• DOLAR 32.455
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.98
  • ...
Başörtüsü Eylemleri`nde Bu Hafta
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformunun 420. hafta basın açıklamasını, Kocaeli insan Hakları Savunucuları Derneği Genel bşk. Yrd., Mukayeseli Hukuk Doktoru Dr. Abdülmecit Karaaslan tarafından İzmit İnsan hakları parkı, Özgürlük Meydan`ında yapıldı. Açıklamanın konusu Anayasa komisyonunda, AKP li üyelerin Yeni Anayasada laikliğin olacağı konusunda basına yanıysan haberler üzerine, hükümete tepkiydi. Bu güne kadar başörtü yasağı Anayasadaki laiklik ilkesine dayandırılmış ve bu ilke yüzünden Türkiye`deki Müslümanların çok canı yanmış, yüz binlerce Müslüman bayan, eğitim hakkından, çalışma hakkından mahrum kalmıştı. Bu ilke, iktidar el değiştirince art niyetli kişiler tarafından tekrar Müslümanlara zulmetmek için kullanılacağı muhakkak. Fransa ve Türkiye dışında hiç bir Avrupa ülkesinde dahi olmayan laiklik ilkesi, hükümet tararından , halka sorulmadan Anayasaya konulması durumunda, hükümet, bu ilkeden çok çekmiş mazlum halkın Yeni Anayasaya evet diyeceğini hiç düşünmesin!. Çünkü bu ülkedeki her ailede, bu ilke yüzünden eğitiminden, işinden olmuş bir veya birkaç canı yanmış vatandaş var. Basın açıklamamsının konusu, halkın seçtiği vekillere bu konuda uyarısıyla ilgiliydi.

BASIN AÇIKLAMASININ TAM METNİ:

KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU 9.YIL, 420 HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
TÜRKİYE İNSANİ VE İSLAMİ (((İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI DERNEĞİ)))
resmi basın açıklamasıdır. ( KOCAELİ- TÜRKİYE )


Değerli halkımız ve basın mensupları. Yeni anayasa yapımı sürecinde hükümet ve Ak Parti içinde bazı odakların laiklik ilkesinin yeniden anayasada yer alabileceği hususunda bir takım beyanatlar verdiğini basından öğrendik. Hükümetten bu hususta sakın ha bir hata yapmamalarını aksi takdirde bir çok kimsenin aşırı yorumla bundan mağdur olacağını hatırlatıyoruz. Aksi takdirde şimdiden laiklik ilkesinin yer aldığı bir anayasaya hayır diyeceğimizi belirtiyoruz.

Bilindiği gibi laiklik bu millete okullarda küçükken; “Din ve devlet işlerinin birbirine karıştırılmaması, birbirinden ayrı olması” olarak anlatıldı. Nasıl ki ruh ve beden birbirinden ayrılamıyorsa, dine sahip dindar bir devlet adamı ile devlet kurallarını yüzde yüz birbirinden ayıramayız. İnsan ruhu ve bedeni ile bölünmez bir bütündür. Bu açıdan devlet laik olur ama kişi laik olamaz. Bu bağlamda kişi, olsa olsa laikliğin farklı uygulamalarını benimseyen anlamında “laiklik destekçisi” olur.

Kökenbilim anlamıyla “laic:laik”; “bedensel, bedenin arzularına göre yaşayan, kilise din adamları/ruhban sınıfından olmayan” demek olup, bireysel yaşamında hiçbir dini veriyi dikkate almadan yaşayan demektir. Bu anlamda laik, çok az insanımızın olduğunu düşünüyorum. Şayet bir kimse, Cumhuriyet Yönetiminde tek tipçi bir laiklik anlayışını benimserse, o zaman laikçilik/laisizm olur ki bu da bir ideolojidir. İdeolojik devlet anlayışı anayasamızdaki hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Bu açılardan laikliğin birçok tanımı vardır. Bizi tanımı değil de nasıl algılandığı ve uygulandığı ilgilendiriyor. Laiklik din ve vicdan özgürlüğünün garantisi olarak sunuldu. Dindar olanla olmayanın hayat tarzı noktasında birbirine karışmaması olarak alındığı söylendi. Ama bir türlü uygulamada bu karışıklık giderilemedi. Devlet yöneticileri ve memurları tarafından hep görünen dini özgürlüklerin önünü kesmede kullanıldı, devlet dine hep müdahale etti yani aslında gerçek laiklik uygulanmadı bile denilebilir. Gerçek laikliği uyguladığını iddia eden Fransa da Papa`dan özür diledi.

