİDLERİ
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Mehmet Emin Özmen / doğruhaber

ATEŞTEN GÖMLEK GİYENLER
Müslümanca yaşamın gerektirdiği en basit tavırlar bile batıyordu İslam düşmanlarının gözüne. Ne yapsak ne etsek öldüreceklerdi bizi. Müslümanca bir yaşamın mümkün olmadığı bir yerde Müslümanca ölmenin elbette bir yolu vardır demişlerdi ya, buydu bize miras kalan. Tarih boyunca mümince yaşamanın ağır bedelleri olmuştur. İslam’a bayraktarlık yapan başta O mübarek insan (SAV)’in ve o seçkin neslin çektikleri hepimizin malumudur. Bu davanın bize kadar gelmesinde büyük fedakârlıklar yapan, canları pahasına bu mirası nesilden nesile aktaran, karaya oturmaması için İslam gemisini kanlarında yüzdürmeye çalışan başöğretmenlerin, o aziz İslam evlatlarının ruhları şad olsun. Bu toprakların bağrında binlerce isimsiz İslam kahramanı yatıyor, dindaşlarınca isimleri bile duyulmamış olan.

TEPEKÖY DESTANI
Size bugün ismini bile duymadığınız Kürdistan’ın ufak bir köyünde, Şırnak’ın İdil İlçesine bağlı Tepeköy’de (Xırabê Rapın) 1991 ve 1995 yılları arası şehid düşen 13 aziz İslam şehidinden 4 tanesini anlatmaya çalışacağım.
Şeyh Sait ve dava arkadaşlarından sonra Kürdistan’daki şehadet mektebi uzun bir tatil dönemine girmişti. Ta ki Marksist ve Leninist ideolojiye sahip örgütün Müslüman Kürt halkını yabancı ideolojilere peşkeş çekmeye çalışmasına kadar.
Yıllarca eziyet görmüş Kürt halkı, sıkıntılarından dolayı bazılarına taviz vermiş, çoğu zaman imkânsızlıktan ve yoksulluktan her türlü hakareti sineye çekmişti. Ama söz konusu inancı olunca artık sineye çekilecek bir şeyi kalmamıştı. Rejimin yıllara dayalı baskıcı zalimane politikası, Marksist örgütün çalışma sahası için zemin hazırlıyordu. 1990’lı yıllara doğru yeterince eziyet görmüş bu halkı ikinci bir kötü sürpriz daha bekliyordu. Eline silah alıp tarihin en korkunç diktatörü Stalin’i örnek alan bir örgüt musallat oluyordu bu mazlum halkın başına. Baskıyla halkı hizaya getirme mantığıyla tarihte benzeri görülmemiş cinayetlere, katliamlara başladı.

Bölgenin nerdeyse rakipsiz hâkimi konumuna gelen bu örgütün hesaba katmadığı bir durum vardı. Kürdistan’da dindar ve mütedeyyin Kürtlerden artık İslami bir cemaat oluşmuştu. Ama bu İslami cemaat Marksist örgütün Müslüman Kürt halkının arasında çabucak deşifre olmasına sebep olabilirdi ki materyalist Kürtler böyle bir riski göze alamazlardı. Yavaş yavaş bu İslami cemaate baskı kurmaya başladılar. Yapabildikleri en iyi şeyi, şiddetle insanları sindirme yolunu seçtiler. Artık Kürdistan’da İslami cemaatin fertleri onların namlularının hedefindeydi. İdil’de bir gece daha önce hayat hikâyelerinden bahsettiğimiz Faqe Sabri Karaaslan’ın evini basarak onu ve eşi Hayriye’yi şehit ettiler. Artık Kürdistan’da Müslüman avı başlamıştı. Birkaç ay sonra yine İdil’de, Tepeköylü olduğu için 17 yaşındaki Muhammed Ata İnan isimli genç bir Müslüman şehit edilmişti. Bir süre sonra ise Süleyman Kalkan isimli mazlum bir genç, bir zamanlar İslami cemaatin fertleriyle gezdiği için evinden kaçırılmış, günlerce Cehennem Deresi’nde boynunda bir tasmayla, çıplak ayakla gezdirilmiş ve sonra kafası kesilerek şehit edilmişti.

