• DOLAR 34.55
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3006.52
  • ...
Migren hakkında bilinmeyenler
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Yazar Yaşar Çabuklu, Twitter hesabından ‘görünmez hastalık' olarak da anılan migren hastalığına ilişkin elde ettiği son bilgileri paylaştı.

Migren "kadın hastalığı" olarak biliniyor; kadınlarda, erkeklerden 3 kat daha fazla görülüyor. Diğer baş ağrılarından farkı, kronik olması, şiddetli ağrı atakları şeklinde gelmesi, şakakta zonklama, bulantı, kusma, sesten, gürültüden, ışıktan rahatsız olma vb. Migren kişinin gündelik hayatını felç ediyor, masraflı bir tedavi gerektiriyor; daha ziyade kadınların doğurgan olduğu yaş döneminde ortaya çıkıyor, cinsiyet hormonlarıyla ilişkilendiriliyor, bazen adet döneminde şiddeti artıyor.

Günümüz tıbbında migren nörobiyolojik bir hastalık olarak görülüyor, migrene beyindeki kan damarlarının genişlemesinin yol açtığı düşünülüyor. Genetik de migrenin önemli nedenlerinden biri olarak görülüyor. Kadınlarla birlikte anılan "görünmez hastalıklar"dan biri olan migren kadınların ağrısını ciddiye almayan, erkeklerdeki ağrıları daha fazla ciddiye alan (Migren konusundaki araştırmalar çoğunlukla erkek denekler üzerinde yapılıyor) doktorların çoğunca önemsenmiyor, migren araştırmalarına yeterli fon ayrılmıyor;

Cinsiyetçi ideolojide kadınların "rol/numara yaptığı", ilgi çekmeye çalıştığı düşüncesi yaygın; bunda, kadınların "aşırı duyarlı", histerik, tepkisel, irrasyonel, istikrarsız bir psikolojiye sahip bireyler olduğunu varsayan önyargıların payı var.

Migren, çok eskiden beri bilinen bir hastalıktı. Antik Roma'nın ünlü hekimi Galen "hemicrania" adını verdiği Migreni diğer baş ağrılarından ayırmış, onu vücudun içindeki buharlarla ilişkilendirmişti. 12.yy'da Azize Bingenli Hildegard migrenden muzdaripti;

Migren öncesinde ışıklar,-tanrının gönderdiğine inandığı-"vizyonlar", aura'lar görüyor bunları kaydediyordu. Daha sonra Migren konusunda bir çalışma yayınlayacak, tedavi olarak keneviri önerecekti (Günümüzde bazı feministler de Migren için kenevir önermektedir)

1781'de, Fransızca "migraine" sözcüğü-"megrim" vb. eski sözcüklerin yerini alarak- İngiliz tıp diline girdi. Migren sözcüğü, 18.yy'da popüler kültürde, "migrenim var diyerek yatak odasından dışarı çıkmayan moda düşkünü kadınlar" için alaycı bir şekilde kullanılıyordu! Migrenin eril tıp bilimince -orta sınıftan- "kadın hastalığı" olarak kurulması 19.yy'da gerçekleşti. Doktorlar migreni "güçsüz cinsiyet"in "problemli", "aşırı hassas" sinir sistemiyle ilişkilendiriyordu: kadınlar asabiydi, sinirli mizaçlıydı.

Kırılgandı, tepkiseldi, aşırı duyarlıydı, duyguları istikrarsızdı/gel gitliydi, histeriye açıklardı! 1888'de doktor James Ross migrenin sadece genetik olmakla kalmayıp dişil soylu olduğunu, anneden kızına geçtiğini söyleyecekti. Migrenli erkeklere gelince, doktorlara göre bu erkekler toplumdaki en eğitimli/entelektüel/yaratıcı kesimi oluşturuyordu; zekilerdi, çok düşünüyorlar, okuyorlar, zihinlerini çok yoruyorlardı ve bu, migrene yol açıyordu. Dönemin doktorlarının migrene yaklaşımı ırk ve sınıf ayrımcılığına dayalıydı: fabrikalarda kol işçisi olan, "kaba saba", kaslı, kuvvetli, "fazla düşünmeyen" işçilerin "sinirleri kalındı", bunlar migrene yakalanmıyor, ağrı hissetmiyordu! Afrikalı "ilkeller" de böyleydi!

