Çağdaş İslam düşüncesinin Bilge Kralı: Aliya İzzetbegoviç
Yirminci yüzyılın sonlarında, mücadelesi ve entelektüel kimliği ile sadece İslam dünyasını değil, tüm dünyayı etkileyen Aliya İzzetbegoviç, doğumunun 97. yılında özlemle anılıyor
Aliya İzzetbegoviç, 8 Ağustos 1925 yılında Bosna Hersek’in Bosanski Samaç kasabasında doğdu. Adını Osmanlı ordusunda subaylık yapan dedesi Aliya’dan aldı. Çocukluk ve gençlik yıllarını Saraybosna’da geçirdi.
İlk manevi eğitimini annesinden alan ve sabah namazlarında annesinin telkinleriyle gittiği Hadzijska camii imamı Mujezinoviç’in okuduğu Rahman suresi, Aliya'nın üzerinde ciddi bir etki bıraktı.
Komünist propagandanın etkisi altında 15 yaşlarında inanç yönünden gelgitler yaşasa da, 17 yaşına geldiğinde artık aileden kalan değil, kendi fikir ve tercihleri ile gerçek dine dönüş yaptı.
İzzetbegoviç, bu dönemde sürekli okumayı tercih etti ve henüz 18-19 yaşlarında Avrupa Felsefesinin temel eserlerinden olan Bergson’nun “Yaratıcı Evrim ”, Kant’ın “Saf Aklın Eleştirisi ” ve Spengler’in “Batı’nın Çöküşü ” adlı eserlerini okudu.
Henüz lise yıllarında iken, 1940’lı yılların başında İslam'ı referans alarak kurulmuş olan Mladi Müslimani (Genç Müslümanlar) teşkilatına üye olması sebebiyle Aliya, 1946 yılında Tito yönetimi tarafından tutuklandı ve 3 yıl hapis yattı.
İzzetbegoviç, başladığı Ziraat Fakültesinde 3 yıl okuduktan sonra ayrıldı ve 1954 yılında kaydolduğu Hukuk Fakültesinden 1956 yılında mezun oldu.
İslam Devleti kurmaya çalışmak suçlamasıyla hapse atıldı
1970 yılında yayınlanan ve 1983 Saraybosna davasında yargılanmasına sebep olan “İslam Deklarasyonu ” adlı eseri, sadece bir ulusun ya da bir ülkenin problemlerinden ziyade, İslam dünyasının temel problemlerini ele alan bir eserdir. Bu eserinin ardından gençlik yıllarından yazmaya başladığı “Doğu ve Batı Arasında İslam” eseri, 1984 yılında yayınlandı. Eser, 20. yüzyıl düşünce dünyasında İslam’ın yerini değerlendirmeyi amaçladı. Yugoslavya hükümeti tarafından 23 Mart 1983 sabahı ikinci kez tutuklanan İzzetbegoviç, dava arkadaşlarıyla birlikte İslam Devleti kurmaya çalışmak suçlamasıyla hapse atıldı. Dava sonucunda 14 yıl hapse mahkûm edilen İzzetbegoviç, hapiste mahkûmların öykülerini dinleyerek onlara yardımcı olmaya çalıştı. Bu durum onun farklı hayatları tanıma noktasında tecrübe ve hayata birçok pencereden bakabilme yeteneği kazanmasına vesile oldu. Hapishane şartlarında sürekli okumuş ve muhtelif konularda notlar almış, aldığı bu notlar 1999 yılında “Özgürlüğe Kaçışım ” başlığı ile müstakil bir eser olarak yayımlanmıştı.
Sonraki dönemlerde gerçekleşen ceza indirimleri ile İzzetbegoviç’in toplamda 5 yıl 8 aylık tutukluluk hali, 25 Kasım 1988 tarihinde sona erdi.