Artık dindar olmak öldürülmek için geçerli bir gerekçeydi. Diyarbakır’dan İdil’e geçimini sağlamak için zeytin getiren Sofi Mıhemedê Zeytuna diye lakaplandırılan mazlum biri de sadece sakallı olduğu için Cehennem Deresi’ne götürülerek boğazı kesildi.

Şehadet İslami cemaatin her ferdine çok yakındı. Derken Zınarex’li Muhammed Said… Bu nazenin insana pusu kurup şehid ettiler. Şehid Faqe Sabri’nin evinden hınçlarını alamayanlar, oğlu Muhammed Şerif’i de şehid ederler. Tepeköy’ün yiğit muhtarı Muhammed Şefik Akman ve gencecik yeğeni Celaleddin Erkek vardı sırada. Ardından Tepeköy’lü Muhammed Şerif Gök katılır bu mübarek kervana. Bir Newroz gecesi, bu evi Newroz ateşi olarak hedef edinmişlerdi. Bir benzin bidonuyla dama çıkan biri, Muhammed Şerif’i şehid eder. Kaçırılarak bir trafik levhasına asılan mazlum Tepeköylü Abdüsselam’ın nasıl bir işkenceyle şehit edildiğini bir tek Allah bilir. Peki ya Tepeköylü Hasan Çeken’in ve Seyid Hüseyin Yeşilmen’in Müslüman olmaktan başka ne günahları vardı. Onların şu an bir mezarları bile yok. Çocukları babalarının bir mezarı olsun diye uğraş veriyor. Şimdiye kadar kendilerinden hiçbir haber alınamadı. Cesetlerinin parçalanarak Dicle nehrine, balıklara atıldığı haberi geldi sadece.

MAYIN ŞEHİDLERİ
İdil’de, Tepeköy’de 1992’nin kışı sert ve uzun geçmişti. Bahar utana sıkıla şehadetten mahrum olmanın ezikliğini yaşıyordu. Artık yaza girilmişti, Tepeköy’de yazlar sıcak ve kuraktı, ama 1992’nin yaz mevsimi bir başka sıcaktı. Çünkü Tepeköy’ün dış dünyayla artık irtibatı kesilmişti. Çetin bir ambargo uygulanmıştı. Birçok evde ekmek bile kalmamıştı. Evler buğdaylarını eski yöntemlerle, bizim Kürtçede “destar” dediğimiz üst üste konulan iki taşla öğütüyordu. Çünkü değirmenlerin bu köyün buğdaylarını öğütmesi yasaktı. Hastalar doktora götürülemiyordu. Çok zor şartlarda hayatta kalmanın çetin mücadelesi veriliyordu. Köyün dört bir yanı neredeyse mayın tarlasına dönmüştü. Artık Tepeköy’de insanlarla birlikte otlaklara götürülen hayvanların bile can güvenliği yoktu. Hayvanlar mayına basarak telef oluyordu. Bunlar barbarlığın bile sınırlarını zorluyordu. Köye 1 km uzaklıktaki köy mezarlığında bir Cuma akşamı ölülerinin ruhlarına Fatiha okumaya giden köylüler, mezarların yanı başında bulunan, üzerlerine oturup Yasin okumak için konulan taşların altına tuzaklanmış tamı tamına 17 tane mayın çıkardılar.

