• DOLAR 32.469
  • EURO 34.744
  • ALTIN 2435.94
  • ...
Beldelerin Fethinden Gönüllerin Fethine
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Mehmet Emin Özmen / Doğruhaber / Araştırma
 
AMED’İN FETHİ

Hicretten sadece 18 yıl sonra El-Cezire Bölgesi denilen Güneydoğu Anadolu Bölgesi İslam ordularınca fethedildi. Miladi olarak 27 Mayıs 639 yılında. Hicri 19. yılda , Müslümanlar bölgeye tamamen hâkim oldular. Dicle ile Fırat arasında geniş bir yer kaplayan ve Ruha (Urfa), Harran, Sümeysat (Samsat), Rakka, Hısn-ı Keyfâ (Hasankeyf), Âmid (Amed, Diyar-ı Bekir, Diyarbakır), Meyyâfarikîn (Farkin, Silvan), Nasibin (Nusaybin), Mardin, Dara ve Ceziretü İbni Ömer (Cizre) gibi şehirlerden oluşan bölgenin, bir yıl içinde savaşla alınması ihtimal dışıdır. Zaten tarihçiler bölgenin tamamen olmasa bile küçük çatışmalardan sonra sulhen (barış ve anlaşmalarla) alındığını kaydederler. Bu da Hz. Ömer’i (RA) suçlayarak “Müslümanlar Kürtleri katletti” şeklindeki iddiaların çürüklüğünü gösterir. Zaten bu görüş sahipleri iddialarına delil olabilecek hiçbir belge getiremiyorlar. Kendisi de bir Kürt olan İbn’ul Esir bu bilgileri kaydettiği gibi birçok İslam tarihçisi de benzer ifadeler kullanır. Diyelim ki İslam tarihçileri gerçeği gizledi. Peki, gayr-ı müslim tarihçilerin kaynaklarında neden böyle bir bilgi yok?

Fetih komutanı İyaz b. Ganm, Amed fethinin zor olduğunu belirtip ve burasının bölgenin anahtarı olduğunu, fethedildiği takdirde bütün bölgeye hâkim olunacağını bildirdi. Nitekim içinde 1000 sahabenin bulunduğu 8000 kişilik İslam ordusunun 5 aylık muhasarasından sonra surlar aşıldı ve Amed, İslam beldesi oldu.

Fetihten önce Bizans ve Sasani devletlerinin zulmü altında inim inim inleyen bölge halkı, yeni fatihlerin adaleti karşısında şaşırmışlardı. Çünkü eski fatihler gibi kimseyi kılıçtan geçirmiyorlar, ibadetlerde serbestlik tanıyorlar ve ibadethanelere dokunmuyorlardı. Bu da yöre halkının gönüllerinin İslam’a ısınmasına vesile olmuş yani fethin en önemli ikinci kısmının tamamlanmasını sağlamıştır. Gönüller fethedildikten sonra Amed, İslam’ın en önemli kalesi oldu.

KONSTANTİNİYYE-İSLAMBOL-İSTANBUL
29 Mayıs 1453’ten, yani İstanbul’un fethinden bu yana 560 yıl geçmiş. Şüphesiz fetih, tarihin en önemli hadiselerinden biridir. Çünkü tarihçilerin genel kanısına göre Ortaçağ ile Yeniçağın ayrımını İstanbul’un Fethi oluşturur.
Hadis kitaplarında İstanbul’un fethedileceğine dair bir hadis bulunmaktadır. Tabi hadisin sahih olup olmadığı hususu ayrı bir tartışma konusu. Ancak hadisin kitaplarda geçmesi Müslümanların bu hadise mazhar olmak için İstanbul’a akın üzerine akın düzenlemelerine sebep olmuştur. Örneğin Emevi Devleti’nin kurucusu Muaviye, oğlu Yezid’in komutasında bir ordu sevk etmiştir. Bu ordunun içinde sahabeler de vardı. Onlardan biri, Ebu Eyyub el-Ensari’dir.

EBU EYYUB EL-ENSARİ

İslam tarihinin Medine sayfalarında rastladığımız bu sahabe, tam bir Peygamber aşığıdır. Allah’ın Resulünü hicretten, mescidinin inşasına kadar geçen 7 aylık sürede, kendi evinde misafir etme şerefine nail olmuş biridir. Bilindiği üzere, tüm Medineliler Hz. Peygamber’i (SAV) kendi evinde misafir etmek istemiştiler. Ama kimsenin gönlünü kırmamak için devesinin oturacağı en yakın eve misafir olma çözümü, herkesin bakışlarını deveye yöneltti. Deve evinin yakınındaki arsaya çömelince Ebu Eyyub’un aile halkı Peygamber’in eşyasını taşımaya koyuldular. Acele ediyorlardı, çünkü başkaları deveyi yerinden kaldırmak için türlü türlü yollara başvuruyorlardı. Hatta bazıları, Ebu Eyyub eşyaları misafir etsin, ama Peygamber bize gelsin diyorlardı. Ama Hz. Muhammed (SAV) eşyaları ile birlikte Ebu Eyyub’un evinde kalmayı tercih etti. Akabe Bey’atları ile Medine döneminin parlak isimlerinden Esad bin Zürare’ye de deveyi misafir etmek kaldı. Doğrusunu isterseniz bu samimiyet karşısında insan cezbeye geliyor.

