• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...
Mümin erkeğin tesettürü - Salih insan olmak için...
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Mümin erkeğin tesettürü Tesettürümüz takvamız, takvamız da tesettürümüzdür. Manevi örtüyle maddi örtü birbirinin alternatifi değil, mütemmim cüzüdür, birbirini tamamlayan iki boyuttur. 

“Mümin erkeklere söyle, bakışlarını (yasak) olandan çevirsinler ve iffetlerini korusunlar; tertemiz kalabilmeleri için en uygun davranış şekli budur. Unutmasınlar ki Allah, ortaya koydukları her bir şeyden haberdardır.”(Nur,24/30)

Bu ayet Mushaf’taki meşhur “başörtüsü ayeti”nden önce yer almaktadır. Hiç şüphesiz el-Hakim olan, Rabbimizin her yaptığı hikmetlidir, isabetlidir. Öyleyse biz de bu takdimden birtakım hikmetli sonuçlar çıkarabiliriz.

Nur 30-31.ayetler birlikte okunmalıdır. Rabbimiz önce mümin erkeklere, sonra mümin kadınlara iffetlerini korumalarını emrediyor ve bunun için alınabilecek tedbirleri bir bir sıralıyor.

İffet ve hayâ bu bağlamda insan ilişkilerinde gözetilmesi gereken imanî bir sorumluluktur. Kendini belli bir ayarda tutarak, toplumsal ilişkilerde itidali korumak hem kadın hem de erkeğin imanının bir tezahürüdür.

Zina iki taraflı bir eylem olduğundan, korunmak ve kaçınmak için tedbir almak da iki taraflı olmak durumundadır. Bu sebeple ayetlerde önce erkeklere, sonra da kadınlara ayrı ayrı hitap edilmiş, böylece mümin erkeğin de mümin kadının da korunmak için üzerine düşeni yapması gerektiğine dikkat çekilmiştir.

Cennete giden yolda önümüze engellerin çıkması imtihanın tabiatındandır. Bizi yoldan çıkarabilecek potansiyel taşıyan süfli arzulardan nefsimizi arındırmak için somut tedbirler almak, kadın-erkek tüm müminlerin ortak sorumluluğudur. İffetli olmayı sadece hanımlara indirgemek, hangi kültürden olursa olsun cahiliyenin özelliğidir.

Bu girişten sonra şimdi ayet-i kerimeyi biraz daha yakından analiz yöntemiyle tanıyalım ve ahlakımızı, hayatımızı onunla yeniden inşa edelim: 

1- Gözün Tesettürü; Ebsâru Gazz

Nur Suresi 30. ayette mümin hanımlardan önce bakmak, seyretmek konusunda zaaf taşıyan, kadınların süs ve güzelliklerine ilgisi olan erkekler uyarılmıştır. Bakışların bir kısmının kısılması, tutulması bağlamında ayette geçen 'ebsârugazzun' ilkesi, 'bakışların tesettürü'1 olarak değerlendirilebilir. İffetin korunması amacıyla atılması gereken ilk adımlardan biri de toplumsal münasebetlerde kadın erkek tüm müminlerin gözlerini haramdan sakınmalarıdır.

Bu ayet biz müminlere “gözün tesettürü”olarak yorumlayabileceğimiz bir sorumluluk yüklemektedir. Gözün kontrol altında tutulması, nefsin denetim altında tutulmasının ilk adımıdır. Bu yüzden ayet biz müminlere, oto kontrolü, öz denetimi gözden başlatmayı emrediyor.

Ayette geçen ”Gözlerini haramdan sakınsınlar.” ifadesi, tüm bakışları değil, insanı harama götürebilecek şehevi bakışları ihtiva etmektedir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da konuyu değerlendirirken “vasat ilkesi”ni göz ardı etmemeliyiz. Sosyal münasebetlerde sınır koymamak ifratsa, yasaklamak da tefrittir. Biz itidalden ayrılmamalı, kadın erkek ilişkilerinde ölçüyü kaçırmamalıyız.

Örneğin tanımak maksadıyla göz atmayı ayetler haram kılmamaktadır. Öyle olsaydı Nur Suresi 31. ayette, “kendiliğinden görünen kısmı müstesna” ifadesiyle el, ayak ve yüz istisna tutulmazdı.

Bu ayeti Resulullah (s) şöyle tefsir etmiştir:

“Bir baktığında arkadan bir daha bakma, birinci bakış hoş görülür ama ikinci bakışa hakkın yoktur.”2

Bilinen bir gerçeği, bu ayet bağlamında bir kez daha hatırlayalım: Şehvet insanoğlunun en güçlü duygularından biridir, dolayısıyla imtihanımızın ana konularından biridir. İman ettiğimiz Kur’an’da bu arzunun giderilmesine sadece evlilik bağı içinde izin verilmektedir.

2- Nefsin Tesettürü

“Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur.”(İsra,32)

Bu ayette sadece zina değil, insanı zinaya götüren adımlar da yasaklanmıştır. Ayetteki olumsuz emir için kullanılan lafız çok hikmetlidir:

“Lâtef’al, lâ tec’al (yapma)”denmiyor; “Lâtakrabû (yaklaşma bile)” deniyor.

“Kontrolsüz güç güç değildir.” Biz takva sahibi müminler olarak, her konuda imanımızla, nefsimiz ve neslimiz üzerinde bir otokontrol mekanizması inşa etmek zorundayız. Aynı şekilde cinsel arzularımızı da denetim altında tutmamız elzemdir. Kerim olan Kur’an’ın hikmetli lafızları, bize cinsel ilişki dışında, ona yol açabilecek şehvetle bakmayı, dokunmayı, hatta plan kurmayı da yasaklamaktadır. Bu konuda sorumluluk sadece mümin kadınlarda veya mümin erkeklerde değildir.

Sorumluluk ortaktır ve ekseninde kendimiz, ailemiz ve elimizin uzandığı tüm insanlar vardır. Kendimizi ve ehlimizi, sözümüzün geçtiği herkesi ateşten korumak, imanî bir sorumluluktur.3

3- Fercin Tesettürü; Hıfz-ı Furûc

İffeti muhafaza etmek kadın erkek tüm müminlerin ortak sorumluluğundadır. Hatta mümin erkeklere bu konuda daha fazla yük düşmektedir. Çünkü iffeti muhafaza etmekten kinaye olan, 'hıfz-ı furûc' dört ayette erkeklerle, iki ayette hanımlarla ilgili olarak geçmektedir.4

Peki nasıl oluyor da Kur’an’ın beyanlarına rağmen, sözde İslam toplumlarında “hıfz-ı furuc/iffeti muhafaza etmek” daha çok kadınlardan beklenen bir davranış olarak görülüyor?

Çünkü imtihan gaflete gelmiyor, hayat boşluk kabul etmiyor ve pusuda bekleyen şeytan fırsat kolluyor. Çünkü sözde İslam toplumlarında bile, cahiliye şekil değiştirip kültür, sanat, adetler üzerinden yeniden hortluyor.