O ACI GÜN
Artık 1992’nin Haziranıydı ve takvim yaprakları 26’yı gösteriyordu. Bir Cuma günüydü. Tarlalarında biçtikleri buğdaylarını traktör römorkuna yükleyip eve erken dönmenin ve camiye erken gitmenin telaşındaydı Abdülkerim, İbrahim, Hediye, Menice ve diğer Müslümanlar. Ama cami düşmanları onların bir daha camiye gitmemeleri için dönüş yollarına ölüm yüklü bir mayın döşemişti. Saat 11.30’da traktörün o mayına basması sonucu Müslüman olmaktan başka hiçbir günahı olmayan bu dört mustaz’af insan parçalanarak şehit oldular. Şehit Abdulkerim Özel 34, Şehit İbrahim Kartal 28, Şehit Hediye Baştuğ 35 ve Şehit Menice Kartal henüz 16 yaşındaydılar. Parçalanan bedenleriyle o günkü zulmün şahitleri olarak Allah’ın huzuruna çıktılar. Şehid Hediye Baştuğ’un yakınlarından aldığımız bilgilere göre, iftar açacak ekmeği dahi olmadığı halde oruç tutardı. Evlerini koruyan fertlere kendi evlatları gibi bakardı. Şehid Muhammed Said’in fotoğrafına bakıp hep şahadeti dilerdi. O gün kızı Cizre’den kendisini ziyarete gelecekti. Onu karşılamaya çıkmış ve dönüş yolunda köylülerin traktörüne binmişlerdi. İşte bu şekilde birlikte varırlar mayının üzerine. Şehadeti bu şekilde olmuştu.

1992’nin 26 Haziran’ı Kürdistan’daki İslami cemaatin “yewmürreci”si, Kerbelasıdır. Çünkü o günün gecesinde Şehit Abdülkerim’in dava arkadaşları da katledilecekti Susa camisinde. Artık Kürdistan’da saflar belliydi. Bir tarafta camide ibadet edenler, öbür tarafta camide cami yarenlerini katledenler.

1992’nin 26 Haziran’ı, Kürdistan’daki mazlum Müslümanların matem günüydü. Bu kadar şehide rağmen bu mazlumların çığlıklarını kimse duymuyordu. Kürdistan’daki Müslümanlar kendi dindaşlarınca Uhdud sahiplerinin insafına terk edilmişlerdi. Türkiye’deki onlarca İslami cemaate rağmen doğuda Kürt kardeşleri cami yolunda, cami içinde, Kadir gecesinde, Kur’an okurken şehit ediliyordu. Anlatamadık mı yoksa anlaşılmadık mı bilmiyorum. Hele hele bunca mazlum şehide rağmen bizleri kıytırık ithamlarla itham edenler var ya, onlara diyecek söz bulamıyorum vesselam.

NOT-1: Bu yazının yazılmasında emeği geçen, aynı zamanda 26 Haziran’daki mayın patlaması olayına bizzat şahit olan değerli kardeşim Asım Özalp’a teşekkürü bir borç bilirim.

NOT-2: Elim bir trafik kazası sonucu vefat eden kardeşimiz Abdulvahap ZEREY’e Allah’tan mağfiret, geride kalan ailesi, yakınları ve Zınarex köylülerine sabır diliyorum.
 
SUSA KATLİAMI
 
Mehmet Baran / doğruhaber

Bu dünyada cami düşmanlarına zilleti tattıran ve bunu biz Müslümanlara gösteren Allah-u Zülcelal’e hamd-u senalar olsun. İnanıyoruz ki ahiretteki cezaları çok daha alçaltıcı olacaktır.

Diyarbakır’ın Silvan ilçesine bağlı Susa (Yolaç) Köyü’ndeki camii katliamının 21. yıldönümü münasebetiyle o dönem üzerine yapılan bilgi kirliliği ve saptırma maksatlı değerlendirmelere, Susa Cami olayı tarihi bir belge mesabesindedir. Bu nedenle Susa Cami olayını iyi tahlil edebilmek için olaydan birkaç ay öncesine gitmek, Silvan ilçesinde bu süre zarfında gelişen olayların iç yüzüne kısacık bakmak isabetli olacaktır.

