Dün Kontra İdi, Bugün Hizbullah
Bir dönem devlet kurmuştu iftirası, sonra İran iddiası, bugün ise bağımsız bir hareket itirafı
Şu bir hakikat ki PKK ve PKK yöneticilerinin söylemleri konjonktüre göre şekil alıyor. Bu her dönem böyle olmuştur. Değerler veya gerçekler üzerinde değil, rüzgarın akış yönüne göre... Dün işbirlikçi olanlar bugün dost olabiliyor. Bugün hain olanlar yarın kahraman…
Dolayısıyla PKK’nin ve PKK yöneticilerinin anlık söylemlerini dikkate alıp yorumlamak çok gerçekçi sonuçlar vermeyebiliyor. Ancak Karayılan’ın Hizbullah için söyledikleri özellikle dikkate alınmaya ve üzerinde durmaya değer sözler.
“Özellikle bizim medyanın da yeni bir dil ve üslup geliştirmesi gerekiyor. Eskisi gibi Hizbulkontra demek yeni dönemin gerçekliğiyle uyuşmuyor…”
İnsaflı ve hakikati olduğu gibi ortaya döken sözler…
Demek ki neymiş, aslında Hizbullah’ın Kontra diye nitelenen yapılanmalarla hiçbir alakası yokmuş.
Demek ki neymiş, sadece günün şartları için kullanılmış ve şu anda geçerliliğini yitirmiş ifadelermiş.
Kaldı ki zaten hakikatte Hizbullah’a büyük mağduriyet yaşatan yapılanmalardır, bu kontra yapılar.
Peki düşman bile olsa fikri zıtlıklar uğruna bu ifadeleri kullanmak uygun mu? “Siyasi ahlak” açısından bu tür ithamlar ne derece doğru?
Bu sözler aslında PKK ile Hizbullah çatışmasında haksız ve çatışmayı dayatan tarafın da kim olduğu açığa çıkarıyor. Zira o dönem PKK bu tür yakıştırmaları ortaya yayarak haklı görünmeye çalışıyordu. Hem kendisine bağlı basın organları, hem de 2000’e Doğru gibi Türksolu’na daha doğrusu Perinçek ve ekibine ait basın organları bunda etkin rol oynuyordu.
Aksi halde şu soru ile karşılaşmaları kaçınılmazdı; “Ne istiyorsunuz bu insanlardan? Sadece sizin boyunduruğunuzda çalışmıyorlar veya sizinle aynı dünya görüşünü paylaşmıyorlar diye bu zulmü reva görmenizin sebebi ne..?”
Bu yüzden bu tür söylemleri ortaya attı, PKK. Kendisi de bu iddiaların yersiz olduğunu biliyordu. Çünkü aynı köyden, aynı mahalleden, aynı sokaktan insanlar hatta kapı komşuları hem PKK’li hem de Hizbullah mensupları olabiliyordu… Aynı aileden kardeşler dahi iki kesimden birini tercih edebiliyordu. Sürekli içiçe olan bu insanlar birbirlerini çok yakından tanıyorlardı... Yine de o dönemin gerçekliği onlar açısından bu iddiaları gerekli kılıyordu.
Peki bu iddialar amacına ulaştı mı? Hizbullah’ı yakından bilenler için bir anlam ifade etmedi –özellikle Kürdler- ancak yakından tanımayanlar için ister istemez etkili olmuştur. Hizbullah kendini ifade etme araçlarından yoksun olduğu için veya günün koşullarından dolayı bu yolu tercih ettiği için sürekli tek kaynaktan haber alanların etkilenmeleri doğal.
Tabii akla şu soru geliyor; “Neden şimdi?”
Hizbullah’ın eskiye nazaran kendini ifade etme imkanları olduğundan ve bu iddiaların pek bir geçerliliği kalmadığından da bu yolu tercih etmiş olabilir. Zaten kendilerinden başka hiçbir kesim bu söylemleri sahiplenmiyor…
Bunun yanısara; PKK özellikle şu sıralar yeni bir hamleyle Kürdleri tek çatı altında toplama gayretinde. Tabii açıkça dillendirmese de asıl niyet PKK çatısı altında toplamak; PKK politikaları doğrultusunda yönlendirmek. Hizbullah’ın içinde yer almadığı bir oluşumun temsil açısından eksiklikler barındıracağını da biliyor. Bu amaçla atılmış bir adım olabilir. Daha önce de benzer girişimler olmuştu DTK adı altında. Ancak başarılı olunamadı. Zira DTK’da tıpkı BDP gibi PKK’nin ve Öcalan’ın Partisi olmaktan öte gidemedi. Özellikle Dicle olayları esnasındaki takındığı tutum bunun açık göstergesi. O dönem DTK’da yer almadığı için Hizbullah’ı eleştirenler, “Kürd birliğine çomak sokuyor” gibi iddialı sözler sarfedenler, bugün bu gerçeği açıkça itiraf edebiliyorlar.
