• DOLAR 34.55
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...
Hayır bu bir magazin yazısı değildir!
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Mustafa Karakaş

90’lı yıllarda televizyonlarda kasırga gibi esen Brezilya dizileri vardı.

Aldatma, entrika, çıplaklık üçgeninde dönüp dolaşan ve gündüz kuşağında genç kızları, kadınları esir alan diziler…

Son yıllarda Brezilya dizilerinin yaydığı necis kokuları artık Türkiye dizileri yaymaya başladı.

Brezilya'nın Manuela’sı Türkiye’nin yüzde kaçını ifsat etti ölçmek zor ama herhalde Aşk-ı Memnu kadar ifsat etmemiştir.

Ya da Osmanlı tarihinin bir kesitini işlediği sanılan Muhteşem Yüzyıl’ın bu yüzyılın gençlerine verdiği zararı kim, nasıl ölçebilir.

İranlı yönetmen Mecid Mecidi işte bu tehlikeye dikkat çekiyor.

Bu dizilerin Türk/Türkiye halkının kültürü ile uyuşmadığını söylüyor.

Hükümete destek vererek muhafazakarlıklarını ispat etmeye çalışan kanalları gözlerimizin önüne getirdiğimizde meselenin hayatiliği daha iyi anlaşılır.

Hükümete açıktan destek veren kanalların büyük bir kısmı seküler bir nesil yetiştirmekle meşgul.

Tüm dizilerde aldatma, entrika ve işin olmazsa olmazı her gencin bir sevgilisi var.

Sadece cinsellik ya da aile değerleri konusunda ifsada yol açan unsurlar değil gayr-i ahlaki vurgular da ayrı bir sorun teşkil ediyor.

Bu kanallar nerede yayın yapıyor diye sormak gerekmez mi?

Mecidi bizi uyarıyor

“Türk kanallarındaki diziler, Türk halkına, kültürüne, geleneğine, tarihine büyük bir ihanettir. Bu dizilerin güçlü bir tarih ve geleneğe sahip Türk karakterini çökertmesinden endişe duyuyorum” diyor.

Daha ne desin.

Her ne kadar Mecidi bizi diziler konusunda uyarsa da aslında tüm programlar ifsat saçıyor.

Gündüz kuşağında evlendirme programlarının yerine gelen sözde toplumsal sorunların işlendiği programlar ise bir başka rezalet.

Sanki gizli bir el açıktan toplumu dinamitliyor.

“Kocam beni aldatıyor ben kocamı…”

“Kızımı 70 yaşındaki adama kaçtı” gibi ifadeler üzerinden toplumsal “normalleştirme” gerçekleştiriliyor.

70 yılların şehvetperest televizyonculuğu 80’lerde lakayt ve her şeye gülen bir yapıya evirilmişti.

2020’lerin televizyonculuğu ise kuralsızlığı ve görgüsüzlüğü inşa etmeye çalışıyor.

Misal yemek programları küstahlık programlarına dönüşmüş durumda. Her şey beğenmeme, laf atma ve kabalık üzerine oturtulmuş durumda. Oturduğu sofrada kendisine yemek yapan ev sahibine “yemeğin berbat olmuş” deme görgüsüzlüğü nasıl reyting yapar anlamak mümkün değil.

Ama izletiyorlar…

Dayatıyorlar, ısrarla dayatıyor ve izletmeyi başarıyorlar

Mecidi’nin uyarısı basit ve sıradan bir uyarı değil!

Televizyonun toplumları etkileme gücünü biliyor İranlı yönetmen.

Hükümet bu çağrıya kulak vermek zorunda.

Özellikle kendisini destekleyen bazı kanalların (misal Atv) korkunç dizilerle bir toplumun yaşam şeklini değiştirdiğini, halkı sekülerleştirdiğini fark etmek ve önlem zorunda.

Yazı biraz magazinel gibi görünebilir ama hayır bu yazı topluma karşı sorumluluk taşımanın dayattığı bir mecburiyettir.

İşgal sadece fiziki değildir.

Sadece bedenler işgal edilmez, beyinler ve ruhlar da işgal edilebilir.

Bu yazı bizi kültürel olarak ruhsal olarak işgal ediyorlar yazısıdır.

Bu haberler de ilginizi çekebilir