HÜDA PAR: Piyasa spekülatörlere ve kötü niyetlilere teslim edilmemeli
HÜDA PAR, temel gıda fiyatlarındaki artışa dikkat çekerek, "Piyasa spekülatörlere ve kötü niyetlilere teslim edilmemelidir. Ekonomi ile ilgili atılan adımların muhtemel sosyal ve siyasal sonuçları göz ardı edilmemelidir." çağrısında bulundu.
HÜDA PAR Genel Merkezi, yaptığı yazılı açıklamayla asgari ücret, temel gıda fiyatlarındaki artış, tasarrufun önemi, faize alternatif çözümler, döviz kurundaki dalgalanmalar, ekonomide sosyal adalet ve dar gelirli vatandaşlara doğalgaz desteği gibi konularda değerlendirmelerde bulundu.
Asgari ücret ailenin geçimini karşılamalıdır
7 milyon asgari ücretli işçinin, aileleri ile birlikte asgari ücret görüşmelerinden çıkacak neticeyi umutla beklediğine işaret edilen açıklamada, TL’nin alım gücü düştüğü, asgari ücret açlık sınırının altına indiği hatırlatıldı.
Son bir yılda gıda fiyatlarındaki astronomik artışlar, hayat pahalılığı ve mutfak enflasyonunun mutlaka göz önünde tutulması gerektiğine dikkat çekilen açıklamada, yeni yıldaki asgari ücretin insani, İslami ve de vicdani olması talep edildi.
"4 bin TL’nin altında bir rakamın ihtiyacı karşılaması mümkün değildir"
Açıklamada, "Buna göre 4 bin TL’nin altında bir rakamın ihtiyacı karşılaması mümkün değildir. Asgari ücreti yeniden tanımlamak ve vergiden arındırmak da hükümetin atması gereken iki önemli adımdır. Mevcut asgari ücretin tanımı adil değildir. Resmi tanımda işçinin bakmakla yükümlü olduğu ailesi hesaba katılmamıştır. Bu tanımlama; sadece işçinin değil, 'bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerin tamamının zaruri ihtiyaçlarına yetecek kadar ücret' şeklinde değiştirilmelidir." denildi.
Açıklamada, "Sosyal devlet anlayışı gereği asgari ücretli, ekonomik sıkıntılara kurban edilmemeli; asgari ücret belirlenirken hem işçi hem de işveren düşünülmelidir. Devlet, elini daha fazla taşın altına koymalı, asgari ücretli vergiden muaf tutulmalı ve SSK primlerinde indirime gidilerek istihdam teşvik edilmelidir." çağrısında bulunuldu.
"Temel gıda ürünlerinin fiyatları denetimsiz bırakılamaz"
Kurlardaki büyük artış ve dalgalanmanın hemen hemen her ürüne zam olarak yansıdığına dikkat çekilen açıklamada, "Yarının ne olacağının öngörülememesi ve istikrarsızlık halkta paniğe yol açmaktadır. Piyasada stokçuluk ve keyfi fiyatlandırmalar ciddi mağduriyetlere neden olmaktadır. Temel gıda ürünlerinin fiyatları denetimsiz bırakılamaz. Devletin ilgili kurumları halkın endişelerini ortadan kaldıracak girişimlerde bulunmalıdır. Yapılan çelişkili açıklamalar halktaki endişe ve paniği daha da artırmaktadır. Bir an önce durum kontrol altına alınmalı, piyasa spekülatörlere ve kötü niyetlilere teslim edilmemelidir. Ekonomi ile ilgili atılan adımların sosyopsikolojik etkileri dikkate alınmalı, muhtemel sosyal ve siyasal sonuçları göz ardı edilmemelidir." ifadelerine yer verildi.
"Tasarruf tedbirleri artırılmalıdır"
Yılbaşından bu yana döviz kurundaki artış sebebiyle Türkiye’nin dış borcunun 2 trilyon 88 milyar TL arttığının hatırlatıldığı açıklamada, döviz kurlarındaki artışların neden olduğu hayat pahalılığının dar gelirlinin belini büktüğü belirtildi.
Açıklamada, "Devlet bu sürecin ağırlığını vatandaşları ile birlikte taşımalı, kamuya ait giderler yeniden gözden geçirilerek tasarruf tedbirleri artırılmalıdır. Kritik zamanlarda ölü yatırımlardan kaçınılmalı, israfın önüne geçilmeli, yolsuzluklarla etkin ve caydırıcı şekilde mücadele edilmeli, tasarruf tedbirleri denetlenmeli, lüks ve şatafattan uzak durulmalıdır. Eldeki imkanlar üretime yönlendirilerek ekonomik kırılganlığın önüne geçilmeli ve ekonomi şok dalgalarına karşı dirençli hale getirilmelidir." değerlendirmesinde bulunuldu.
Döviz üzerinden işletme garantisi verilen yap-işlet-devret yatırımlarının döviz kurlarındaki artış sebebiyle muhammen bedelinin 3-4 katına çıktığı ifade edilen açıklamada, bütçeyi zora sokan bu sözleşmelerin, sözleşme tarihindeki kurun baz alınarak sabitlenmesi gerektiği kaydedildi.
Faize alternatif çözümler geliştirilmelidir
Açıklamanın devamında, Türkiye’de tırmanan döviz kuru sebebiyle tartışılan faiz sorununun, küresel sermaye sistemi ile çalışan bütün ülkelerin temel sorunu haline geldiği ifade edildi.
Açıklamada, şunlar kaydedildi:
Mevzuat ve ayrıcalıklarla el üstünde tutulan küresel tefeciler ülke ekonomisinin iflah olmasına asla izin vermezler. Faiz, yürürlükteki kapitalist ekonomi anlayışının ayrılmaz bir parçasıdır. Hükümet faizle mücadelede her ne kadar kararlılık vurgusu yapsa da mevcut sistem içerisinde kaldığı müddetçe faizin yıkıcı etkisinin önüne geçmesi mümkün değildir. Kapitalist sistemde üretici ile sermaye birbirinden ayrılmıştır. Sermaye, hiçbir riske girmeden paradan para kazanırken bütün riskler üreticiye kalmakta, çoğu zaman da zarar etmektedir.Üretimin ihtiyaç duyduğu finansmanın faize dayalı olması, ekstra bir maliyet artışı getirmektedir. Maliyetlerin yükselmesi pahalılığı getirmekte, bu da enflasyon baskısı oluşturmaktadır. Faizle mücadelede sonuç alabilmek, faize alternatif mecraların geliştirilmesine bağlıdır. Bu anlamda sermayenin üretici ile kâr-zarar ortaklığına dayanan iş birliği modeli önemsenmelidir. Sermayenin hiçbir risk almadan garantici faiz getirisi ile seçkinci zümrelerin elinde bir baskı ve sömürü aracına dönüşmesine son verilmelidir. Faizsiz finans kurumları daha fazla inisiyatif almaya yönlendirilmeli, üretici nezdinde daha cazip hale getirilmelidir. Yatırım riski almadan faizle büyüyen sermayeyi yatırımlara mecbur bırakmanın yolları mutlaka açılmalıdır.
Dövizin alternatifi üretim ekonomisidir
Doların küresel sultasının tüm dünyada yerel para birimlerini olumsuz etkilediği ifade edilen açıklamada, "Amerika ekonomisi kötüye giderse faiz artırımına gidilir, faizden pay kapma yarışı nedeniyle küresel sermaye Amerika’ya akar. Amerikan ekonomik göstergeleri iyi olsa dolar yine tırmanışa geçer. Bu kısır döngü hep böyle devam eder. Bununla baş etmenin en etkili yollarından biri, diğer ülkelerin ticarette dolar yerine yerel para birimlerini tercih etmeleridir. Ancak dünyada arayışlar olmasına karşın böyle bir konsensüs oluşabilmiş değildir." görüşünde bulunuldu.
Açıklamada, "Türkiye’de tarımdan sanayiye her türlü üretim faaliyetlerinde girdilerin önemli bir bölümünün ithal edilmesi dolara kaçınılmaz bir bağımlılık oluşturmuştur. Yerel paranın dolara karşı ayakta kalması, özellikle ithalat – ihracat dengesinin tutturulmasına bağlıdır. Cari açık, yerel paranın dolar karşısında istikrarlı bir şekilde değer kaybetmesine neden olmaktadır. Ülkeye yeteri kadar döviz girdisinin sağlanması, daha fazla üretmekten ve ithalatı karşılayacak daha fazla ihracattan geçmektedir." denildi.
"Hükümet, süreci bir kriz merkezi hassasiyetiyle yönetmeli, yardım almaktan geri durmamalıdır"
Türkiye'nin, büyük bir ekonomik krizin tam ortasında bulunduğuna işaret edilen açıklamada, bu krizin üretimden tüketime, ithalattan ihracata bütün sahalarda etkisini ağır bir şekilde hissettirdiği ifade edildi.
Açıklamada, "Temel tüketim maddeleri ile akaryakıt ve enerji fiyatlarında yaşanan astronomik artışlar dar gelirlinin belini bükmüştür." denildi ve şunlar kaydedildi:
Hükümet, yaşanan bu süreci spekülatif ekonomik reaksiyonlar ile izah etmeye çalışmaktadır. Ancak yaşanan bu çalkantının halk nezdinde bir izahı yoktur. Vatandaşlar süreç hakkında aydınlatıcı açıklamalar beklemektedir. Şu anda piyasalar panik ve kaos ekonomisine doğru hızla ilerlemektedir. Bunun önüne geçebilmek için hükümet şeffaf olmalı, gidişatı bütün açıklığıyla ortaya koymalıdır. Böyle olmadığı takdirde vatandaş sebepsiz sarsıntıların ortasında kalacaktır. Hükümet, bu süreci bir kriz merkezi hassasiyetiyle yönetmeli; yararlanabileceği bütün akademik, politik ve ilmi kadrolarla bir araya gelmekten çekinmemeli, gidişatın düzeltilmesi için yardım almaktan geri durmamalıdır.
"Ekonomik krizlerden en çok etkilenen yoksul kesime öncelik verilerek politikalar geliştirilmeli"
Ekonomik anlamda Türkiye'nin en önemli sorununun, "sosyal adaletin sağlanamaması" olduğuna dikkat çekilen açıklamada, gelir ve vergi dağılımının hakkaniyete göre yapılmamasının, büyük haksızlık ve adaletsizliklere neden olduğu ifade edildi.
Açıklamada, "Zengini daha zengin, fakiri ise daha fakir hale getiren bir iktisadi anlayışın toplumda adaleti ikame etmesi mümkün değildir. İnsanların asgari yaşam koşullarının (sağlık, eğitim, barınma, iaşe, giyim, elektrik, su ve doğalgaz) temini devletin vatandaşına karşı sorumluluğudur. Ekonomik krizlerden en çok etkilenen yoksul kesime öncelik verilerek politikalar geliştirilmesi bir zorunluluktur." denildi.
Dar gelirli vatandaşlara doğal gaz desteği
Dar gelirli vatandaşlara doğal gaz desteği çağrısında bulunulan açıklamada, "Yaşanan ağır ekonomik kriz nedeniyle alım gücü iyice düşen dar gelirli vatandaşlarımızın elinden tutmak, sosyal devlet ilkesinin bir gereğidir. Su, elektrik ve doğal gaz faturalarını ödemekte hatta evine ekmek götürmekte dahi ciddi olarak zorlanan vatandaşların ağır kış şartlarında büyük sıkıntılar yaşayacağı aşikardır. Hükümetin bu ağır kış şartlarında, dar gelirli vatandaşlara doğal gaz desteğinde bulunması, doğalgazın verilmediği yerleşim yerlerinde ise yakacak verilmesi ciddi bir ihtiyaç haline gelmiştir. Kişi başına düşen gelir durumuna göre belli bir kota ile en azından kış aylarında dar gelirli vatandaşların ısınma ihtiyacı devlet tarafından karşılanmalıdır." değerlendirmesinde bulunuldu. (İLKHA)