Nur 30.ayetin başında yer alan “bakışların kısılması”nın gayesi, devamında, “fercleri muhafaza” şeklinde beyan edilmiştir. Ayette öncelikli muhatap “mümin erkekler”dir.

“Hıfz-ı Furuc” namusun korunması, hiç şüphesiz mümin erkeklerin ve mümin hanımların ortak sorumluluğudur. Mümin erkek ve mümin kadınların cinsel arzuyu kışkırtacak şekilde, şehevi arzuları tahrik etmek amacıyla bedenlerini teşhir etmeleri doğru değildir.

“İffetlerini korusunlar.” cümlesindeki iffet kelimesinin ayetteki karşılığı “ferc”dir. Ferc kelimesinin lafzi anlamı cinsel organlar, mecazi anlamıysa ‘iffet ve namus’tur. Yani zinaya yaklaştıran tüm amellerden uzak durmaktır.

Fercin tesettürüne ilişkin fıkıhta geçmiş âlimlerimiz kafa yormuş, dikkate almamız gereken önerilerde bulunmuşlardır. Buna göre erkeklerin gözlerden korumaları gereken organları (fercleri), yalnızca cinsel organları değil, bunlarla birlikte diğer avret yerleridir, yani asgari olarak, en azından, göbekleriyle diz kapakları arasında kalan bölgedir.

Beğenme, seyretme konusunda kadınlara göre daha zayıf olan erkeklere karşı, Nur 31.ayet mümin kadınları bedenin tesettürüyle koruma altına almıştır.  Buna göre, Allah'a karşı kendilerini sorumlu hisseden mümin erkekler, bakışlarını kontrol altında tutacaklar; kendilerini Rablerine adayan mümin kadınlar da cazibelerini toplumsal hayatta ön plana çıkarmayacaklardır.

4- Gönlün Tesettürü, İçimizdeki Elbise

“Ey âdemoğulları! Size yücelerden hem çıplaklığınızı örtesiniz hem de bir görkem-güzellik nesnesi olarak giyim kuşam yapma (bilgisini) bahşettik. Ama takva elbisesi her şeyin üstündedir. İşte bunda da Allah'ın ayetlerinden biri var ki insanoğlu belki ders alır.”(A'raf, 7/26)

Takva elbisesi içimizdeki İslam’ın ve haya duygusunun simgesidir. Libasu’t-takva hem mümin erkeklerde hem de mümin kadınlarda bulunması gereken iffet örtüsüdür. İffet örtüsünün cinsiyeti yoktur, fıtratımızın ortak libası, ahlakımızın ortak paydasıdır.

Takva elbisesinin belki de en önemli özelliği tasarımında cinsiyet farkının gözetilmemesidir. Bu nedenle onu korumak, mümin hanımlar kadar mümin erkekler için de farzdır. Yakinî bir imanla gelişen içimizdeki “takva örtüsü”, günahlara ve şeytani tuzaklara karşı, bizi manevi bir güvenlik kuşağı içinde tutar. Eğer şeytanlara karşı savunma mekanizmalarımız zayıflarsa, imanımızı görünür kılan takvanın dışımızdaki tezahürleri olan salih amellerimiz de azalacaktır.

Dışımızdaki elbiseler, imanın yeşerdiği kalbimizdeki güzelliklerle, içimizdeki takva elbisesiyle uyumlu olmalıdır. Çünkü kıyafetlerimiz ve davranışlarımız “libasu’t-takva”nın, tüm benliğimizi saran içimizdeki takvanın şahitleridir. 

Nasıl ki Kur'an'ın lafızları manasının, manası da lafızlarının hakemiyse, insanda da öz sözün, söz de özün hakemidir. İçimiz dışımızın, dışımız da içimizin aynasıdır. Öyleyse imanın teminatı olan güzellikleri ifsat olmamış, yani takva elbisesi tahrif olmamış bir mümin erkek, gözüne gönlüne söz geçirebilmelidir. Eğer nefsine söz geçiremiyorsa takva elbisesi yamalı bohçaya dönmüş demektir, bir an önce vahiyle, imanla, Kur’an’la tedavi edilmesi, yeniden inşa edilmesi gerekir.

Takva elbisesi içimizdeki imandan, vahiy ahlakından kinayedir. Fıtri bir duygu olan örtü, insanı tabiat koşullarına ve şeytani güçlere karşı koruyan bir güvenlik kalkanıdır.

Mümin hanımlardaki başörtüsü takva elbisesinin baştaki şahididir. Eğer takvaya şahitlik etmiyorsa, başörtüsü bir iman hakikati olmaktan çıkıp sıradan bir beze dönüşmüş demektir. Aynı şekilde kadınlarla sosyal münasebet kurarken, mümin erkekler olarak bizim kıyafetlerimiz, hatta vücut dilimiz, jest mimiklerimiz de takva elbisemizin şahitleri olmalıdır.

5- Sözün Tesettürü

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır.”(Ahzab,33/70-71)

Ayetlerde geçen “kavlensedîd”, belli sınırları olan söz demektir. Mümin kadınların ve mümin erkeklerin, vahiy ve akıl süzgecinden geçmiş hikmetli sözlerle diyalog kurmalarının önünde bir engel yoktur. Kavlensedîd, yani ahlaki kaygılarla mücehhez olan söz, imanımızın ve takvamızın da derecesini gösterecektir.

Yukarıdaki ayetlere daha yakından baktığımızda, sözümüze sınır tayin etmenin hem Allah’a, Resulüne itaatle hem de enerjimizi boşa harcamayıp, büyük başarıya odaklanmakla ilgili olduğunu görmekteyiz.

“Güzel söz, maruf söz, edeple süslenmiş söz” kadın-erkek tüm müminlerin ortak özelliği, ortak paydasıdır. Çünkü biz müminler her sözümüzün, imalarıyla, hüsn-ü niyetleriyle birlikte melekler tarafından arşivlendiğine inanıyoruz.5

Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyan müminler olarak, hanımlarla konuşurken, “sözün tesettürü” olarak da beyan edeceğimiz ahlaki kaygılarla hareket etmeliyiz. İsra 53.ayet bu kaygımıza “ahsen” ilkesiyle hikmetli bir boyut daha kazandırmaktadır: 

“Kullarıma söyle, (inanmayanlara karşı) sözün en güzelini söylesinler; çünkü şeytan aralarına girer. Kuşkusuz şeytan insanların apaçık düşmanıdır.”(İsra, 17/53)

“Boş sözlerden yüz çevirmesi”, kadın-erkek tüm müminlerin ortak özelliğidir.6 Ahsenül-hadis (sözlerin en güzeli) olan Kur’an’a iman eden müminler olarak, sözümüzü imanlı, takvalı kalplerimizde ölçüp biçerek söylemeliyiz.7

El-Kerim olan Rabbimizin kelamı olan Kur’an, mümin erkeklere ve mümin kadınlara tüm sosyal münasebetleri yasaklamaz. Ancak ahlakî sınır koyar, hikmetli kural koyar. Sosyal münasebetlerde “kavlünma’ruf” ilkesinin geçtiği Ahzab 32. ayetin8 öncelikli muhatabı Peygamberimizin eşleridir. Ancak tarihte Kur’an’ı anlama çabasında olan hiçbir âlim-mümin mesajın ilk muhataplarla sınırlı olduğunu ileri sürmemiştir. Öncelikli muhatap mümin hanımlar, hatta onların öncüsü, örneği mesabesindeki “manevi annelerimiz”dir. Fakat kıyamete kadar yaşayacak kadın-erkek tüm müminler bu mesajdan paylarına düşeni alacaktır.