Çatışma ortamının oluşturulması durumu ortaya çıkınca ve basireti elinden alınmış güruh, karanlık hesapların aleti olmaya doğru yol almaya sürüklenince halkımızın, insanımızın kanı dökülmesin diye bölge genelinde fitne ateşi yakan mürted örgütün bilinen büyük başlarına her yerde gidildiği gibi, Silvan’da da bu meyanda gidildi. Bir çatışma ortamının oluşması halinde her iki taraftan da olabilecek can kayıpları, sıkıntılar, gözyaşı, mağduriyetlerle ilgili öngörüler bir bir anlatıldı. Verilen cevapların çerçevesi aynı ve mesaj netti. “Ok yaydan çıkmıştır, ya PKK saflarına katılırsınız, ya Kürdistan’ı topyekûn terk edersiniz, ya da hepinizi yok ederiz.” Başka bir seçenek asla bırakılmadı. İnsan bazen bu güne bakıp düşününce insanoğlunun ne kadar gafil ve tarih bilmez olduğunu kavrayabiliyor. Böyle olmasaydı hiç tarih tekerrür eder miydi?...
Haklarını yememek lazım, o dönemde böyle ölüm kalım meselesine dönüşebilecek bir zorba dayatmayı tasvip etmeyip cılız da olsa kimi gerçekleri dillendiren aralarında kişiler de yok değildi. Ama kimseye dinletememeleri başka…
Yaydan çıkmış oklarını ilk olarak hacı Biçerin şahsına ve ev halkına doğrultup hedefe kilitlediler. Hacı Biçer şehit oldu. Hanımı 4 kurşunla yaralandı. Ş. Hacı Biçer’in kanı Kur’an-ı Kerim’in üzerine aktı. Kur’an’ı Kerim ve onlarca İslami kitaplar mermilere hedef olup parçalandı. Gece karanlık basınca ortaya çıkan ve namertçe sürüler halinde ev baskınlarını sürdürme hesabında olan örgüt, daha ilk gününde Müslüman ferasetinin hesabını yapmadıklarının farkına vardılar. İlk darbesini Müslümanların feraseti ve tedbirinden alan katiller, Silvan’da ilerleyen günlerde neye uğradıklarını şaşırdılar…
Kirli yüzlerini gece karanlığında saklama ihtiyacını hisseden katil çete, artık gece karanlığının da onları barındırmadığını ve bunun bir işe yaramadığını çok iyi anlayacaklardı. Ş. Hacı’dan sonra ikinci, üçüncü hedeflerini tutturamayınca küçük dillerini yutmuşa döndüler.

Bu kadar büyük konuşmanın hemen akabinde böyle bir şok yaşama durumu onların genlerini bozmuş olacak ki, toplu katliamlara göz diktiler… Susa Köyü cami katliam planlarını böyle panikli, sağlıksız bir ruh haliyle daha işin başındayken yaptılar. Başta geçen ayeti kerimede buyrulduğu gibi cami katliamı onlara dünyada zilleti getirecekti ve Allah (cc) bu zilletli hallerini bütün insanlara bu dünyada bir ibret vesikası olarak gösterecekti. Ve bunu aynelyakin bütün bölge insanı gördü. Bütün Müslümanlar bununla mesrur olurken, mürted örgüt bununla derin bir mağlubiyet ve karamsarlığa boğuldu. Bu, Allah (cc) ın bir vaadi idi. Ve biz bu bölge Müslümanları olarak bu vaadin gerçekleştiğinin canlı şahidi olduk, amenna ve seddekna, ya rabbimiz dedik, lisanı kavl ve lisanı hal ile.