Neticede ister büyük yaşta, ister küçük yaşta olsun kişiler; bu laiklik tanımındaki dinden; namaz kılmak, başörtüsü, sakal gibi dinin görünen davranışlarının devletin kontrolündeki bina ve benzeri alanlarda yer almamasını anladılar. Bu duruma göre, “bir kişi devlet görevi almazsa, namaz kılar, başörtüsü örter, sakal bırakır ama başbakan olursa, müdür olursa, öğretmen olursa, memur olursa bunları yapamaz. Ama müstahdem hizmetçi gibi bir memur olursa başörtüsü takabilir. Laiklik hep bu şekilde anlaşıldı. Laiklik bu halkın inancını yaşamasına engel olma aracı olarak kullanılageldi.

Aslında kurumsal anlamda laikliği gerektirecek bir devlet yapılanması Osmanlı/Türk coğrafyasında yoktu. Bizde kilise kurumunun karşılığı olabilecek, yönetim üzerinde baskı uygulayan bir teokratik anlayış yoktu. Bu anlamda Prof. Dr. Bernard Lewis Türkiye`de yaptığı bir konuşmada “aslında sizin laikliğe ihtiyacınız yoktu.” Demiştir.

Bu ülke cumhuriyetse, cumhuriyet de en sade kökenbilim sözlük anlamıyla çoğunluğa ait değerlere göre yönetim ise, halkının ezici çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, kişilerin dini inancını özgürce yaşamasına engel olacak laiklik uygulamasının kararı, halka sorulmadan nasıl alınabilir? Kişilerin şahıs bütünlüğünü bozan, dinin kıyafetle ilgili değişmez kurallarına aykırı olan, dışarıda ayrı kamunun yani herkesin malı olan devlet binasında ayrı kıyafet şekli, hem adalet anlayışına ve hem de pozitif hukuk normlarına ve hem de mantığa aykırıdır. Bu, antidemokratik, faşizan bir uygulamadır.

Bu güne kadar halkın dini özgürlüklerini yasaklayanlara “-başörtü yasakçıları, okulda namaz yasakçıları” denilmiyor muydu? Veya başörtüsünü yasaklayanlar “-bu uygulama anayasanın laiklik kuralına aykırı” demiyorlar mıydı? Bütün bunlara rağmen; anayasa taslağı hazırlayanların, halâ net bir tavır göstermemeleri, yeni sivil anayasada laikliğin neredeyse aynen yer alacağı gibi bir izlenim doğuruyor.

Laikliğin yer alıp almayacağının net ifade edilmemesi, bizleri acı acı düşündürmektedir. Laikliğin ne olduğu, neleri yasaklayıp-özgür bıraktığı tartışılır. Ama tartışılmayacak tek bir şey vardır Türkiye`de: o da laikliğin, halkın dini inançlarını özgürce yaşamasına engel olma amaçlı kullanıldığıdır. Şimdi birileri kalkmış diyorlar ki: “-laiklik ilkesine asla dokunulamaz”. Kendilerine soruyoruz: “-Siz kimsiniz? Bu ülke, sizin tapulu malınız mı? Halk, kul ve sürü mü? Hani Osmanlıda halk kuldu diye eleştiriyordunuz. Yoksa Cumhuriyette de halk, kul mu? Kaç kişisiniz? Ve hangi yetkiyle bu ülkede halkın inancını özgürce yaşamasına engel olmaya kalkışıyorsunuz? laiklik ilkesinin, demokrasinin bir gereği olarak cumhura yani çoğunluğa sorulup, referanduma götürülmesini istiyoruz. Hiç kimsenin başörtü yasağının mesnedi olan laikliği, Cumhura sormadan, referanduma götürmeden, Yeni Anayasaya sokmaya hakkı yoktur.

Üç beş yasakçı, minik azınlık hoşlanmıyor diye kimse 70 milyon insanın dini inancını vatanında özgürce yaşamasına engel olamaz. Yoksa uğruna savaştığımız değerlerin ve başörtüsüne dokunan iki Fransız askerine Maraş`ta kurşun sıkan Sütçü imam`ın ve ecdadımızın mücadelesinin çok bir önemi kalmaz. İtiraz varsa bu konuda, demokrasilerde çoğunluğun neyi istediğine bakılır. Bu konuda son karar mercii; cumhurun, yani halkın kendisi ve referandumla alınacak karardır. Yeni anayasaya; halkın dinini özgürce yaşamasını yasaklayan laiklik kuralı, halka sorulmadan konulacaksa, hiç kimse bu ülkenin cumhuriyet; yani çoğunluğa ait bir yönetim olduğunu iddia edemez. İddia edenler varsa demokrasiden bahsetmesin. Bu ülkede, cumhuriyetten, demokrasiden, halkın seçme iradesinden sakın bahsetmesin lütfen!. Herkes şunu iyi bilsin ki, halk olarak biz Müslüman halkın önüne , içinde laiklik kuralı olan bir yeni Anayasa gelirse , buna HAYIR oyu verceğiz. Çünkü başörtü yasağının mesnedi Laikliğe evet demenin vebali, Allahın önünde hesabını vermek vardır. Hükümeti uyarıyoruz, asla Müslümanları banko Yeni Anayasaya EVET oyu veriler diye düşünme gafletine kapılmasın. Katıldığınız için hepinize teşekkür ediyoruz.