İnsanların gönüllerine giden yol, birer iletişim biçimi olan bakışlardan, sözlerden geçmektedir. Bu nedenle, Ahzab 32. ayet adeta şöyle demektedir: Kötü niyetli erkekleri cesaretlendirecek söz ve fiillerden uzak durun!

Aynı şekilde kavlünma’ruf ilkesi de sadece mümin hanımlarla mukayyet değildir. Mümin erkeklerin de buradan kendilerine bir pay çıkarmaları gerekir.

Kavlünma'ruf, içimizdeki takva elbisesinin dışımızdaki şahitlerindendir. Kavlünma’ruf, örfe uygun bir tarzda, münkeri engelleyecek şekilde sözün söylenmesidir. Erkek olsun kadın olsun söz, içimizin bir aynası mesabesinde olduğundan, maruf olarak söylenmeli, münkerden arındırılmalıdır. Mümin kadın ve erkeklerin sözleri de ağırbaşlı ve vakarlı bir tonda, kalplerindeki iffetin bir tezahürü olarak dışa yansımalıdır.

Mümin kadın ve erkeklerin yakın akraba olmayan kimselerle konuşması; bilinen örfe uygun, yani davetkâr bir ses tonu ile değil, doğal olmalıdır. Ayrıca hayatın daha geniş alanlarında, kendilerini Allah'a teslim etmiş, davasına adamış olan müminler, kalplerinde hastalık bulunan, fitne çıkarmak isteyen erkeklere mazeret teşkil edecek tutum ve tavırlardan uzak durmalıdırlar.

Örneğin Nur Suresi 61. ayette Rabbimiz, birer iman yuvası, Kâbe gibi beled-i emin olan evlerimizde, kimlerle oturup kalkabileceğimizi, kimlerle aynı sofrayı paylaşacağımızı beyan etmektedir. Buna ek olarak ayette mümin erkeklerin ve mümin kadınların hangi şartlarda, kimlerle, nasıl bir iletişim kurabileceği ana hatlarıyla beyan edilmiştir.9

6- Camilerde, Mescitlerde Tesettür

Ey Ademoğulları! Her secde mahallinde ziynetinizi/güzel elbiselerinizi giyin. Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri (elindeki nimetleri gereksiz yere kullananları) sevmez!”(A’raf,31)

Hitaba dikkat: “Ey Âdemoğulları!” Ayetin muhatabı, Allah’a karşı sorumluluk şuuruna sahip oldukları için, O’na secde etmeyi ahlak edinen kadın-erkek tüm insanlardır. Buna göre secdeye hazırlanırken, secde edilen mekânlara giderken özel bir hazırlık gerekir. Hem manevi olarak ruhumuza “letafet elbisesi” hem de bedenimize “zarafet elbisesi” giydirmeliyiz. Yani ruhen ve bedenen büyük buluşmaya hazırlanmalıyız.

Mescitlere giderken kendimize çekidüzen vermeli, gelişigüzel hareket etmemeliyiz. Hiç şüphesiz bunun anlamı, en pahalı kıyafetler giymek değildir. Zaten ayetin bağlamında yer alan, “Allah israf edenleri sevmez.” ifadesi, bizi her tür aşırılıktan alıkoymaktadır.

“Süs” diye çevrilen ziynet kelimesi Kur’an’da “elbise, takı, hoşa giden, güzel bulunan nesneler yada manevi olarak insanı güzelleştiren şeyler” manasında kullanılmıştır. Örneğin bilgi, ahlak gibi manevi şeyler de insan için ziynettir. Elbise, bedenin organları gibi maddi şeyler de insan için ziynettir. Kısaca insana zarafet kazandıran maddi-manevi her şey ziynettir.

Ziynet sadece zarif elbiseler değildir. Ayette geçen “ziyneti kuşanmak” ifadesi mümin hanımlar için, “kendiliğinden görünen kısmı hariç”tüm bedenidir.10 Çünkü kadın vücudu bizatihi ziynettir.

Hulasa-i kelam; secdeye ve secde mekânlarına belli bir hazırlık yaparak gitmeliyiz. Bunun ilk koşulu maddi temizlik, gusül ve abdesttir. Ancak kılık-kıyafetimize, tesettürümüze de dikkat etmeliyiz. Hele camilerde salatı ikame ederken, iman kardeşlerimizi rahatsız etmeyecek şekilde tesettürümüze zarafet katarak giyinmeliyiz. Kadın ve erkek tüm müminler mescitlere giderken, açık saçık kıyafet giymemelidir. Çünkü oralar huşu ile Allah’a ibadet etme mekânlarıdır.

“Ey Âdemoğulları!” hitabı da son derece hikmetlidir. Hitap sadece müminlere değil, tüm insanlaradır.  Mescitlere ziyaret amacıyla, ibadete şahitlik etmek amacıyla gelen insanların, müminleri rahatsız ederek, onların huşusuna engel olma hakları da yoktur.

Bu ayetten çıkan kısa fıkhî bir hüküm de şudur: “Açık saçık, şeffaf kıyafetlerle mescitlerin ziyaretine engel olmak gerekir.”

Değil mi ki ortak alanımız dünya? Öyleyse mümin olmayanların da bu konuda dilediği gibi hareket etme hakları yoktur. Çünkü müminlerin ve kâfirlerin tamamen ayrışmış alanlarda yaşaması imkânsızdır.

7- Cennetin Tesettürü

“Ve (İblis) onlara şöyle yemin etti: ‘Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyen biriyim.’ Ve böylece onları yanıltıcı düşüncelerle yönlendirdi. Fakat o ikisi, sözü geçen ağacın meyvesinden tadar tatmaz, birden çıplaklıklarının farkına vardılar ve bahçeden topladıkları yapraklarla üzerlerini örtmeye koyuldular…”(A'raf, 7/21–22)

Bu ayette Allah’ın yasaklarını çiğneyen iki insanın -kadın erkek iki cinsin de- çıplak kaldığından söz edilmektedir. Peki insanın çıplak kalması hangi günahın sonucudur? Günah işlemekle çıplak kalmak arasındaki ilişki nedir?

Bu ayetleri yakından incelediğimizde bir sonuç görüyoruz: Çıplak kalmak, yani tesettürsüz kalmak… Bu sonuç sadece kadın için değil, erkek için de geçerlidir. Peki, bu sonucun sebebi nedir?

Sebep yaratılış kıssasının satır aralarında gizlenmiş değildir. Çok açıktır. Sebep el-Veli olan, yani insanın gerçek dostu olan ve el-Mümin olan, yani insanın mutlak anlamda güveneceği tek sığınak olan Allah’a değil, İblis’e güvenmek, şeytanları gerçek dost zannetmektir.