Müslümanların temsil sorunu yaşadığına ve çözülme içerisinde savrulduğuna şahitlik etti
Hapishane sonrası hayatının bir yılını dinlenerek, 10 yılını Cumhurbaşkanı olarak geçiren İzzetbegoviç, birlikte yaşama düşüncesine sahip olmasına rağmen Yugoslavya’nın parçalanmaya yüz tuttuğuna, bu siyasi tablo karşısında Müslümanların temsil sorunu yaşadığına ve çözülme içerisinde savrulduğuna şahitlik etti. Yakın arkadaşları ile yaptığı görüşmeler sonrasında Kasım 1989 yılında Yugoslavya’nın dağılmasından ziyade demokratik bir sisteme geçişini destekleyecek olan Demokratik Eylem Partisi’ni (Stranka Demokratske Akcija-SDA) kurdu. Çalışmalarına hızla başlayan parti, kuruluşundan tam bir yıl sonra Kasım 1990’da seçimlerden zaferle çıktı. Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlıklarını ilan etmesinden sonra Bosna Hersek referanduma gitti ve halkın onayıyla bağımsız bir devlet olarak tanındı. Hemen ardından Sırpların Boşnaklara karşı açmış olduğu savaşta Boşnak savunmasının liderliğini, aynı zamanda ülkenin cumhurbaşkanı olan İzzetbegoviç üstlendi.
Savaşı büyük bir başarıyla yönetti
Dünya’nın en büyük 4. ordusuna karşı halkını silahlandırarak düzenli bir ordu oluşturan İzzetbegoviç, 1992-1995 yılları arasında süren savaşı, hem cephede hem de diplomatik görüşmelerde yer alarak başarıyla yönetti.
Savaşta Boşnaklar, başta Srebrenitsa olmak üzere birçok katliamlara ve tehcirlere maruz kaldı. 1995 yılına gelindiğinde Boşnaklar askeri anlamda toparlanmış ve Sırpları geri püskürtmeye başlamıştı. Aynı yılın kasım ayında İzzetbegoviç, daha fazla insanın kaybının önüne geçmek için adil olmayan antlaşma masasına oturma teklifini kabul etti ve Dayton Antlaşması’nı 21 Kasım 1995 tarihinde imzalamak zorunda kaldı. İzzetbegoviç, görevini 2000 yılına kadar sürdürdü, bu tarihte sağlık sorunları gerekçesiyle başkanlık görevinden ayrıldı.
"And olsun ki köle olmayacağız"
2003 yılına kadar ailesiyle birlikte mütevazı bir hayat süren İzzetbegoviç, 19 Ekim 2003 tarihinde vefat etti. Naşı yüz binler eşliğinde Saraybosna’daki Kovaçi Şehitler mezarlığına defnedildi. Mezar taşının üzerinde, sloganlaşan bir sözü yer almaktadır: “And olsun ki köle olmayacağız”
Çağdaş düşünceleri
Aliya, Batı coğrafyasında, bir Batı halkı içinde İslami bir hareket geliştirmiş ilk lider olup; ilmi, hikmeti ve liderliği ile dünyada “Bilge Kral” olarak tanındı. Bilgelik düşünce yönünü, Kral ise eylem ve mücadele tarafını ifade etmekteydi. O, İslam dünyasının ancak bir aydınlar topluluğu ile kalkınacağına inanmaktaydı. Ama onun tanımladığı şey önce düşünce üretimi, ardından da eylem ve pratikti.
Mücadelesi ve entelektüel kimliği ile sadece İslam dünyasını değil, tüm dünyayı etkileyen Aliya İzzetbegoviç, gerek düşünce adamlığı ve bilge kişiliği, gerek en vahşi savaş ortamında bile özgürlük savaşçılığı/ilkeli mücadelesi, gerekse de siyasi liderliği ve devlet adamlığıyla, İslam düşüncesini hem İslam dünyasında hem de evrensel ölçekte üretebilen bir şahsiyet oldu. Aliya, 3 boyutta ele alınabilir; Özgürlük Savaşçısı Aliya, Devlet adamı/Lider Aliya ve Düşünür Aliya. Ancak düşünürlük vasfı hepsinden daha büyük önem arz etmekteydi.
İzzetbegoviç, modern eğitim almış biri olup, klasik medreselerde yetişmemiş olmasına rağmen daima İslami oluşumlarla iç içe oldu. İslami kimliğin yok edilmeye çalışıldığı bir dönemde henüz 18 yaşında genç bir delikanlı iken, arkadaşlarıyla Milyeçka nehrinin kenarına oturur, özelde Bosna’nın genelde İslam dünyasının içinde bulunduğu hal-i pürmelalde, İslam medeniyetini yeniden diriltmenin hayallerini kurardı. Muhtemelen bu arayışlar olmasaydı, Sırplara karşı verilen o büyük mücadele verilemeyecekti.
