Hüseyin Velioğlu`nun Hayatı Ve Mücadelesi -14
Hizbullah Cemaati, kurucu lideri merhum Hüseyin Velioğlu`nun hayatı ve mücadelesini konu alan yazı dizisinin 14. bölümü yayınlandı.
Hüseynisevda sitesinde yayınlanan bu bölüm "17 OCAK SÜRECİ VE ŞEHADET" başlığıyla verildi
İşte Hüseynisevda.biz sitesinde yayınlanan yazı dizisi...
17 Ocak 2000 tarihinde İstanbul Beykoz’da yapılan ve Rehber Hüseyin Velioğlu’nun şehid edildiği operasyonla ilgili olarak bu güne kadar birçok şey yazıldı, pek çok iddia ileri sürüldü ve senaryolar üretildi. Tüm bunlar, Kemalist rejimin Cemaate karşı yürüttüğü savaştan ayrı düşünülmemelidir. Bir taraftan istihbarat teşkilatları diğer taraftan medya kullanılarak bu çok yönlü yıpratma savaşı halen devam etmektedir.
Gerek Şehid Rehber ve gerekse Cemaat hakkında bu operasyon üzerinden ileri sürülen iddialar ve üretilen senaryolar ile oluşturulmak istenen şüpheleri dikkate alarak, bu önemli hadiseyi müstakil bir başlık halinde ele almayı uygun gördük. Ta ki Şehid Rehber ve Cemaat hakkında bilinçli olarak yapılan bu yalan ve iftiraları Allah’ın izniyle bertaraf edelim ve hakikatleri ortaya koyalım.
Bu münasebetle önce; Muhterem İ. Bagasi’nin “Kendi Dilinden Hizbullah ve Mücadele Tarihinden Önemli Kesitler” adlı kitabından konuyla ilgili yapılan değerlendirmenin bir kısmını buraya alıyoruz. Detaylarına bakmak isteyen ilgili kitaba başvurabilir.
Ardından; bu operasyonda Şehid Rehber ile aynı evde bulunan Muhterem Edip Gümüş ve Cemal Tutar’ın operasyon boyunca görüp yaşadıklarını, Edip Gümüş ağabeyimizin bizzat anlatımıyla buraya alacağız.
“…Operasyondan bu yana geçen süre içinde ortaya çıkan durum ve elde edilen bilgiler ışığında bu operasyonu tahlil ederek, operasyonun nasıl ve nereden kaynaklandığı hususunda bir neticeye ulaşma imkânına sahibiz. Tahlil ve değerlendirme neticesinde kesin olarak şu sonuca varıyoruz ki; bu operasyon direkt Cemaat merkezi ve merkezle irtibatlı elemanlardan herhangi birisinin takibi sonucu gerçekleşmediği gibi, Cemaat merkezi ve Rehber’iyle irtibatlı üst sorumlular arasına TC’nin sızması da olmamıştır…
…ihtimal ve sebepler ne kadar çok olursa olsun bu gerçeği ve vardığımız neticeyi değiştirmez. Bizim için burada önemli olan, bu operasyonun TC’nin kesin bilgi ve istihbaratı sonucu gerçekleşmediğidir.
…Bugüne kadar bunun aksini gösterecek hiçbir delil ve bilgiye ulaşılmamıştır…
Her ne olursa olsun, takdiri ilahi bu şekilde tecelli etti. Bu bizim için Rabbimizin bir imtihanı olup, bundan ders ve tecrübe almamız gerekir. Kadir–i mutlak olan Allah’a sığınıp tevekkül ederek ve İslami davamıza olan bağlılığımızı daha da güçlendirerek mücadelemize ve yolumuza devam edeceğiz. En gizli sırlar dahil, her şeyin hakikatini en iyi bilen ve gören Allah–u Teala’dır…” (Kendi Dilinden Hizbullah ve Mücadele Tarihinden Önemli Kesitler, İ. Bagasi, Sayfa 102)
MUHTEREM EDİP GÜMÜŞ’ÜN ANLATIMIYLA 17 OCAK GÜNÜ BEYKOZ’DA YAŞANANLAR
Muhterem Edip Gümüş şöyle anlatıyor: “Operasyondan 10 gün önce Beykoz’daki eve yeni taşınmıştık. Evde Şehid abi ve iki arkadaş ile birlikte kalıyorduk. Cemal operasyondan bir gün önce yanımıza geldi.
Akşam silahları bodrumdan yukarı çıkarıp bakımını yaptık. Tüm silahlarımızı çıkarıp bakımını yapmamız, bodrumda olması gerekirken bulunduğumuz kata getirmiş olmamız kanaatimce gaybi yardımlardan sadece biriydi. Normal şartlarda bu silahları ev içerisinde gözden uzak bir yerde muhafaza ederdik.
Gece saat 1. 30 sularında Şehid Rehber uyandı, abdest alıp namaz kıldı. Cemal ile hal hatır sorup biraz sohbet ettiler. Bu esnada Şehid Abi eline bir Keleş alıp; “bu, hiçbir zaman Kuran’dan ayrılmamalı” dedi. Daha sonra O uyanık kaldı biz de uyuduk.
Operasyon günü öğleden önce yanımızda kalan iki arkadaş bazı ihtiyaçlar için dışarı çıkmışlardı. Öğleden sonra namaz kıldık. Ben kendi odamda, Cemal ile Şehit Abi de kendi odalarında çalışıyorlardı.
Bu arada evin dış kapısı yumruklarla çalmaya başladı. Aynı anda zile de basıyorlardı. Perdenin kenarından dışarıya baktım ve karşı kaldırımda polisleri ve bir kameramanı gördüm. Bu arada kapı hızlı bir şekilde çalmaya devam ediyordu. Ben; “Dışarıda polisler var” deyince Şehid Rehber; “Açmayacağız” dedi. O esnada Şehid Rehber; “Rahêlin Keleşa!” (silahları alın) diyerek duvara yaslanmış keleşlerden birini aldı ana salona doğru yöneldi. Ben ve Cemal de pencerenin yanından çekilip silahlara doğru giderken bir anda silah sesleri gelmeye başladı.
Meğerse o esnada polisler pencereyi kırarak içeriye girmiş, Şehid Rehber ile karşılaşmış ve aynı anda silahlarını ateşlemişler. Şehid Rehber de 2–3 el kadar ateş edebilmiş ve mermileri polisin bulunduğu noktanın hizasında tavana saplanmıştı. Silahların sesiyle ben ile Cemal Şehid abinin bulunduğu tarafa yöneldik. Şehid Abi’yi yerde yatıyor gördük. Polisler Abi’nin şehit olduğunu fark etmemiş olacak ki “Elinde keleş var, elinde keleş var!” diye bağırıyorlardı. Polisi görmemizle onun aşağıya fırlaması bir oldu. Arkasından seri halde ateş ettik. Artık içeriye giremediler.
Tüm bunlar en çok bir dakika içinde cereyan etti. Her şey bir anda oldu. Polisleri püskürten Şehid Rehber, çatı katına çıkan merdivenin hemen başında yerde yatıyordu. Onun o durumu karşısında, bir anda ne yapacağımızı şaşırdık. Onunla mı ilgilenelim, dokümanlarla mı ilgilenelim bilemedik. Ancak bu durum iki–üç dakika kadar sürdü ve Şehid olarak ruhunu teslim etti.
Onun Şehid olduğunu görünce, biz de dokümanlara yöneldik. İlk anda Cemal merdiven başında nöbet bekledi. O sırada polisin gelebileceği tek yer merdivenlerdi. Buranın korunması gerekiyordu. İkimizden birinin daha şehid edilmesi, geriye kalanın hiçbir şey yapamaması anlamına geliyordu.
Ondan sonra polisler telaşla dışarıya doğru koşuşmaya başladılar. Cemal korumaya geçti. Ben de imha etmemiz gereken eşyaları karıştırmaya başladım. Nihayet CD’leri gördüm ve tamamını ufak parçalar halinde kırdım.
Öncelikli belgelerin imhasından sonra aşağıya indim ve Cemal’in nöbet beklediği merdiven başında bu kez ben bekledim. Bir iki kez polis, merdiven sahanlığında gözüktüyse de ateş edince artık çıkmaya cesaret edemediler. Cemal da evde bulunan çalışır vaziyetteki altı adet bilgisayarın hard disklerine format atmaya başladı. Format attığı hard diskleri yuvasından çıkarıp çatı katına giden merdiven sahanlığına atıyordu. Çünkü format işi bittikten sonra aşağıda işimiz kalmayacak ve çatı katına çıkıp bunları kurşunlayacaktık.
Artık çatı katına çıkmıştık. Orada kapalı bir oda vardı. Polisin tarayabildiği ve el bombası attığı odalarda işimiz yoktu. Bulunduğumuz yere de biz onları yaklaştırmıyorduk. Sonradan mevcut video ve teyp kasetlerini imha etme, yırtma ve bozulurlar diye banyo küvetine su doldurarak içine atma ile uğraştık.
Bütün mermilerimizi korumaya ve hard diskleri kurşunlamaya harcadık. Elimizde hiç mermi kalmadı.
Aşağı katta Şehid abiye ait bir bilgisayar vardı. Çatışma başlayınca bu kat ile ilişkimiz kesildiğinden o bilgisayar hard diskini imha etme imkanı bulamadık. Çıkan bazı bilgiler bu makinadan ele geçti.
Şehid abinin mübarek bedeninin bulunduğu yer tam da polislerin içeriye doluştuğu odanın kapısının önüydü. Orada mübarek bedeni bulunduğu için kapı açılmıyordu ve içeriye giremiyorlardı. Yani hayattayken tedbirleriyle bizi korumaya çalıştığı gibi şehadetinden sonra da mübarek bedeniyle bizi korumuş, işimizi yaparken kolaylık sağlamıştı.
Pek çok kişi oradan sağ kurtulmamızı hayretle karşılamıştır. Bu hususta düşmanlarımız akla hayale gelmeyecek komplolar üretmiş, bizleri karalamış ve Cemaatimizi de bizi de üzmüştür. Elbette burada söylediklerim, Allah tarafından gözleri kör edilmişleri, kalpleri mühürlenmişleri ikna amacı taşımıyor. Amacım bizi seven, hüsn–ü zanla meseleleri değerlendiren dostlarımızı aydınlatmaktır.
Şehid Rehber, şahadet aşığıydı. Dualarında şahadeti istediği hep duyulurdu. Bu talep ve arzusunu Rabbine cehri olarak da çoğu kez iletirdi. “İnşaallah düşmanın eline sağ düşmeyeceğim.” diyordu. Bu konuda çok emindi. Arzusu kabul oldu ve ölümlerin en güzeli olan şehadetle Rabbine kavuştu.
Devam edecek…