Allah’ın yasaklarına karşı sorumsuz davranmak insan için hayâsızlıktır, iffetsizliktir. El-Mümin olan Allah’ın güvencesinden çıkmak insan için çıplak kalmak, elbisesiz kalmak, savunmasız kalmaktır.

İnsan ilk sınavında İblis’in iğvasına kapılarak, ona güvendiği için çıplak kalmıştır, yani hakikatten yoksun kalmıştır. Böylece mutlak güvenilir ve insanın gerçek dostu olan Allah’ı veli edinmezse, şeytana karşı savunmasız ve çıplak kalacağını ve onun, arkasında durmayacağını yaşayarak öğrenmiştir.11

İmtihan dünyasında Allah'tan alınan izinle, insana fitne olan İblis, ilk ve öncelikli düşmanımızdır. Kendisi Allah'ın rahmetinden ümidini kesmiş, ebedi hüsrana mahkûm olmuştur. Şimdi ise şu imtihan dünyasında etkileyebildiği insanların da Allah’ın rahmetinden umut kesmeleri için hiç durmaksızın çalışacaktır. Bu hakikati yok sayamayız, değiştiremeyiz.

İblis daha ilk sınavında insana, ebedî konfor ve mutluluğu günah işleyerek yakalayabileceği vehmini, “Yerseniz ebedî mutluluğa kavuşacaksınız!” diyerek süslü paketlerle pazarlayan ve bu tutumunu kıyamete kadar sürdürecek olan bir düşmandır.

Aslında her günah, insanı hakikatten yoksun bırakarak Allah'ın gazabına karşı savunmasız hale getirir. Yaratıcıya karşı sorumluluk bilinci taşıyan, O'na karşı gelmekten utanır. Utanmayan insanlar ise maalesef şeytanı bile geride bırakan günahlara imza atarlar ve şeytan onları görünce adeta kaçar.12

Sahih bir hadiste bu hakikat şöyle ifade edilmiştir: “Utanmazsan dilediğini yap!”13

Peki, cennette insanın çıplak kalmasının sorumluluğu kimindir? Babil efsaneleriyle tahrif edilen Tevrat’ın günümüze ulaşan metinlerine göre ve Yahudileşmeyi taklit eden Hristiyanlara göre bunun baş sorumlusu Havva, yani “kadın”dır. Bunun için muharref metinlerde Âdem Havva’yı, Havva şeytanı suçlayarak faturayı başkalarına çıkarma çabasındadır. Yani bu metinlerde hem cinsiyet ayrımcılığı yapılmaktadır hem de bir ayet, ilahi bir nimet olarak irade inkâr edilmektedir. 

İblis ve dostları kıyamete kadar biz insanları, kandırmak, aldatmak, çıplak bırakmak için var güçleriyle çabalayacaklardır. Bunun somut örneklerini, en çok da reklam filmlerinde, “sanat” adıyla icra edilen eserlerde görmekteyiz.

İnsanoğlu için fitne olma iznini alan İblis ve dostlarına karşı haktan, hakikatten, ziynetten, letafetten, tesettürden yoksun kalmamak için uyanık olmak zorundayız.

Zikri indiren ve onu kıyamete kadar korumayı üzerine alan Rabbimizin beyanlarında hakikat tartışmasız olarak ortaya konulmaktadır. İlk cennette, ilk sınavında başarısız olan ama tövbeleriyle örnek gösterilen iki insan türü de müşterek bir duayla, kimseyi suçlamadan, cinsiyet ayrımı yapmadan, faturayı “biz dili”yle kendilerine çıkarmaktadırlar:

“… Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”(A’raf,7/23)

Sözün Özü

Tesettürümüz takvamız, takvamız da tesettürümüzdür. Manevi örtüyle maddi örtü birbirinin alternatifi değil, mütemmim cüzüdür, birbirini tamamlayan iki boyuttur.

Lafzın hatırına manayı feda edemediğimiz gibi, mecazın hatırına da hakikati feda edemeyiz. Mecazın hatırına hakikati feda edenler, Hristiyanlaşarak anlamı buharlaştırdılar. “Benim kalbim temizdir.” iddiasıyla ümmetin yaşadığı sokaklarda namaz düşmanlığı yaparak nifak tohumları ekenler, tarihte kendilerini komik ve değersiz hale getirmişlerdir. Bugün “Önemli olan kalp güzelliğidir.” diyerek, tesettür düşmanlığı yapanlar da imanın değil, nifakın tarafında anılacaktır.

Takva elbisesi, kadın erkek bütün müminlerin kalplerinde, gönüllerinde bulunması gereken bir ‘iman kıyafeti’dir. Fakat bu tamamıyla soyutve sadece iç dünyamızla ilgili olmayıp salih amellerde şahidi olan bir kıyafettir. Takva elbisesinin tezahürü hiç şüphesiz, Allah'a teslimiyetin ve O'na adanmışlığın şahidi olan salih amellerdedir.14

Allah'a yakın olan İblis'e uzak, İblis'e yakın olan Allah'a uzaktır. Nasıl her salih amel insanı Allah'a yaklaştırıyorsa hayâ duygusunun yokluğundan cesaret alan iffetsizlik gibi her günah da insanları Allah'ın rahmetinden uzaklaştırarak şeytanlaştırır, İblis'e yaklaştırır. Unutmayalım ki İblis iman düşmanıdır, tesettür düşmanıdır. Babamız Âdem ve eşini, ilk cennette çıplak bırakan irade, kıyamete kadar izinlidir ve bizi de çıplak bırakmak istemektedir.

Namuslu iffetli olmak sadece kadınların değil, kadın-erkek tüm insanların görevidir. Zarafetimizin, letafetimizin, hepsinden önemlisi imanınızın şahidi olan tesettür, kadın-erkek tüm müminlere farzdır.

Dipnotlar:

1- G-z-z kök harflerinden türeyen gazzun “kısmak” anlamına gelen bir kökten gelmiştir. “Hafeda”  fiili ile eş anlamlıdır. Gazzasavtehu, “Sesi kıstı.” demektir. Gazzat el-mer'etü cümlesi, kadın kendini geri çekti, çekingen davrandı, nazik oldu, anlamlarına gelir.

2- Bu öğüdü Rasulullah hem yeğeni hem de damadı olan Hz. Ali’ye yapmıştır. (Ebû Dâvûd, Nikâh, 43)

3- “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yerine getiren melekler vardır.”(Tahrim,66/6)

4- Hıfz-ı Furuc için bkz. 4 ayette mümin erkeklerle ilgilidir: Müminun, 23/5; Nur, 24/30; Ahzab, 33/35; Mearic, 70/29. Hıfz-ı Furuc, bir ayette de mümin hanımlarla ilgili olarak geçmektedir: Nur, 24/31. Konuyla ilgili bir başka terkip de 'iffeti muhafaza etmek' anlamına gelen “hısnu'l-furûc” olup, Meryem (a)'la ilgili olarak iki ayette geçmektedir: Enbiya, 21/91; Tahrim, 66/12.