Susa; şehre yakın bir ova köyü idi. Köyde artık gelenekselleşmiş bir akşam camii sohbet halkası mevcuttu. Hüseyin Çetinkaya’nın o güzel ve çekici üslubu, insanlara muhabbet ve sıcak ilgisi, köyde çocuktan yaşlısına kadar insanları bu sohbet halkasına çekmişti. Yetmişinde baba ve oğlunu buraya getirtmişti. Ve yine bir ailede dört kardeşi bu sohbet halkasına bağlamıştı. Camide kılınan yatsı namazından sonra cami imamı da bu sohbet halkasına katılır ve katkıda bulunmaya çalışırdı. Siyer, tefsir, fıkıh ve Müslümanların bir araya gelip birbirlerinden haberleri olması gerektiğinden konuşulurdu. Köylüler, İslam kardeşliği çerçevesinde Hüseyin Çetinkaya’nın birikimlerinden çok istifade ederlerdi. Ve bu durum köyde bulunan kimi örgüt mensuplarının hoşuna gitmiyordu. Haberi çoktan uçurmuşlardı, cami ve İslam hürmetini tanımayan eli silahlı örgüt elemanlarına. Bu onlar için kaçırılmayacak bir fırsattı. Toplu bir katliam, daha çok caydırıcı olacak diye düşündüler. İşlerini kısa yoldan halledeceklerdi. Cami içinde toplu katliamla Kürdistan’daki bütün Müslümanların gözlerini korkutacak ve onları tez elden Kürdistan’dan kaçırtacaklardı; ya da teslim bayrağını çekmelerini sağlayacaklardı…
Tarihte benzeri çok az görülmüştür ibadethanelere, camilere yapılan hazımsızlık ve saygısızlığın. Hele, hele bu gibi kutsal mekânlarda rabbine divan durmuş insanları katletmek belki Yahudi geleneğinde olan bir durumdu. Neticede lanetlenmiş bir kavim unvanına sahip Yahudiler kendi peygamberlerini de katletmişlerdi. İşte tarihte Yahudi kavminde hayat bulmuş böyle bir hıyanetin hazırlığı yapılıyordu, Susa Camisinde Allah’a iltica etmiş bir avuç Müslüman için. Yine bir basiret körlüğüne uğrayıp ciddi bir yanlış hesap daha yaptılar, cami ve ibadet düşmanları. Günlerce köyde saldırı kritiğini yapıp cami çevresinde keşiflerde bulundular. Kimse camii baskını ve camii içinde insan öldürme gibi bir ihtimali düşünmediği için Susa Camii sohbetlerine ara verilmeden devam edildi. Ama her ihtimale karşı yine de kendi tedbirlerini alma ihtiyacını duymuşlardı camii yarenleri. Hiçbir zaman İslam düşmanlarına güven olmazdı.

Kısa bir süre önce Silvan’da vahşetle linç edilmek suretiyle ( taşlı, sopalı, bıçaklı, silahlı olmak üzere ) şehit edilen ve Susalı muhterem bir Müslüman olan Salim Fidancı Susa köy mezarlığına defnedilmişti. Bu vahşette öncülük yapan ve Ş. Salim’in katili olan biri, Susa’da bulunan Ş. Salim’in babasına birkaç gündür gelip gidiyor, sözde barışalım bu iş burada bitsin diyordu. Ancak bu bahaneyle Susa Cami saldırısının hesapları içinde oldukları ve o arada köye militan taşıdıkları çok geçmeden anlaşılacaktı.

Ş. Salim Fidancı ve Susa Cami sohbet halkasının seydası Ş.Hüseyin Çetinkaya: Ş.Salim’in bir süre önce Susa köy mezarlığında gülü açmıştı. Şimdi ise köyde bir şekilde uyanmasına vesile olduğu kardeşlerinden on kişiyi aynı gülistanda ağırlamaya hazırlanıyordu. Allah (cc) davası uğruna yapılan fedakârlıklar için en sadık insanlardan şahitler oluşturuyor ve onları bir bir katına alıyordu.

Silvan’da şok geçiren mürted örgüt Susaya işbirlikçilerinin yardımıyla çıkarma yaptı. Dağ kadrosundan yerleşik milislerine kadar onlarca militanı köye taşıyıp evlerde pusuya yatırdı.Yatsı namazı ve akabinde sohbet saatinin başlamasını beklediler. Bu kadar militana rağmen yine de kendi açık kimlikleriyle saldırı yapmaya cesaret edemediler. Saldırıda görev alacak bütün militanlara asker elbisesi giydirildi. Böylece karşı mukavemeti bertaraf etmek ve tamamıyla suçsuz Müslümanları gafil avlamaktı maksatları. Asker camiyi bastı havası verilecekti. Köyde onlarla aynı fikirde olanlar bu camii katliamına gönüllü destek vermişti ve kapılarını sonuna kadar bu katillere açmışlardı. Ellerinden gelen katkıyı sunmuşlardı. Böyle korkunç bir katliamın tarafı olmakla ahret yurdunda karşılaşılacak akıbeti öngörme basiretsizliğini gösterdikleri gibi, bu dünyada katliamın hemen akabinde başlarına gelebileceklerinin de hesabını yapmaktan aciz kalmışlardı.