Önümüzdeki dönemde yapılacak olan konferansa Hizbullah’ın katılmasını sağlamak için bu mesajı vermiş olabilir. Zira Hizbullah’ın katılmadığı böylesi bir konferansın tüm kesimler katılırsa dahi etki gücü sınırlı kalacaktır.
Görünen o ki Hizbullah bu konferansa katılmayacağı gibi kendisi ile benzer dünya görüşü paylaşan yapılar da katılmayacak. Hizbullah Lideri Edip Gümüş, resmi yollardan bir uzlaşma olmadığı sürece kurumsal anlamda bu tür konferanslara katılmayacaklarını belirtmiş: “İki taraf arasında geçmişte yaşanmış olayları sonlandıracak kalıcı ve bağlayıcı bir anlaşma yapılmadıkça Hizbullah olarak böylesi davetlere kurumsal olarak icabet etmeyiz. Ancak halkımızın İslami ve insani haklarına kavuşmasına yardımcı olacak her türlü çalışmaya destek veririz.” Ve bu uzlaşmanın da şartlarını şu sözlerle dile getirmişti; “Eğer geçmiş kapatılacak ve mevcut fiili çatışmasızlık gerçek bir sulha dönüştürülecekse, karşı tarafın İslam’a ve Müslümanlara düşmanlıktan vaz geçtiğini pratikte göstermesi gerekir. Ayrıca bu çatışmayı hangi tarafın başlattığı belirlenmeli ve sorumlu tarafın da bunu kabul etmesi gerekir. Bu şekilde olursa haklı ve haksız taraflar belirlenmiş olur ve şimdiye kadar yaşanan çatışmasızlık hali resmi bir hüviyet kazanabilir. Biz bu konuda üzerimize düşeni yapmaya hazırız.“
Karayılan’ın bu sözleri bu durumu az da olsa izah ediyorsa da öyle görülüyor ki bu konudaki beklentiler hala yerine getirilmemiş. Bu mesele Hizbullah için önemli. Hizbullah’ı rejim ile özdeşleştirmek, hele ki kirli yapıları ile birlikte anmak; herşeyden öte Hizbullah açısından bir akide meselesi.
Resmi hüvviyet kazandırma isteği de belli ki PKK’nin sözlerinin sürekli değişmesinden kaynaklanıyor. Bu yüzden Hizbullah bunu inkar edilemeyecek bir şekilde taahhüt altına almak istiyor.
Özeleştiri… Kim Vermeli?
Bu sözlerden yola çıkarsak Karayılan’ın kullandığı şu sözler havada kalıyor, anlamsızlaşıyor. "Hizbullah geçmişte Kürt yurtseverlerine karşı cinayetler işledi. 1990’lı yıllarda sıradan yurtseverlerimizi katletti. Bu çözülmesi gereken bir meseledir. Fakat Hizbullah 14 yıldan bu yana artık bu tür bir pratik içinde değildir. Bunun da görülmesi gerekmektedir. Hizbullah’ın yeni dönemde her şeyden önce geçmiş sorununu çözmesi, halka özeleştiri vermesi gerekir. Bu sorunu çözecek olan Hizbullah’ın kendisidir.”
Karayılan sürekli ısıtılıp ısıtılıp servis edilen ve bizim de artık bu gereksiz sözleri yorumlamaktan usandığımız Hizbullah’a yönelik klasik PKK suçlamalarını tekrardan dile getiriyor. Ardından da bunun gereği olarak “özeleştiri” bekliyor. Üstelik “halk” adına!
Neymiş? Efendim “Hizbullah cinayetler işlemiş” miş! Üstelik bunlar “sıradan yurtseverler”miş!
Hizbullah’ın hedef gözetmeden kaç tane eylemi var? Kaç tane PKK’lilerin yoğunlukta gittiği kahvehane tarandı? Hangi köy yoluna rastgele mayınlar döşendi de kadın, çocuk, yaşlı demeden insanlar katledildi? Kaç tane kadın veya ihtiyar öldürüldü? Hangi köye ağır silahlarla baskınlar yapıldı, insanlar diri diri yakılmak suretiyle öldürülmek istendi? PKK’nin hakimiyetinin daha fazla olduğu yerlerde Mekke Müşriklerivari ne tür ekonomik boykotlar yapıldı? Peki, tersi oldu mu? Bir çırpıda yüzlerce örnek sayılabilir.
Hal böyleyken kim kime özeleştiri vermeli? PKK’nin iç infazlarını ve diğer kesimlerle yaşadağını çatışmaları da dile getirmeye gerek yok. Sürekli değindiğimiz konular olduğu için fazlaca üzerinde durmaya gerek yok.
Karayılan’ın belirttiği gibi Hizbullah 2001 yılından beri silah kullanmamış. PKK’ye karşı bu tarih daha aşağılara çekilebilir. Zira Hizbullah yöneticilerinin belirttiği gibi PKK şehirlerde o dönem Hizbullah’a yönelik eylemlerini durduğu veya yapamaz hale geldiği gibi, Hizbullah’ta PKK’ye karşı yaptığı saldırıları durdurdu.
Hizbullah Basın Bürosu PKK tarafından dile getirilen “özeleştiri” taleplerine daha önce yaptığı açıklamada şu ifadelere yer vermişti; "PKK`nin dayatması ve başka bir alternatif yol bırakmaması sonucu aramızda bir çatışma yaşandı. Bu çatışmanın başlatıcısı PKK olduğu gibi bunu dayatan, Kürdistan`da yayılmasına ve halka zarar vermesine sebebiyet veren de odur. Bu nedenle bizim bu konuda geçmişimizden dolayı özeleştiride bulunma veya özür dileme gibi bir durumumuz yoktur. Suçlu olan özür diler, af diler. Suçlu olan PKK olduğuna göre, özür dilemesi gereken de af dilemesi gereken de odur."
Günay Aslan İmzası Bir Rastlantı mı?
Karayılan’ın bu açıklamaları özellikle Günay Aslan’a yapması da ayrıca ilginç. Bir rastlantı mı yoksa özellikle yapılmış bir tercih mi?
Zira Günay Aslan o dönem Hizbullah’ı karalama ve sistemin Kontra yapılanmaları ile bir gösteren 2000’e Doğru dergisinin bölge temsilcisi. Perinçek’in yakın dava arkadaşlarından ve Sosyalist Parti’nin merkez yöneticilerinden. Tabii onun da Öcalan gibi sonra Perinçek ile yolları ayrılacaktı. Bu ayrılığı da -ama doğru ama yanlış- şöyle özetleyecekti; “Perinçek, `silahlı mücadeleyi` desteklediğim için benim görevden alınmamı istedi ve parti bunu yerine getirdi.”
Sadece Perinçek değil, bir diğer şaibeli isim olan ve halen Ergenekon davasından yargılanan Yalçın Küçük ile de yol arkadaşlığı yapmış biri… PKK’nın o dönem ki yayın organı olan MED TV’de Öcalan ve Küçük ikilisiyle birlikte program yapan bir isim.
Aslında Karayılan 90’ları gerçekten anlamak istiyorsa Hizbullah’tan özeleştiri beklemek yerine, PKK ile Hizbullah arasındaki çatışmanın en şiddetli olarak yaşandığı dönemin Öcalan-Perinçek-Küçük muhabbetinin zirvede olduğu döneme denk gelmesinin hikmetleri üzerinde kafa yorabilir..?
Karayılan’ın, Hizbullah’ı karalayan, MİT ve JİTEM gibi Kontra yapılanmalarla ilişkilendiren 2000’e Doğru Dergisinin o dönemki bölge temsilcisinin ağzından bu sefer de “bu dil ve üslubun bu dönemin gerçekliğiyle uyuşmadığı” söylemi bir tesadüf mü yoksa bir nevi günah çıkarma olarak yorumlanabilecek bir mesaj mı? Öyle görünüyor ki bir mesaj…
Ve öyle görünüyor ki önümüzdeki süreçte bu tür mesajları sıkça duyacağız. Dileğimiz ve temennimiz çekilen acılar yarıştırılmadan ve verilen her mesajda “sen şunu yaptın, ben bunu yaptım” gerekçelerine sığınmadan daha sağlıklı zeminlerde bu meselenin bir neticeye varılmasıdır.
Zira bu bu toprakların da bu halkın da buna ihtiyacı var…
Mehmet Çelik / Hürseda Haber