Dengeli bir yolun yolcusu…
Her zaman dengeli bir yolun yolcusu olan Aliya, Batı ile ilişkilerin koparılarak tamamen reddedilmesi ile zaafın artacağını, bu medeniyeti her şeyi ile kabul etme durumunda ise kimliğin kaybedileceğini vurgulardı.
Aliya, dürüst fakat yetkin olmayan insanlarla yetkin olan ama dürüst olmayan insanlar arasında tercih söz konusu olduğunda ilkini önerirdi. Elbette ki “Dürüstlük bilgiden üstündür ama dürüst ve tembel olanları affedemem” derdi.
"İslam sadece bir din değil aynı zamanda nizam ve ahlaktır"
Aliya, "Siyasi parti olmaksızın demokratik yollardan insanlara ulaşamazsınız” der, ona göre, hiçbir sistem kendiliğinden İslami veya gayri İslami değil, onu oluşturan insanlara göre şekillenirdi. Aliya, “Müslüman olarak yaşamak ve ayakta kalmak için bir toplum inşa etmek zorunludur. Tarihte hiçbir İslami hareket yoktur ki aynı zamanda siyasi de olmasın. Çünkü İslam sadece bir din değil aynı zamanda nizam ve ahlaktır.” derdi.
İslam devletini kurmaya yönelik bakışı
Batı tarafından sürekli suçlandığı "İslam devleti kurma" konusunda, “Açıkça konuşmak gerekirse, bir İslam cumhuriyeti kurmanın peşinde değiliz. Ancak dünyanın bu parçasında İslam’ın kurtulmasını istiyoruz.” derdi. Ona göre İslami düzen ancak çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde olur. Bununla birlikte “Biz kendi devletimizi istiyoruz, çünkü devletsiz bir ulus, evsiz bir aileye benzer. Allah’ın izniyle kendi devletimizde yaşayacağız. Bir tek şey kesindir, devletimizde İslam’a hürmet edilecek.” şeklinde bir teminatta bulunurdu.
Önce İslami toplum, sonra da İslami iktidar…
Onun düşüncesinde yol, iktidarı ele geçirmekten değil, insanları kazanmaktan geçmekteydi. "Önce İslami toplum, sonra da İslami iktidar. İslami iktidar olmadan İslami toplum tamamlanmamış ve güçsüzdür. İslami iktidar ise İslami toplum olmaksızın ya ütopya veya zulümdür." der. Silahlı isyanın iktidar sahiplerinin işine geldiğini, önemli olanın sivil direniş olduğunu ifade ederdi.
Ona göre, yeteri kadar ahlaki ve psikolojik açıdan hazırlanmadan ve lazım olan asgari yetişmiş kadro olmaksızın sadece şansın yaver gitmesi ile iktidarı ele geçirmek İslami devrim değil, darbedir. İktidar için geç kalmak da güçten yoksun kalmak ve iktidarın darbesine maruz kalmak demektir.
İslam’ın ilerlemesini cesur ve isyankar ruhlular gerçekleştirebilir
Önemli problemlerden biri olan eğitim konusunda da itirazları vardır Bilge Kral’ın. Bir dostunun yazısını okur ve yazının tamamen çocuğun itaatkar olması üzerine yazıldığını görür. Düşman vahşice saldırırken ve ezerken, gençliği bir sineği bile ezmeyen gençlik olarak eğitmenin yanlış olduğunu söyler. İdare etmek için değil idare edilmek üzere eğitilmesine itiraz eder. Karınca bile ezmeyenlerdir onlar! İslam’ın ilerlemesini teslimiyetçi kimseler değil, cesur ve isyankar ruhlu kimselerin gerçekleştirebileceğini haykırır.
"Ey teslimiyet senin adın İslam’dır"
Bilge Kral, İslam'ın kendisi için neyi ifade ettiğini şöyle anlatırdı:
“Ben, bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günlerime kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam, benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adıdır. İslam, dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun onlar için onurlu ve özgür bir yaşamın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır. Ey teslimiyet senin adın İslam’dır. (İLKHA)