5- “İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kaf, 18)

6- Mümin, 40/3.

7- Kur’an, ahsenül-hadistir. Bkz:Zümer, 39/23.

8- “Ey Peygamber eşleri! Siz (öteki) kadınlar gibi değilsiniz. Eğer takva sahibi olursanız, o halde sözü edalı bir şekilde konuşmayın ki kalplerinde hastalık bulunanlar size karşı bir arzuya kapılmasın. Kavlün ma'ruf konuşun/yerinde ve iffete uygun bir şekilde konuşun…” (Ahzab, 33/32)

9-  “Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya da güçlük yoktur. Kendi evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz evlerde ya da dostlarınızın evlerinde yemek yemenizde de bir sakınca yoktur. Bir arada veya ayrı ayrı olarak yemek yemenizde de bir sakınca yoktur. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selam verin. İşte Allah, düşünesiniz diye ayetleri size böyle açıklar.”

10- Nur Suresi 31.ayette kadınların göstermemeleri, örtmeleri istenen ziynetin elbise olması mümkün değildir; çünkü örtünme onunla yapılacaktır. Sadece takılarının kastedilmiş olması da mümkün değildir; çünkü burada kadının üzerinde olmayan takısının söz konusu edilemeyeceği açıktır. Geriye kalan ihtimal onun vücududur. Bu mananın kastedilmiş olmasının aklî delili genellikle kadın vücudunun güzel ve çekici bulunmasıdır. Naklî delili ise “Süslerini göstermesinler.” cümlesinin hemen ardından “Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar.” buyurulmasıdır. Buradaki mantık bağından zorunlu olarak, kadın vücudunun (nassa göre boyun, gerdan ve göğsü) ziynet, yani süs ve avret olduğu sonucu çıkmaktadır. Kur’an kadının vücuduna ziynet diyerek örtülmesini emrettiğine göre, eğer ayette istisnalar gelmeseydi vücudun tamamının herkese karşı örtülmesi gerekecekti.

11- İnsanın ilk sınavı ve nasıl İblis tarafından çıplak bırakıldığına ilişkin ayetler için bkz: A'raf, 7/16-22.

12- “Münafıkların durumu ise tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, ‘İnkâr et’ der; insan inkâr edince de ‘Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım’ der.”(Haşr, 59/16)

13- Resulullah (s) buyurdular: “İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında kalan bir söz vardır: Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” (Buhârî, Enbiyâ, 54, Edeb, 78)

14- Bu konuda mümin hanımların tesettürü üzerinde yoğunlaşan makalemiz için bkz: “İblis’in Örtü İle Ezeli Düşmanlığı ve Başörtüsü”, Haksöz, Sayı: 205, Nisan 2008. Haksöz

Salih insan olmak için

Ali Ramiteni hazretleri buyuruyor ki: Salih bir kimse olabilmek için şu on şey gerekir:
1- Temiz olmalı. Temizlik iki kısma ayrılır:
a- Zâhiri temizlik: Dış görünüşün temiz olmasıdır. Bu, bütün insanların dikkat edeceği hususlardandır. Giyecek, yiyecek, içeceklerin ve kullanılacak bütün eşyaların temiz olmasıdır.

b- Bâtıni temizlik: Kalbin iyi huylarla dolu olmasıdır. Hased etmemek, başkaları hakkında kötülük düşünmemek, Allah düşmanlarını sevmemek, dostlarını sevmek gerekir. Kalb, Allahü teâlânın nazargâhıdır. Bu sebeple kalbe dünya sevgisi, mideye de haram lokma koymamalıdır. Bir hadis-i şerifte, (Haram yiyenin duası kabul olmaz) buyuruldu. Kalb temiz olmazsa ibadetlerin lezzeti alınamaz, Allahü teâlâya ait bilgilere yani marifete, kavuşulamaz.

2- Dile sahip olmalı. Dilin uygunsuz sözleri söylemeyip susması, Kur'an-ı kerim okuması, emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulunması, dinin emirlerini yapmayı ve yasaklarından kaçınmayı bildirmesi gibi. Peygamber efendimiz de, (İnsanlar, dilleri yüzünden Cehenneme atılırlar) buyurdu.

3- Kalabalıklardan uzak durmalı. Bu sebeple göz, haramlara bakmamış olur. Çünkü kalb, göze tâbidir. Her harama bakış, kalb aynasını karartır. Peygamber efendimiz, (Yabancı kadınlara şehvetle bakanların gözlerine, kıyamette erimiş kızgın kurşun dökülecektir) buyurdu. Erkeklerin yabancı kadınlara, kadınların da yabancı erkeklere şehvetle bakması haramdır.

4- Oruç tutmalı. İnsan oruç tutmak suretiyle meleklere benzemiş ve nefsini ezmiş olur. Bir hadis-i kudside; (Oruç bana aittir. Orucun ecrini ben veririm. Sevabı nihayetsizdir) buyrulmaktadır. Başka bir hadis-i şerifte de; (Oruç, Cehenneme kalkandır) buyuruldu. Oruç tutarak gönlü huzura kavuşturmalı ve şeytanın yolunu kapatıp, siper hasıl etmelidir.

5- Allah’ı çok hatırlamak. Allahü teâlâyı hatırlamak için söylenecek en faziletli söz La ilahe illallah demektir. Bunu söylemeye devam eden, ihlas sahibi olur. İhlas; bütün işlerini Allah rızası için yapmak, dünyaya ait mal ve makamlardan hevesini kesip ahireti istemektir. İhlaslı kimse; "Benim tek gayem Allah’ın rızasıdır" der. Kur'an-ı kerimde de mealen, (Ey iman edenler! Allah’ı çok anın) buyuruldu. (Ahzâb 41) Nefsin hep zararlı olan isteklerinden kurtulmak için devamlı Allahü teâlâyı anmalıdır.

6- Kalbe dikkat etmeli. Kalbe dört çeşit düşünce gelir. Bunlar; Rahmandan, melekten, şeytandan ve nefsten. Rahmandan gelen; gafletten uyandırır, kötü yoldan doğru yola kavuşturur. Melekten gelen; ibadete rağbet ettirir. Şeytandan gelen günahı güzel gösterir. Nefsten gelen ise, dünyanın faydasız şeylerini istetir. Şeytani ve nefsani düşüncelerden kurtulmak gerekir.

7- Allah’ın hükmüne rıza göstermeli. Havf ve reca, yani korku ve ümit arasında yaşamalı. Çünkü imansız öleceğinden korkan, günah işlemez. Ayrıca mümin, Cenneti ümit eder, salihlerle sohbet eder. Salihlerle sohbet, günahlara perde çeker, haramları gözüne kötü gösterir.

8- İyi hasletlerle süslenmeli. Yani Allahü teâlânın ahlakıyla ahlaklanmaktır.

9- Helal lokma yemeli. Allahü teâlâ, (Helal ve temiz olanını yiyin) buyurmaktadır. (Bekara 168) Peygamber efendimiz ise; (İbadet on kısımdır. Dokuzu helali talep etmektir) buyurdu. Biri de bütün ibadetlerdir. Haram yiyen, ibadet etme gücünü kendinde bulamaz. Helal yiyen de, günah işlemez.

***

Bir hadis-i şerif meali:
(Akıllı olan, dua ve ibadet için, nefsini muhasebe için, ayıplarının kendisine haber verilmesi için ve ihtiyaçları için vakit ayırır. Diline sahip olur, zamanını iyi kullanır, işine yönelir ve en sağlam dostuna karşı da ihtiyatlı olur.) [Deylemi]

***

- Müslüman güler yüzlü olmalıdır. Yüzü turşu satmamalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin kardeşinin yüzüne asık bir çehre ile bakana melekler lanet eder.) [Hatib]

- Harbde değil, sulh zamanında ya olduğumuz gibi görünmeliyiz veya göründüğümüz gibi olmalıyız. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hakiki müslümanın özü sözü birdir, işi ile sözü aynıdır, komşusu da şerrinden emindir.) [İbni Lal]

- Hatamızı söyleyeni iyi karşılamalı, ona teşekkür etmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allah’tan kork diyene, sen önce kendine bak diyeni Allahü teâlâ sevmez.) [Beyheki]

- Müslüman, örnek insan olmalı, zorluk çıkarmamalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müslüman, kolaylaştırır, müşkülat çıkarmaz.) [Nesai]

- Elden çıkana veya ele geçmeyene üzülmemek gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dünyadan nasibine razı olan, nasip olmayana üzülmeyen güzel ahlaklıdır.) [E Nuaym]

- Huzurlu olmak için, dünya nimetleri bizden az olana bakmak ve halimize şükretmek gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Zenginlerin yanına girip çıkmayı azaltın. Bu, Allahü teâlânın sizdeki nimetini hakir görmenize sebep olur.) [Hakim]

- Günahları yüzünden yıkılıp viran olmuş bir yere gitmemek iyi olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Helake uğramış bir beldeye uğrarsanız, oradan süratle geçin.) [Taberani]

- Muhatabımız kötü biri veya çocuk olsa, eğer hak için çalışıyorsa itiraz etmemeli, onu desteklemelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Küçük, büyük veya hoşuna gitmeyen biri, hakkı müdafaa ediyorsa, sözü haksa kabul et, bâtıl için çalışıyorsa, sözü bâtılsa reddet!) [Deylemi]

- Maddi ve manevi yönden sıkıntısız iken dua etmek, bela gelince dua etmekten üstündür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İyilikler fenalıkları giderir. Rabbini rahatlık ve bollukta iken zikredeni [hatırlayanı], Allahü teâlâ da, bela zamanında kurtarır, korur.) [Ebu Nuaym]

(Allahü teâlâyı o kadar çok zikredin ki size "mecnun" desinler.) [Hakim]

(Yemeği Allahü teâlâyı zikrederek, namaz kılarak eritin.) [Beyheki]

- Ölümü hatırlamak çok iyidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ölümü çok hatırlayın, ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır.) [Deylemi]

(Ölümü çok anmak, insanı dünyadan çeker, günahlardan sıyırır.) [İbni Lal]

- İmrenilecek kimsenin vasfını Peygamber efendimiz şöyle bildiriyor:
(Şu kimseye imrenilir: Malı azdır, çoluk çocuğu namaz kılar, oruç tutar. İbadetini gizlemeye çalışır. Tanıyanı azdır, meşhur değildir, parmakla gösterilmez. Rızkı yetecek kadardır. Buna da sabreder. Hâlini kimse bilmez. Arkasından ağlayanı az, mirası da fazla değildir.) [Taberani]

- Herkese dert açılmaz, herkesten yardım istenmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Din kardeşinde, hayâ, emanet ve sadakat gibi üç hasleti gördüğünde ondan bir şey ricada bulunabilirsin. Bu vasıfları yoksa, bir şey rica etme!) [Deylemi]

- Allah’tan korkup günahlardan kaçmalı, ibadetleri yapmaya çalışmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allah’a inanan kurtulur; Onu tanıyan ittika eder [Allah’tan korkar]; ittika eden, emin olur. Onu seven haya eder; verdiği rızka razı olanın gözü tok olur; tevekkül edene de kâfi gelir.) [Ramuz]

- Hizmet etmek çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Seferde bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir. Şehitlik hariç, hizmet etme sevabına hiçbir şey ulaşamaz.) [Hakim]

(Müslümanın işini gören, hac ve umre yapmış gibi sevaba kavuşur.) [Hatib]

- İnsanlarda bulunan iyi ve kötü vasıflar çoktur. Peygamber efendimiz birkaçını şöyle bildiriyor:
(İnsanların en kötüsü, yalnız başına yer, ikram etmez, hizmetçiyi döver. Bundan daha kötüsü, insanlara buğzeder ve onlar da kendisine buğzeder. Bundan da kötüsü, şerrinden korkulur ve iyilik beklenmez. Bundan da kötüsü, dünya için ahiretini satar, dinini yer [dini dünya menfaatine alet eder.]) [İbni Asakir]

(En iyiniz, ahidlerini yerine getiren ve nefsini temizleyendir.) [Ebu Ya’la]

(En kötünüz, bağırarak konuşan, belagatla konuşmaya zorlanan ve çok laf edendir. En iyiniz ise ahlakı en güzel olandır.) [Beyheki]

(İnsanların en kötüsü, katı kalbli ve kibirli olandır, en iyisi de, iyi olduğu halde, kıymeti bilinmeyen, zaif, kendisine değer verilmeyendir; O, (şu şöyle olacak) diye yemin etse, Allahü teâlâ onu yalancı çıkarmaz.) [İ.Ahmed]

- Cennetlik ve Cehennemlik olanın vasfını Peygamber efendimiz şöyle bildiriyor:
(Cehennemlik olan kabadır. Ehline, arkadaşına ve topluma karşı kaba davranır. Cennetlik olan ise, mütevazı ve zahid olur.) [Deylemi]

- Ödünç veya hediye vererek yahut bir yardımda bulunarak insanları sevindirmek çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Farzların edasından sonra Allahü teâlânın en çok sevdiği iş, bir mümini sevindirmektir.) [Taberani]

(Mümin kardeşinin yüzüne tebessüm etmek sadakadır.) [C. Sagir]

Bu nasihatlere uyan, dünya ve ahirette mutlu olur.

Kime dinin emirlerini yapmak kolay gelirse, onun salih biri olduğu anlaşılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ahirete ait istediğine kolayca kavuşur, dünyaya ait olana kavuşman zorlaşırsa, bil ki sen iyi bir hâl üzerindesin. Bunun tersi olursa kötü hâldesin!) [Beyheki]

Sual: Ehl-i beytin, büyük faziletini biliyoruz. Peki salih insanların, Allahü teâlânın yanındaki değeri nedir?
CEVAP
Salihler elbette çok kıymetlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Her mütteki insan, ehl-i beyttendir.) [Hâkim]

Sual: Bir kimse, kendisinin salih biri olduğunu anlayabilir mi?
CEVAP
Kolayca anlar. Dinimizin emirlerini yapıp, yasak ettiklerinden kaçan kimse salihtir. Kime dinin emirlerini yapmak kolay gelirse, onun salih biri olduğu anlaşılır.

Hep kadınlar üzerinden yürütülen İslamda kılık kıyafet tartışması bu sefer erkeklere çevrildi. Habertürk'ten Işıl Cinmen'in röportajı bu soruya yanıt arıyor.

MÜSLÜMAN ERKEĞİN DE TESETTÜRÜ VAR

Neden tesettür denince akla hemen “kadın” geliyor; bu konu erkekleri hiç mi bağlamıyor?

Âlemlerin Rabbi Allah'ın dini olan İslam'da, insana ve hayata dair her şey belli ölçülere ve kurallara bağlanmıştır. Normu koyan, belirleyen mübarek Kur’an’dır; uygulamayı gösteren, örnekleyen Rasûl-i Ekrem'dir, aleyhissalâtu vesselâm. Bunlar, mümine ve mümin Müslüman'ın paradigmasını oluşturur. Bu bağlamda, elbette Müslüman erkeğin de tesettürü, yani koruma, korunma amaçlı, hedefli örtünmesi diye bir olay vardır.

Kuralları nedir?

Mübarek Kur'an’ın belirlediği ve Rasûl-i Ekrem (s.a.v) tarafından tarif edilip uygulanmış kural ve ölçülere uygunluk esas. Tertemizlik, insanın yaradılış özelliklerine yani anatomiye uygunluk, gösterişin her türlüsünden uzaklık, yalın bir sadelik, İslami edebe titizlikle uyum gösterilmesi, olmazsa olmazlar.

"BEN İMAN ETTİM” DEYİP, İMAN ETTİĞİNE GÖRE YAŞAMAMAK OLMAZ"

Siz eski komünistlerdendiniz, uzun süre önce ise iman ettiniz. Kıyafetleriniz bu değişimden ne kadar etkilendi?

İnandığın Marksizm de olabilir, İslam da… Önemli olan, inandığına tutarlı yaşamaktır.
“Ben iman ettim” deyip, iman ettiğine göre yaşamamak olmaz. İslam, iman edene bir değerler dizisi verir. Hayatınızı ona göre programlamanız gerekir. Bunun bir parçası da nasıl göründüğünüzle ilgilidir. Beni yakası açık ya da kısa kollu tişörtle göremezsiniz. Müslüman gibi görünen Müslüman bir erkeğim.

Müslümanlığın içine doğmayan, onu sonradan seçen insanlar Müslüman gibi görünmeye daha fazla önem veriyor olabilir mi? Mesela Yusuf İslam ya da Amerika’nın önemli dini liderlerinden İmam Zeyd Şakir gibi…

Dalgalı bir cahiliyeden gelenler, çeşitli rüzgârlara kapılabilirler. Ama çevreleri, kişi İslam’la şereflenince, bunu da bir tür rüzgâr gibi algılar. Bu yüzden, “Biz artık farklıyız, paradigmamız tamamen değişti”yi gösterebilmek için, kılığımızı kıyafetimizi ciddi ölçüde değiştirip simgeler kullanmaya başlarız. Sonradan gelenler, keskin çizgiyi netleştirmek adına simgesel yaklaşımları daha fazla kullanır, doğru. Yusuf İslam yani eski Cat Stevens, benim kardeşimdir, iyi dostumdur. Bizim gibi, İslam’ı sonradan yaşamaya başlayanların genelinin bir ortak kanaati şudur: “İyi ki biz Kur’an’a bakarak, ikna olarak iman ettik; Müslümanlara bakarak bizim iman etmemiz söz konusu olamazdı.”

"TESETTÜR KADINA ÖZGÜ BİR KAVRAM DEĞİLDİR"

Pratikte genel bir problem olduğu aşikâr ama biz kadın ve erkek arasındaki adaletsiz duruma odaklanalım. Neden “kadın neyi yapar/yapamaz?” konusu hep ortada ama “erkek neyi yapar/yapamaz?” hiç tartışılmıyor?

Çünkü erkekler “kadınların ilmihal kitabı”nı yazmaya bayılıyor. Yahu bir dur! Bırak onu kadınlar yazsın, sen erkeklerinkini yaz önce… Ama dini, özellikle de tesettürü, kadın üzerinden tartışmak işlerine geliyor. Dinin ruhunda adaletsizlik yoktur ve tesettür kadına özgü bir kavram değildir. İslami tesettür, maddi ve manevidir. İçeriğini dolduramadığın zaman başını örtmenin ne anlamı var? Başını örtmek, İslami tesettür dediğimiz değerler dizisinin sadece bir unsurudur.

Ama en görünür olanı… Bu yüzden en büyük zorluklarla hep kadınlar karşı karşıya kaldı. En basitinden kadın üniversiteye kabul edilmedi, erkek edildi işte…

Çünkü erkeklerin çoğu oldukları gibi görünmediler, görünmüyorlar; Belçikalı Victor gibi dolaşıyorlar ortada. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) der ki: “Kim bir kavme benzerse, o (kimse de) onlardandır." Mümin erkekler, eve gidin ve aynaya bakın. Hangi kavme benziyorsunuz? Yani hangi topluma ya da topluluğa? Benzediğiniz topluluk, sizin dünya görüşünü her şeyiyle onayladığınız bir topluluksa problem yok ama onaylamadığınız bir topluluğa siz benziyorsanız o zaman mübarek külahınızı önünüze alın ve düşünmeye başlayın.

Yani onlar da mı girmeselerdi üniversiteye?

İslam, kadın ve erkek arasındaki farklılıkları korur ve adil bir şekilde değerlendirir. Bir müminenin girmesinin uygun görülmediği bir ortama, mesela resmi bir davete, müminin girmesi mümineye hakarettir. Mümin bir erkek olarak, senin velin olan bir kişiyi üniversiteden içeri almıyorlarsa, senin girmen caiz değildir, öyle şey olmaz.

Ne anlamda veli?

Mübarek Kur’an’ın gereği bir müminenin iki pozisyonu vardır: Din kardeşimdir, kardeş hükmündedir. İkincisi, “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velisidirler (Tevbe, 9/71)”
Veli, kan bağı olan ya da olmayan, ama kişinin sorumluluğunu üstlenmiş, onun adına konuşma ve karar yetkisi olan kimsedir. İsterse kızım, isterse hanımım, isterse sokaktaki bir mümine benim velimdir ve ben ona yüzde yüz güvenebilirim, demektir.

Tanımadığınız birine güvenebileceğinizi düşünmek için en azından belli simgelere ihtiyacınız var.

Bir mümine de, bir mümin de, 100 metreden gördüğü zaman beni Müslüman olarak algılamalı. Sokakta bir sıkıntı yaşandı diyelim. En basitinden çantasını kaybetti ve eve dönemiyor. Kime güvenecek? İlk güveneceği ve kendisini kesinlikle yanlış anlamayacağına inanacağı tek insan mümindir. Onu göstergelerinden ayırt edemiyorsa, çevresindeki tüm erkekler bu sefer de Alman Hans’a benziyorsa, burada bir tuhaflık vardır.