O gece şehit olan birçok kardeşin hissiyatında gariplikler oluşmuştu. Kimileri bu gariplikleri baskından hemen önce dillendirmişti. Kimisinin de içinde kaldı hisleri. Ama takdiri ilahi bu mürted örgütün iç yüzü açığa çıkacaktı, velev on Müslüman’ın kanına mal olsa bile. Ve bu kan onları boğacaktı emelleriyle birlikte. Ve bu, mazlum Kürdistan Müslümanları için bir gelecek olacaktı. Bu acımasız cami katliamı katillerinin yüzüne ters tepecek, Kürdistan Müslümanlarını korkutup kaçırtacağına onları bileyecek ve azim, kararlılıklarını artıracaktı. Allah (cc)’un kelamı gereği, kendimize şer bildiğimiz bir acı olayın bütün Müslümanlara nasıl bir hayra dönüştüğünü, İslam davasının neşvu nema bulduğunu yakinen görmüş olduk.
Yatsı ezanıyla Susa Köyünde bir hareketlilik oluşmaya başladı. İşbirlikçilerin evlerinde saklanan katiller yavaş, yavaş mevzi almaya başlamışlardı. Son hazırlıklarını yapan katiller camiyi ablukaya almaya başladılar. Yok edilmesi gereken düşman, Allah’ın evi ve içindeki ibadet ehli Müslümanlardı.

Yatsı namazı kılındı. Cami imamıyla birlikte tam on altı Müslüman sohbete kaldı. O gün yine siyerden kesitler üzerinde konuşulacak ve bundan ders, ibretler çıkarılacaktı. Cami minberi yakınında halka kuruldu. Hüseyin Çetinkaya tarafından kısa bir sure okunup sohbete başlanıldı. Her zaman yapıldığı gibi. Ama düşman pusudaydı ve o an gelip çatmıştı. Şimdi saldırı zamanıydı. Bir anda cami kapısı büyük gürültüyle çalındı ve asker elbiseli militanlar ayakkabılarıyla caminin içine daldılar. Asker elbisesi, camideki Müslümanları etkisiz hale getirmişti. Tedbirleri sonuçsuz bırakmıştı. Ve bir anlık bir şok durumu yaşandı. Bu asker kıyafetli militanlar camii içinde bağırıp çağırmaya, İslam’a hakaret etmeye başladılar…
İlk başta camidekileri caminin içinde etkisiz hale getirip ellerini bağlamaya kalkıştılar. Müslümanlardan birisi; “niye camide bu saygısızlığı yapıyorsunuz. Askerseniz ve arama yapmak istiyorsanız bunu dışarıda yapsanıza” deyiverdi. Bunun üzerine Müslümanları Camii avlusuna çıkardılar. Yoksa gözü dönmüş katil çetesi caminin içinde Müslümanları gözünü kırpmadan tarayacaktı. Cami avlusuna çıkartılan Müslümanlar tartaklanıyor, mukaddesatlara küfrediliyordu. Caminin önünde daracık bir sokak geçiyordu. Cami kapısının karşısında yakın mesafede bulunan evlerin duvar dibine tek sıraya dizmeye çalışıyorlardı, ellerini arkadan bağladıkları Müslümanları. Bunu yaparlarken bir tedirginlik, bir panik ruh haleti oluşmuştu sözde yılların militanlarında! Sağa sola amaçsızca bağrışıyor, birbirlerine sesleri gitmiyordu. Birazdan keleş tetiğini çekecek elleri titriyor, konuşmaları anlamsızlaşıyordu…
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir