O (SAV)nun Sevdalıları
Koskoca bir tabloyu önlerine almışlar. Ellerinde birer kurşun kalem her birisi bir köşesinden, bir yerinden resmediyor nur yüzlü gençler.
Koskoca bir tabloyu önlerine almışlar. Ellerinde birer kurşun kalem her birisi bir köşesinden, bir yerinden resmediyor nur yüzlü gençler. Kimisi gençliğinin olgunluğunda, kimisi sakalları ve bıyıkları daha tam oturmamış güzel yüzlü fedekâr gençler… Özveriyle canla ihlasla sanatlarını icra ediyorlar. Kimisi bir köyü resmediyor. Köyün camisini, kubbelerini itinayla yapıyor. Öyleki hiçbir ayrıntıyı kaçırmamaya çalışıyor. Öbür yandan kimisi hemen alt tarafta mezraları resmediyor. İtinayla, fedekârane, canla başla… Bunu yaparken aralarındaki muavenet ve uyum göze çarpıyor. Sonra kontrol ediyor daha olgun olanları, acaba düzgün yaptık mı diye. Ortaya güzel bir sanatı, göze hitap eden bir manzarayı sergilemeye çalışıyorlar. Sanki üst adımın Serhad’ını yeniden inşa ediyorlar. Güzel kokulu nurlu Serhad’ı… Belki de Üstadım bıraktığından beri böyle bir yenilemeden geçmemişti. Kim bilir belkide bu restorasyona ihtiyacı vardı Serhad’ın. Erek Dağı’nı, nurlu dağını bağrında barındıran serhad… İşte Serhad’ın bu yiğit ve ihlaslı gençleri sanki Üstadlarına bir vefa borcunu yerine getiriyorlar. Öyleki her ayrıntıya dikkat ediyorlar. Bir sadakat örneği sergiliyorlar. Manzarayı kurşun kalemle yapmalarına karşın bazı yerlerinin, bilhassa köylerinin yeşilliği göze çarpıyor. Gençlerden olgun olanları kontrolden sonra şunu söylüyor: “Bunu kurşun kalemle resmettik, şimdi yağlı boya ile üzerinden geçmemiz lazım. Bu onun sağlam olmasını, kavi olmasını sağlar; asıl güzelliğini ortaya çıkarır. Bu onun uzun ömürlü olmasını, gerçek bir manzaraya dönüşmesini sağlar.”
Kaylule uykusundan uyandığımda bu güzel manzaradan koptuğumu anladım. Halbuki ne kadar da hoşuma gitmiş, seyri doyumsuz bir hal almıştı. Ve ben daha çok seyretmek istiyordum. Asıl güzelliğini verecek olan yağlı boya kısmını merak ediyor, manzaranın tamamlanmasını bekliyordum. Ama maalesef bunu göremeden uyanmıştım. Bu doyumsuz manzaradan ayrılışım, beni üzmekle beraber bu rüyanın üzerinde düşünmeye ve yorumunu tefekküre sevk etti. Fakat önce bir abdest almam gerektiğini düşündüm. Abdest aldıktan sonra rüyamdaki tablo tekrar gözümde canlandı. Evet, elbette bu boş bir rüya değildi. Bu diyarda, bu Yusufi mekanlarda rüyalar hakikat bahçelerine açılan kapılardır. Bu tecrübeyle sabittir. Bunun farkında olarak hikmetinden sual ediyordum. Derken manzara yavaş yavaş beliriyordu. Tabiki bu boş bir rüya değildi. Bu adğasu ahlam olamazdı. Hele böylesi mübarek bir ayda; ölümünden sonra bulduğu, çekirdeklerinin çatlamasıyla yeryüzünü bir hareketliliğin kapladığı, sanki en süslü ve en güzel elbiselerini giymiş gibi her tarafın yeşille kaplandığı, neşv u nema olduğu bu mübarek ayda... Öyle bir ayki bütün kainatın onun hatırı için yaratıldığı Hatemül Enbiya (SAV)’in dünyaya teşrif ettiği bir ayda… O (SAV)in gelişiyle ölüme yüz tutmuş yeryüzünün yeniden hayat bulduğu, rahmet sağanağının oluk oluk aktığı bir ayda; hayatın anlam kazandığı, kulların yaratılış gayelerinin nalam bulduğu, kutlu habercinin teşrif ettiği bu ayda... Yüreklerimizin, ailemizin, köylerimizin, beldelerimizin, ilçe ve illerimizin onunla yeniden canlandığı, belki tüm yılın gafletini ve yorgunluğunun üzerimizden atıldığı, unutmaya yüz tutmuş ümmet bilincinin onunla yeniden hayat bulduğu bir ayda… Evet, bu boş bir rüya olamazdı, bu çok açıktı. Gerçeğin kapısını aralayan, hakikati gösteren ve şükür gerektiren bir rüyaydı bu. Öyle bir hakikat ki karanlıklarda söylemeye çekindiğmiz hakikati bugün meydanlardan ve çatılardan haykırdığımız bir hakikat... O (SAV)’in sevdasına sevdalandığımız bir hakikat, O’nun sevdalılarının O’nu unutmadığı, yüreklerinde hissettiği bir hakikat... Bizlere gelince bu Yusufi diyarın sakinleri olarak her ne kadar onlarla beraber olmasak da inanın ruhen aynı atmosferi aynı güzellikleri yaşıyormuşcasına aynı duygu ve düşünceleri paylaşıyoruz. Ruhumuz onlarla beraber köy köy, diyar diyar O’nu, SAV’i ve o kutlu sevdayı anıyor. Onlar memleketimizde isimlerini dahi bilmediğimiz köylerde, mezralarda, ilçelerde Onu anıyorlar. O’nunla köylerimizi, mezralarımızı imar ediyorlar, onunla süslüyorlar; ölmüş yüreklere ve beldelere onunla hayatı yeniden ulaştırıyorlar. Bizler de ruhumuzla, dua ve niyazlarımızla, duygularımızla onlarla aynı atmosferi paylaşıyoruz. Gözlerimize ve kulaklarımıza Rehber olan Doğru Haberlerle manzaraya baktığımızda nimetin büyüklüğünü anlıyor, yüreklerimizde biriken hamd ve şükür damlacıklarımızı göz kanallarımızla dışarıya akıtıyoruz. Her organizasyonu hayretler içerisinde izleyerek bu tabloyu oluşturan; sunucuların, konuşmacıların, ilahi söyleyen küçücük çocuklarımızın O’nu, SAV’i anarken gösterdikleri olgunluk, sükunet, ustalık, işinin ehli olma durumu bizleri hayretler içerisinde bırakıyor. Belki aynı zaman veya aynı gün içerisinde bir çok yerde yapılan bu etkinliklerin bütün kadroları aynı başarıyı, aynı güzelliği, aynı fedekarlığı bu tabloya resmediyorlar. Öyleki, sanki yıllardır bu işler üzerinde çalışmış ve bunun eğitimini görmüşlercesine işinin ehli olma vasfını taşıyorlar. Köylerimizde, şehirlerimizde halkımızla omuz omuza vererek bir fedekârlık, bir muavenet örneğini sergiliyorlar. Gelen misafirlerini en güzel şekilde ağırlamak için canlarıyla, mallarıyla hizmet ediyorlar. Tatlı bir yarışmanın içerisinde kazancı bol bir sâ’yi ahiret azığı yapma gayretiyle çabalıyorlar. O’nun, SAV’in gül kokusunu almak, O’nun şefaatine nail olmak, O’na komşu olmak, en önemlisi O’na layık olmak için yarışıyorlar. Evet ancak O’na lâyık olanlar O’nu anabilirler. O’nun sevdasını yaşayanlar, O’nunla sevdalananlar, O’nun derdiyle dertlenenler, O’nun için candan maldan geçenler O’na lâyık olabilirler. Bu Rabbimin bir lütfudur, dilediğine bahşeder. Bu şükür gerektiren, hamd gerektiren, tevazu gerektiren bir nimettir. Zira nimeti vereni yani Mün’im-i hakikiyi bilmeyi gerektiren bir nimet, ihlas gerektiren, boyun bükmeyi gerektiren bir nimettir. Bu güzelliğin aslında Rabb-i Rahim’in bir lütfu ve bir keremi olduğunu, bunu dilediği kuluna bahşettiğini, layık olmayan ehil olmayana nasib olmayacak bir nimet olduğunu bilmek gerektir. Nitekim bazı yerlerde bu sevdaya engel olmak isteyenler oluyor. Bu nasipsizlere kızmadan acımak gerekiyor. Zira Rabbim onları bu güzellikte, nasibdar etmek istemiyor. Onlar ve onların platformları, o kutlu sevdaya ortak olmak için layık değillerdir. Belki Efendimiz (SAV)’in mübarek isminin bu platform üzerinde anılmasına razı olmayacaktır. O süslü platformları değil, Onun sevdasıyla ağlayan, ayrılığa dayanamayan bir kütüğü buna tercih edecektir. Evet, onun ayrılığına dayanamayan, tıpkı bir deve yavrusunun inlemesi gibi, onun arkasından ağlayan ve inleyen bir kütüğü…
Bütün bu güzelliklerle beraber tablonun henüz bitmediğini, tabloya asıl güzellik katacak olan yağlı boyayı bir sanatçı edasıyla buna işlemek gerektiğini, bunun için çabanın ve ihlasın birinci şart olduğunu görüyoruz. Bunun yanısıra baharın gelişini yeşilliklerin tüm arzı sarması ve hasat bulması için sabır, sebat ve teenniye ihtiyaç olduğunu görüyoruz. Bunun için zamana ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. Rabbim çabalarımızı, gayretlerimizi bereketli kılsın. Bizleri O’na SAV’e lâyık, sevdasına sevdalı, yoluna yolcu kılsın. Onun ve Onun yolunu takip eden ashab, evliya, asfiya ve yoluna kurban olanlar gibi ihlaslı olmayı ve kalp safiliğini nasib etsin.
Amin ve Elhamdülillahirabbilalemin.
Turan Boldağ
Tokat T Tipi Kapalı Cezaevi