1930 sonrasında baş ağrısı tıbbının "babası" olarak kabul edilen nörolog Harold Wolff, "migraine personality" olarak bilinen bir yaklaşım geliştirdi; kendisi de migrenden muzdarip olan Wolff migrenin oluşmasında beyindeki damarların dizilişinin önemini vurguluyor, böylece vurguyu sinir sisteminden beyne kaydırıyordu. Gözlemlerini çevresindeki beyaz, orta sınıftan migrenli erkeklere dayandıran Wolff'a göre bu erkekler çok çalışan, hırslı, başarılı, mükemmeliyetçi, yetenekli iyi erkeklerdi, iyi bir ahlaki karaktere sahiplerdi; stresli olmaları beyindeki damarları zorlayıp migrene neden oluyordu; Wolff onlara gevşemek için her gün squash oynamalarını önerecekti(migrenli kadınlara önerdiği şey ise istirahatti). Wolff'a göre migrenli kadınlar anne ve eş olarak yetersizlerdi, frijitlerdi, evlilik görevlerini yerine getiremiyor, kocalarına cinsel tatmin sağlayamıyorlardı; kadındaki migrenin nedeni, erkekten farklı olarak, yoğun zihinsel faaliyet değil cinselliğindeki bozukluktu! Wolff'un takipçileri migrenli kadınları aşırı duyarlı, kırılgan, nevrotik, histerik, depresif, çabuk yorulan, stres etkenleriyle başa çıkmayı beceremeyen, "beyinlerini yanlış kullanan" kişiler olarak sundu. 1950'lerde doktorlar migrenli kadınlara çare olarak evlenmeyi tavsiye ediyordu. 1960'lardaki panellerde erkek doktorlar migrenli kadınları psikiyatrik kurumlara kapatmaktan bahsediyorlar, migrene bir akıl hastalığıymışçasına yaklaşıyorlar, migrenli kadınlara "nevrotik kadın" muamelesi yapıyorlardı. Günümüzde bazıları migrenin açıklanmasında beyin nörokimyasının öne çıkarılmasının ("broken brain") gender-neutral, objektif bir anlayışı beraberinde getirdiğini düşünse de pratikte böyle olmadı; hem tıpta, hem de popüler kültürde migrene ilişkin cinsiyetçi ön yargılar ortadan kalkmadı.

Migren "kadınsı" olarak adlandırılan kişilik özellikleriyle, "nevrotik kadınlıkla" ilişkilendirilmeye devam etti; kadın beyni ("hassas beyin", “migraine brain”!) erkek beyninden daha aşağı bir konuma yerleştirildi, cinsel farklılığa dayalı migren hiyerarşisi devam etti, kadın beyni korunmaya ihtiyacı olan bir beyin olarak sunuldu, patriyarkal baskıların, sınıfsal ve ırksal eşitsizliklerin/koşulların migren oluşumuna nasıl katkıda bulunduğu üzerine araştırma yapılmadı.

Migren yoksullarda çok sık görülmesine rağmen beyaz, orta sınıftan ayrıcalıklı kadınların hastalığıymışçasına sunuldu ve migrenin bu şekilde feminizasyonu onda meşruiyet eksikliğine yol açtı; yoksulların, pahalı olan migren tedavisine erişimi daha da zorlaştı. Migren ilacı reklamlarındaki beyaz, orta sınıftan ev kadınları migren yüzünden anne ve eş olarak görevlerini yerine getiremeyen kişiler olarak sunulmakta, bu onlarda suçluluk duygusu yaratmakta, onları migrenlerini tetikleyen "yanlış kararlardan" kişisel olarak sorumlu tutmaktaydı. Medyadaki migren sunumlarında migrenli erkek aktif olarak başını duvarlara vururken migrenli kadın sessizce, pasifçe karanlık yatak odasına gidiyordu. Erkek popüler kültüründe migrenli kadınlar mizojinist şakalara konu oluyor, kadınların cinsellik yaşamak istemedikleri zaman "migrenim tuttu" dedikleri söyleniyordu. Timetürk

Bu haberler de ilginizi çekebilir