Ebu Eyyub’un misafirperverliği hakkında siyer kitaplarından malumat edinilebilir. Biz O’nun İstanbul’un fethi ile ilgili konumuna dönelim. Yukarıda bahsettiğim ordu İstanbul önlerine geldiğinde, aralarında 90 yaşlarında bir yiğit delikanlı da vardı. Bu doksanına merdiven dayamış mücahit, Ebu Eyyub el-Ensari’den başkası değildi. Hem de şahadet aşkıyla, en olmadık hareketlere kalkışıyor, uğraşıp didiniyordu. Muhasarada, ruhunu Allah’a teslim eden bu zat, surlara yakın defnedilmeyi vasiyet etmiş ve öyle de yapılmıştır. Kabri bugün Müslümanların ziyaretgâhı olmuş durumdadır.
Peki, 90 yaşlarında pir-i fani diyebileceğimiz bu sahabeyi İstanbul’un önüne kadar getirten esas amil nedir? Bu durum, İslam sedasını en gür şekilde, surlardan haykırma heyecanı ve İslam sancağını daha ileri taşıma şevkinden başka bir şey ile ifade edilemez. Tıpkı Diyarbakır’ın fethinde 1000 sahabenin Diyarbakır surları önüne gelmesi gibi.

FETİH ÇOK ZORDU
Ancak Müslümanların akınları sonuçsuz kalıyordu. Yüksek surlar, Grejuva ateşi denilen savunma silahı, Haliç’i kapatan zincirler bir türlü geçit vermiyordu. Emeviler, Abbasiler ve Selçuklular’ın dönemi gelip geçti. Osmanlıların Fatih’i II. Mehmet, bu engelleri nasıl aşarım diye uzun uzun düşünmeye başladı. İstanbul’un fethi mutlaka gerçekleşmeliydi. Ama nasıl alınacağı hususunda çareler aranması gerekiyordu. Bunun için yeni topların geliştirilmesi gerekiyorsa geliştirilecekti, Haliç’in zincirlerinden kurtulmak için karadan gemilerin yürütülmesi gerekiyorsa yürütülecekti, su engeli gemilerden oluşturulacak köprülerle aşılması gerekiyorsa aşılacaktı, ama illa ki fetih gerçekleşecekti. Çünkü zaman, II. Mehmet’in tahta çıkışı ile kemale ermişti. Vakti gelen olayın gecikmesi mümkün değildi. Nitekim 29 Mayıs 1453 günü İstanbul fethedildi.
Artık Osmanlıların payitahtı İstanbul’du. İlk etapta Ayasofya camiye çevrilip ibadete açıldı. Fatih Külliyesinin içinde Sahn-ı Seman Medreseleri yapıldı. Kısacası İslami kültür yavaş yavaş Konstantiniyye’yi İslambol yaptı. Bugün İslam kültürü mirası açısından saygıdeğer bir şehir konumunda olan İstanbul, önemli bir merkezdir.

FETHEDİLEN ŞEHİR HALKLARININ GÖNLÜ NE ÂLEMDE?
Diyarbakır ile İstanbul’un surlarını aşan Müslümanlar, gönüllerin surlarını da aşabildiler. Yoksa “İstanbul’un içinde Türk/Müslüman sarığını görmek, Latin serpuşunu görmekten evladır.” sözü öylesine söylenmiş bir söz değildir. Bu da fetihlerin önemli olan ikinci yönü, yani gönüllerin fethi ile başarıldı. Toprakların fethinden sonra, gönüllerin fethi elzemdir. Bu durumda fethi gerçekleştirecek kişiler, askeri komutanlar değil dervişler, âlimler kısacası gönül ehilleridir.

Buraya kadar anlattıklarım gönüllerimizi okşar türden cümlelerdi. Ama tarihin sayfalarından sıyrılıp günümüze dönmemiz lazım. Diyarbakır fatihi İyaz b. Ganm’ı ve İstanbul fatihi II. Mehmet’i bu yılki kutlama törenlerine davet edebildiğimizi varsayalım. İkisinin de makberlerinden çıkıp davetimize icabet ettiklerini de hayal edelim. Acaba, Diyarbakır ve İstanbul’un günümüzde düştüğü halden dolayı nasıl bir cevabımız olabilir? İlk etapta Osmanlının kanı pahasına almış olduğu Ayasofya’nın ibadete kapatıldığını gören Sultan, nasıl bir tepki verirdi? Kendi torunlarının, Bizans medeniyetine özenir hale getirildiğini fark ettiğinde, “Ben burayı İslam beldesi haline getirmek için Sahn-ı Seman Medreselerini kurdurmuştum, size ne oluyor da Batı’nın kültürüne adapte olmak için birbirinizle yarışırsınız” diye bir soru sorsa bizler ne cevap vereceğiz? Kurduğumuz hayalleri biraz öteye götürüp fethettikleri şehirleri şöyle bir gezdiklerini farz edersek acaba karşılaştıkları manzaraları nasıl açıklayacağız?

Bakmayın Diyarbakır ve İstanbul’un çok minareli, İslami siluetine. Fethettiğimiz gönüllerin büyük bir kısmı, başkalarınca fethedilmiş durumdadır. Yani gönüller elden çıkmıştır. İsimlerin George veya Ahmet olması fark etmez. Önemli olan taşınan gönüllerdir. O gönüllerde de bugün yatan aslanlar maalesef bizler değiliz.

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir