• DOLAR 34.647
  • EURO 36.346
  • ALTIN 2928.569
  • ...
Düşünce tarihi algısı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Günümüzde var olan tüm “Düşünce Tarihi” kitapları batı eksenli olduğundan isimlendirme olarak “Felsefe Tarihi” ismini seçmişlerdir. Bizler Müslüman bir birey olarak İslami bakış açısı gereğince Düşünce Tarihi ismini daha makul ve gerekli görmekteyiz.

Niçin Düşünce Tarihi dedik de Felsefe Tarihi demedik. Çünkü Felsefe (Filosofia) Tarihi Yunanca bir kelime olup “hikmet sevgisi” anlamına gelmektedir. Bütün bir düşünce tarihini Yunan düşüncesi, sözleri ve kelimeleri ile başlatamayız. Böyle bir isimlendirmeyle henüz işin başındayken düşüncenin sınırlarını sınırlandırmış oluruz. Nerde insan yaşıyorsa orada bir düşünce vardır. Afrika, Amerika, Çin, Hint, Yunan, İslam…

Yunanlar da insanlık tarihinde yer almış bir grup insandır. Tarihte sadece onlar yoktur, başka insan grup ve birliktelikleri de vardır. Felsefe tarihi demeyişimizin ilk sebebi budur. Diğer bir sebep de üniversitelerde felsefe bölümü vardır. Bizler Felsefe Tarihi diyerek sanki bir disiplinin tarihini ifade etmiş gibi oluruz. Aynı İslam Tarihi, Medeniyet Tarihi, Hadis Tarihi, Tıp Tarihi, Fizik Tarihi vb. gibi… Dolayısıyla Düşünce Tarihi dediğimizde içerisinde insanlık ile ilgili her ne varsa o vardır. Yani hem felsefe hem İslam hem medeniyet hem de her türlü tarih anlayışı Düşünce Tarihi içerisinde yer alır. Çünkü her biri bir düşüncenin ürünüdür.

İslam düşüncesi, dört halife devrinde ortaya çıkan dinî, siyasî ve sosyal bazı meseleler üzerine Müslümanların akıl yürütmeleri sonucunda gelişen fikir ayrılıkları neticesinde ortaya çıkmıştır. Emeviler devrinden itibaren bu fikir ayrılıkları, İsrailiyat denilen yabancı tesirlerle çeşitli mezhepler ve fırkalara dönüşmüştür. Abbasilerin birinci asrında felsefenin de İslâm dünyasına girmesiyle İslam felsefesi hızlı bir gelişim süreciyle M. 14. yüzyıla kadar devam etmiştir. Kelamda, tasavvufta ve felsefede önemli okullar veya ekoller teşekkül etmiştir. Felsefi ekollerin en önemlileri, Meşşailik, İşrakilik ve Rivakiye’dir. Ancak çeşitli nedenlerden dolayı, bu yüzyıldan sonra özellikle saf felsefi düşünce eskiye göre bir duraklama ve gerileme içerisine girmiştir. İslam Düşünce Tarihini net bir dönem olarak tayin etmek gerekirse İbni Rüşt ile başlamış, günümüze kadar gelmiştir. Kopma, geride kalma gibi bir şey söz konusu değildir ve bu halen de devam etmektedir. Düşünce inkıtaa uğramaz. Sadece yaygınlık göstermeyebilir.

“İnsan natıka bir canlıdır”. Natık; düşünmek ve konuşmaktır. Dolayısıyla Düşünce Tarihi dediğimizde insanın düşünme, konuşma ve anlama tarihini ifade ediyoruz. İslam düşüncesi insanı hem düşünme hem de konuşma kabiliyeti içerisinde ele alır ve tam bir tefekkür sağlar.

Tarih ilminin birçok tanımı yapılmıştır. Yapılan bu farklı tanımlamalarla birlikte “Tarih;

A-Geçmişteki tüm hadiseleri,

B-Geçmişte yaşanılan hadiselerden anlatılmaya değer olanları,

C-Anlatılmaya değer olanların oluşturduğu anlatının kendisi.” şeklinde üç farklı bakış açısı ile Düşünce Tarihine bakıldığında C şıkkındaki tanım Düşünce Tarihinin sınırlarını oluşturmaktadır. Özellikle üçüncü madde gereğince insanların düşündüklerinden nelerin anlatılmaya değer olduğuna, hangi kriterlere bağlı olarak karar verildiğine ve bizler bugün bu kriterleri doğru mu yanlış mı kabul etmeliyiz gibi hususları tayin etmektedir.

Anlatılmaya değer Düşünce Tarihinin ana başlıkları düşünce tarihi kitaplarında genellikle şu şekilde sistematik hale getirilmiştir;

İlk Çağ Düşüncesi: Yunan Düşüncesi (Atina-Kudüs)
Orta Çağ Düşüncesi: İslam/Latin Düşüncesi
Yeni Çağ Düşüncesi: Modern Batı Düşüncesi
Bütün bir düşünceyi Yunan ile başlatmak doğru değildir ama ne yazık ki yazılan kitaplar bu şekilde tasnife gitmişlerdir. İlk Çağ Düşüncesinde baş Yunandır, Orta Çağda İslam ve Yunan birliktedir ve son dönem ise günümüzdür yani modern batının oluşturduğu hegemonyadır. Bazı düşünce tarihi yazarları başlangıca Yunanı değil Kudüs’ü yerleştirirler. Çünkü Kudüs Hz. Peygamberin şeraitinden önce de çok önemli bir yere ve konuma sahipti. Bilhassa Hristiyanlar ve Yahudiler için…Çünkü Kudüs’te çok büyük bir düşünce tarihi mevcuttu.

Dünya tarihi iki kısma ayrılır. Antik Dönem; Hz. Âdem ile başlayıp Hz. Muhammed’in tebliği ile biter. Modern Dönem ise; İslam’ın tebliği ile başlar günümüze kadar da halen devam etmektedir.

1779 yılında 62 cilt olarak yayınlanan Universal History (Dünya Tarihi) kitabının birinci cildinde Hz. Ademin yaratılışı ve cennetten bahseder. Hz. Nuh’tan ve Hz. İbrahim kıssalarına genişçe yer verilir. Modern döneme kadar da bu anlatı bu şekilde devam ediyor. Modern dönem 18 ciltten oluşuyor ve Modern dönem Hz. Muhammed’in tebliği ile başlıyor. Kitabın girişinde Hz. Muhammed insanı kâmil olarak anlatılmıştır. 18. yy’da yayınlanan bu eser tam bir Peygamberler Tarihi gibidir. Aslında Düşünce Tarihi ile Peygamberler Tarihi bir nevi özdeştir.

Düşünce Tarihi, genel dünya tarihinden ayrı değildir. Batılılar tüm Dünyayı kendi hegemonyaları olarak görür ve tüm insanlık geçmişini kendileri şekillendirerek, Batılıların mevcut stratejilerine uygun olarak yazarlar ve Dünyaya hâkim olmak isterler. İslamiyet’i inkâr ederek, yok sayarak, altın çağ olarak Batıyı-Yunanı öne sürerler. Romantik bir kurgu ile bunu yaparlar. Tarih yazarlığı maharetiyle bir Yunan Medeniyeti icra ediliyor. İslam Medeniyeti anlatılırken de Yunan altın çağ olarak anlatılır. İslam düşüncesi anlatılırken sürekli Yunana atıfta bulunularak İslam Düşüncesinin alıntı yaptığı iddia edilir. Stratejik bir yol izleyip Yunan süper güç olarak lanse edilir.

İlkçağda Yunan Düşüncesinin yaptıklarını düşünürsek Orta Çağ İslam Medeniyetidir ve halen de devam etmektedir. Ama Yunan; İslam Düşüncesini her zaman görmezden gelmiştir ve günümüzde de bunu halen yapmaya devam etmektedir. Çin Düşüncesine baktığımızda 6 bin yıllık bir geçmişi vardır ama Yunan algı operasyonları düzenleyerek Çin Düşüncesini 16. yy’dan itibaren başlatır. Batı; Hint Düşüncesini yazarken sadece büyük İskender üzerinden Hindistan’ı batı ürünü olarak gösterir.

Asya Dünyanın merkezi bir konumda iken Amerika ve Batı eliyle üretim merkezi oraya yani Asya’dan Batıya aktarılarak Dünya’nın merkezi konumu değiştirilmiştir. Bir taraftan İslam diğer taraftan Hint ve Çin medeniyeti canlanma alametleri gösterilirken diğer yandan Ortodoks medeniyetinden bir canlanma söz konusudur. Afrika ise sömürge medeniyetten kurtulma çabasındadır. Dünyada anlatılan düşünce tarihleri çok yetersizdir. Çünkü bunu yazan Batılılardır. Batılılar sadece kendilerini insan olarak görüyor, sadece kendi düşüncelerini aktarıyor ve diğer tüm insanları görmezlikten geliyor.

Kişi kendi hafızasını unutsa ve bir arkadaşı ona hayatını anlatsa ve kendi hayatını ondan öğrense ve daha sonra kendi hayatını başkalarına arkadaşının ağzıyla anlatsa o kişinin kendi problemlerini, sıkıntılılarını, amaçlarını bilmesi mümkün değildir. Biz Müslümanlar geçmişimizi, düşüncemizi, sorunlarımızı, çözüm metotlarımızı, geçmişte yaptıklarımız ve yapamadıklarımızı başkalarından öğrenirsek işte böyle komik bir duruma düşeriz. İnsanlığın tüm önemli sorunlarını Yunan çözmüş gibi algısını yıkmalıyız ve kendi sorunlarımızı kendimiz çözmeliyiz. Düşünce Tarihini özellikle İslam Düşüncesini iyice öğrenmeliyiz.

İnzardergisi

Bu haberler de ilginizi çekebilir