Kocaeli insan Hakları Savunucuları Derneği

ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU`NUN
04 MAYIS 2013 TARİHLİ 378. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Değerli basın mensupları ve sevgili misafirler! Basın açıklamamıza hoş geldiniz.
Bilindiği gibi, hemen yanı başımızda, Suriye`de iki yılı aşkın bir zamandır, tüm dünyanın gözü önünde büyük katliamlar yapılmaktadır. Evet, iki yıldır kendi halkı üzerine misket bombası, parça tesirli bomba ve vakum bombası yağdırarak çoluk-çocuk, kadın-erkek, yaşlı-genç demeden masum ve savunmasız sivil halkı katleden Esed ordusu, şimdi de kimyasal silah kullanmaya başlamıştır. Soğuk kış günlerinde aç-susuz, yiyecek, giyecek, ilaç, barınak vs. bulamayan; ölüme yada bir başka ülkeye ilticaya mahkum edilen mazlum Suriye halkı şimdi de kimyasal silahlar ile toplu ölümlere maruz kalmaktadır. Bu güne kadar 70 binden fazla insan katledilmiş, 1 milyonun üzerinde insan başka ülkelere göç etmek zorunda bırakılmıştır. Başta zulmü işleyen Esed olmak üzere O`na destek veren, Rusya, Çin ve İran`ı tel`in ediyor, bu katliama sessiz kalan ülkeleri de şiddetle kınıyoruz. Diğer yandan tüm halkımızı ve sivil toplum kuruluşlarımızı yiyecek, giyecek ve ilaç sıkıntısı çeken Suriye halkına karşı yardımların ulaştırılmasında hassasiyetlerini aynı hızla devam ettirmelerini ve yardımlarını bir an önce ulaştırmalarını istirham ediyoruz.
Bir başka zulüm ve katliam da Myanmar`ın Arakan bölgesindeki Müslümanlara yapılmaktadır. İnsanlıktan çıkmış Budist teröristler Müslümanları, ellerinde satırlarla saldırıp doğruyor, diri diri yakıyorlar. İki cami ve 157 ev ateşe verilmiş, Kur`an-ı Kerimler parçalanmıştır. Myanmar yönetiminin bu vahşetteki rolü ifşa edilirken, dünya hala bu katliam ve zulümler karşısında sessizliğini sürdürmektedir.
Suriye`deki Esed ordusunun katliamlarına destek veren Rusya`da ise, Rus istihbaratı ile Rus polisi, Moskova`da bir camiye baskın düzenleyerek 140 Müslüman`ı gözaltına almıştır. Gerek Myanmar yönetimini, gerekse İslâmî okulları kapatan, Müslümanlar üzerindeki baskıyı arttıran ve son olarak da camilere baskınlar düzenleyen Rus yönetimini şiddetle kınıyor, insanlık dışı bu uygulamalarından vazgeçmeye davet ediyoruz.
Diğer yandan terör`ün ve katliamların başını çeken işgalci Siyonist İsrail, yine Gazze`ye insansız hava aracı ile saldırı düzenlemiştir. Bölgedeki baskı ve sindirme politikasını arttıran Siyonist İsrail, Filistinli balıkçılara da silahlı saldırıda bulunmuştur. Mavi Marmara saldırısından dolayı tazminat ödemeyi kabul eden İsrail`in, bu saldırgan tutumları sebebiyle sadece tazminatla bu işi geçiştirmesine fırsat verilmemeli, uluslar arası ihlal ve suçları sebebiyle, mutlaka gereken cezalara da çarptırılmalıdır. Mavi Marmara saldırısının şehit, yaralı ve yakınlarının her türlü hak ve davalarının yakın takipçisi olunmalıdır.
Son olarak, basın açıklamamızda her zaman dile getirdiğimiz önemli bir hususu tekrar kamuoyunun ve ilgililerin gündemine arz etmek istiyoruz: Anayasa ve insan haklarının tartışıldığı, fakat ciddi bir sonuca ulaşılamadığı şu günlerde başörtülü hanımların eğitim ve çalışma hakları mutlaka hukuki/ kanunî güvence altına alınmalıdır. Gözden kaçırılmaması gereken bir husus da kadınların kılık ve kıyafetleri bahanesiyle, keyfi olarak eğitim ve çalışma haklarını engellemeye çalışanlara verilecek cezaların hukukî metinlerde mutlaka gösterilmesi konusudur. Yoksa verildiği söylenen haklar birilerinin keyfi uygulamaları ile hep ihlal edilecek; devlet eliyle, devletin resmi kurum ve kuruluşlarında kadın ayırımcılığına zemin hazırlanmış olacaktır.
Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşmak temennisiyle katılımlarınız için teşekkür ederiz.
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU

Bu haberler de ilginizi çekebilir