"ÇEVREDEKİ ERKEKLER ALMAN HANS’A BENZİYORSA..."

Cübbe ve sarıkla mı dolaşsınlar?

Hayır, ama mümin erkek de, mümine kadın kadar görünür olmalı. Bu görünürlük için sarık takması, Arap kıyafeti giymesi gerekmez. Sakalıyla, takkesiyle, gömleğini ilikleyişiyle bir yolunu bulur.

Bu bir emir mi?

Hayır. Mübarek Kur’an’da erkeğin giyimine yönelik doğrudan bir emir yoktur. Bu, erkeğin vicdanına, onuruna, sorumluluk bilincine bırakılmış bir alandır.

Siz denize nasıl giriyorsunuz?

Benim hanımım denize haşema ile giriyor; ben de uzun kollu tişörtle giriyorum.

Neden?

Ailemin benim yakınımda bulunan kadınlarının tamamı örtülü. Onlar, yazın 32 derece sıcakta “Aman sıcak oldu, örtümü açayım” diyebilir mi? Demez ve diyemez. O öyle gezerken, ben şortla, gömleğimi göbeğime kadar açıp “Es bağrıma rüzgâr” diye gezersem, bu edepsizliktir. Böyle yaparsam o kadın beni adam yerine koyar mı? Ben kadın olsam, o adamın koynuna girmem.

"ERKEĞİN TAHRİK OLMASI KADINI İLGİLENDİRMEZ"

“Kadın açık giyiniyorsa…” diye başlayan cümleler var ya hani taciz ya da tecavüzle sonuçlanabiliyor. Sonra da kadın suçlanıyor…

Bak ne demiş… “(Resulüm!) Mümin erkeklere söyle: Bakışlarını yere indirsinler. ... Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır. (Nur, 24/30)”
“Gözünü haramdan sakın” demiş! Bu metnin sahibi Allah’tır. Heidegger yazmış olsa bu kadar ciddiye almayabilirdin ama Allah yazmış, iman etmişsin. Bakışlarını indireceksin, bu senin sorumluluğun, bitti!

Sure’nin 31. ayetinde kadınlara da aynısını söylüyor.

Evet ve metindeki sıralama çok önemli. Tesettür ayeti olarak da bilinen mübarek Nur Suresi’nin 30. ayeti erkeklere, 31. ayeti kadınlara yöneliktir. Allah, önce erkeğin terbiye olmasını uygun gördüğü için önce ona “Gözünü haramdan sakın!” demiş.

Ayrıca iman etmemiş bir kadın, erkeğin tahrik olmasından sorumlu tutulamaz, değil mi?

Erkeğin kadından tahrik olması kadını ilgilendirmez. Kadın, belki Müslüman değil, kime ne? Taciz, yalnızca taciz eden erkeğin günahıdır; sözle ve bakışla taciz de buna dâhil. Mümin bir erkek, herhangi bir kadını rahatsız edemez, bu kadar!

"KADININ EŞİNE HİÇBİR HİZMET BORCU YOKTUR"

İslam’a göre kadın, temizlik, yemek gibi ev işlerini yapmak, çocuğa bakmak zorunda mı?

İbn Hazm, kendisi Endülüslü ciddi bir İslam âlimidir, hiper entelektüeldir; neredeyse 1000 yıl önce şöyle yazıyor: “Kadının, eşine hiçbir hizmet borcu yoktur. Yemek, temizlik, çocuk bakımı ve dokuma ya da bunun gibi hiçbir iş yapmak zorunda değildir. Mümine kadınlar, zinhar üzerlerine vazife olmayan bu hizmetleri yerine getiriyorsa, bu onların asaletinden ve nezaketindendir. Ona göre değerlendirile! Erkek, eğer kadın isterse giyeceğini dikili, yiyeceğini pişmiş olarak sağlamak zorundadır.” Şimdi bak bakalım 1000 yıl sonra, bugünkü İslam toplumunun haline… Kur’an’da erkeğin bir numaralı sorumluluğu, ailesinin geçimini sağlamaktır. Kadın, hiç-bir-şey yapmak mecburiyetinde değildir.

Kadının hiçbir sorumluluğu yok mu?

Kadının yalnızca iki sorumluluğu vardır: Eşine nefsini sunması ve evine sahip çıkması.
Çalışması gerektiği durumlarda onu kimse engelleyemez. Kadın hekimse, hukukçuysa işini yapar.

Muhafazakârlar bu söylediklerinize kızacaktır…

Ben muhafazakârlıktan anlamam. İslam devrimcidir; muhafazakâr olmak, İslam’ın ruhuna aykırı. İslam, Firavun zihniyetine ve sistemine karşı sürekli teyakkuz halinde olma durumudur. İslam’ın temel değerleri vardır; mümin bunları zaten içselleştirir ve muhafaza eder, bu muhafazakâr olmak demek değildir.

"DİNİN İÇİNDEN SAMİMİYETİ ÇIKARIRSANIZ GERİYE RİTÜELLER ENKAZI KALIR"

Din nedir? Yani sizin için…

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) din hakkında çok az söz söylemiştir. İki, üç hadisinden biri şudur:
“Din, nasihattir.” Nasihat ne demek biliyor musun?

Öğüt.

Din, öğütten ibaret olabilir mi?

Emirler olduğuna göre olamaz.

Emirler, hikâyeler, tarihi göndermeler, coğrafi atıflar var. Son peygamber dahi olsa mübarek Kur’an’ın konu alanını bu kadar daraltma yetkisine sahip midir? Vallahi değildir. O zaman şunu düşünmemiz gerekiyor: Biz onun ne söylediğini doğru anlıyor muyuz? Yoksa kelimeler ve kavramlar anlam kaymasına mı uğramış?

Ne anlamda kullanıyor nasihat kelimesini?

Ciddi bir lügata baktığınızda görürsünüz ki, “nasihat” kelimesinin Arapçadaki ilk anlamı “samimiyet”tir. Öğüt, 17. anlamıdır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) diyor ki: “Din, samimiyettir.” Peki, samimiyet nedir? Ben senin samimi olup olmadığını bilebilir miyim?

Belki hissedebilirsiniz ama bilemezsiniz.

Evet, bilemem. Bu konuyu ancak iki yer bilir: Allah ve kişinin kendisi. Buradan varacağımız akli sonuç şudur: “Kul ve Allah arasındaki bağın adı samimiyettir.” Din olgusunun içinden samimiyeti çekip alırsanız, geriye ritüeller enkazından başka bir şey kalmaz. İçi boş, kof, adet yerini bulsun diye yapılan ritüeller… Bugün olduğu gibi. Kur’an, düşünen bir toplum içindir, düşünmezsen bu kitapla bir yere çıkamazsın. Fakat ciddiyetle çalışırsan, düşünürsen ve anlamayı denersen işte o zaman… Kitap, sana açılır ve ne dediğini anlatır.

Bu haberler de ilginizi çekebilir